Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Mayıs '13

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Menemen'e gidiyoz, gittik, geldik

Menemen'e gidiyoz, gittik, geldik
 

 

Metro, daha doğrusu İzban olduğundan beri Menemen bize artık bir vagon uzaklığında.
 
Yağmurdu, şuydu buydu, bi sürü şey araya girince epeydir yakın çevre gezisi yapmamıştık. Siftahı Menemen'le açmaya karar verdik.
 
Menemen'in benim için şöyle bir özelliği var: yol kenarında olan bütün kasabalar, şehirler gibi insanın (benim) şehrin içine girip de gezme isteği uyandırmıyor. “eee geçtik ya, eee gördük ya, bundan daha başka ne olur ki? dedittiriyor. Sanırım böyle düşünmeme neden, memleketin şehir planlamasının, tek elden çıkmış gibi klişe; ortada bir cadde, sağlı sollu üçüncü sınıf apartmanlar, altında dükkânlar ve ne kadar küçük bir şehir olsa dahi, doğru dürüst bir park yeri bulamamaktan geçiyor.
 
Evet böyle ama. Zamanında kim bu şehir planlamasını yaptırdı ve onay verdiyse, şehirlerin ağzının içine takır takır yapmış.
O kadar gezmeyi sevdiğim halde, farklı bir şehir göremeyeceğimi bildiğimden aynımsı şehirlere gidince gıcıklarım hop oturuyor hop kalkıyor.
 
Hem bu Menemen'in kıyısından daha önce defalarca geçtiğimi söylemiştim değil mi? Evet! Sepetçilerinden sepet, çömlekçilerinden de çömlek almışlığımız vardı.
 
Şimdi bir şehre gittim, havası temiz, insanları mutlu, amcaları teyzeleri şefkat doluydu, ahhh bu iyilik ve naiflik sayesinde kalbimde milyoz kere kelebekler kanat çırptı yazısı yazmıcam. Gerçekler beni daha çok ilgilendiriyor. Doğruya doğru, eğriye eğri istikametinde gezi yazısı olacak.
 
Evetttt, metro ve izban'da anlatılacak ne var ki? Metronun hızlılığı, izbanın vagondan ziyade dalgalı bi denizde gemiye binmişsin gibi his veren hülyalı süratinden başka. Neyse ki acelemiz olmadığı için rahat rahat oturduk. Ta ki Egekent, Ulukent duraklarına kadar. Bundan sonra “acaba burası mı Menemen?” diye endişelenmedim değil.
 
Endişelerim yersizmiş. İner inmez canım çay çekti. “Offf bir çay bahçesi olsa da girsek” derken karşımıza çay bahçesi çıktı. Güzeldi. Ama servis can sıkıcıydı benim açımdan. Çay güpgüzel değil ama güzeldi işte. Çayı soğutarak içmeyi sevdiğim için, son yudumlarını da oldukça soğuttum. Aceleci garson son yudumlarımı içerken zebellah gibi başımda dikildi mübarek. Yuhhhh çektim mi? Tabii ki!
 
Sonra şehrin merkezine doğru yürüdük. Hiç sevmediğim üçüncü ve dördüncü sınıf apartmanları geçtikten sonra, çok sevdiğim yuvarlak köşeli mimariye sahip, 1950'li yıllardan kalma, iki katlı bir evin önüne geldik.

Bahçesindeki sarmaşık gülleri görünce gözlerime inanamadım. Bu güller gerçek mi? He valla gerçek. O zaman hemen fotoğrafını çek.


 
Sonra ilerledik durduk işte. Yani, kasaba olarak pek dikkat çekici bir özelliği yok. Kopi peyst şehir mimarisine doğrusu şaşırmadım. İnsan beklentisini düşürünce, gıcıklarımın hop oturur hop kalkması gibi bir durum bahis konusu olmuyor. Bu durum karşısında kayıtsız kayıtsız bakıyorsun.
 
O güzel evi biraz geçince çok güzel bir camii ile karşılaştım. Böyle büyük ve eski bir cami İzmir'de dahi yok.

Sanki bana kiliseden çevrilmiş gibi geldi. Üşendiğimden, Menemen'deki Yeni Cami ne zaman yapıldı, eskiden kilise miydi falan diye, gugıl hazretlerine sormadım.


 
Biraz ilerde koskoca bir parkla karşılaştım. Böyle denizi olmayan kara şehir ve kasabalarında parka çok önem veriyorlar. Eee ama yani, olması gerekir tabii. Kendi bildim bileli deniz kenarında yaşadığım için böylesi bir parkı Balıkesir Akçay'a çocukken tatile gittiğimizde görmüş, bana o zamanlar çok da sevimli gelmişti. Tabii devamlı yaşasam aynı sevimlilik devam eder miydi, tartışılır.

Yürüdük yürüdük, aslında o kadar da yürümedik. Neticede iki adımlık bir yer burası. Hemen bitiveriyor. Güzel bir yufkacı görünce hiç kaçırmadık tabii. Yöresel lezzetler ilgi alanıma giriyor.
 
Sonra et. Öyle çok kasap dükkanı var ki. Kafamı çevire çevire geçtim. Hayır pisliğinden falan değil, tam tersi çok temiz ve has gibi duruyordu vitrindeki etler, ama ben artık vejeteryan olduğumdan bakamıyorum. Aslına bakarsanız kokusu öyle güzel geliyor ki. Bir büfe vardı mesela, şehirde gördüğünüz nallı marka döneri satan yer gibi duruyor dekorasyon itibarıyla ama et kokusu nefis geldi. Nesli “yicek misin?” dedi. Ben “hayırrr” dedim. Yiyemem artık. Trak geldi bana. Bundan önce ne kadar çok karar vermiştim et yememeye de, sözümde duramamıştım. Şimdi kendiliğinden oldu. Bi Lusi ve Viki kızının dostluğundan, hayvanlara yapılan zulümden sonra sanki insan eti yiyormuşum gibi hissediyorum.
 
Şu şehirlerde ve kasabalarda ve köylerde vızztttt, vızzzttt diye sivrisinek gibi geçen garabet bir motosikletler var ya, onlara evvel ezel sinir oluyorum, bir psikopat resmen üstüme sürdü, eşşoğlueşşek. Bu toplumun ruh sağlığı bozuk, şiddet dolu. Artık bunun bana yansıması küfretmek şeklinde oluyor.

 
Immm unuttuğum bi şey var mı diye düşünüyorum şu anda. Tamam buldum: ne gerek varsa, iki üç metrelik yerleri telle çevirerek tavşan kafesleri yapmışlar. Hayır, ne gerek var buna. Şimdi sen hayvansever mi oldun, o hayvanları oraya tıkmakla. Yoksa çocuklara tavşan mı gösteriyorsun diye çok mu çocukseversin? Yedik!
 
Sanıyorum izban sayesinde buranın özellikle kasap ve mandralarının bilançosu olumlu anlamda hareketlenmiştir. Ben de vejeteryansam da vegan olmadığımdan, peynir meynir gibi şeyler aldık. 
 
Size de tavsiye ederim, yakınlardaysanız.
 
 
 
Toplam blog
: 246
: 1012
Kayıt tarihi
: 15.02.08
 
 

..