Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Aralık '15

 
Kategori
Deneme
 

Millet Mekteplerinden Köy Enstitülerine---Ötekilerin hikayesi (on birinci bölüm)

Millet Mekteplerinden Köy Enstitülerine---Ötekilerin hikayesi (on birinci bölüm)
 

o çocuklar


Önce de yazdım; kasaba halkı aslında çok iyiydi. Öyle kavga gürültü olmazdı; ama erkeklerin iki özelliği vardı. Çok içki içmek ve kumar oynamak… Kumar yasak olunca evlere kaydığını gören kaymakam ‘göz önünde ne yapacaklarsa yapsınlar” diye Şaban efendi ve arkadaşlarının kulüp açmasına ve burada içki içilmesine izin vermişti. Kumar da bir şekilde izin verilmiş gibi olmuştu. Yani göz yumuluyordu.
 
Kulüp olarak kullanılan bina buna müsaitti. İki büyük salonu vardı. Biri oyun salonu, diğeri içki içilen kısım. Bir de arada bölüm vardı. Orası da oturup sohbet yapılan yerdi. Oranın en iyi müşterisi Hacı Arif efendi idi… Her akşam yemekten sonra gelir bir yandan kahve içerken bir yandan da nargilesini içerdi. Aslında hanın yanında kahve vardı. Orada da nargile içebilirdi. Ama kulübü işleten Mehmet efendi kendi de içtiği için güzel nargile sarardı. Ayrıca burada sohbet olanağı buluyordu.
 
Kulüp kapısından girince ilk göze çarpan o sohbet yeriydi. İki salona iki ayrı kapıdan giriliyordu.
 
Kaymakam kulüp kapısını açınca kendini karşılayan Mehmet efendi “buyurun efendim” derken kaymakamın gözü ileride yerini almış olan Hacı Arif efendiyi gördü. Mehmet efendiye “hoş bulduk. Ben Hacı efendinin yanında oturayım” dedi. Mehmet efendi kaymakamın “kahvemi oraya getir” dediğini anlamış kahve yapmak için ocağa yönelmişti.
 
Kaymakam da Hacı Arif efendiye doğru yürüdü. Onun gülümseyerek “ooo! Kaymakam bey buyur” deyişine gülümseyerek mukabele etti ve “bakıyorum yerinizi erkenden almışsınız” deyip oradaki sandalyeye oturdu.
 
Hacı Arif efendi “öyle oldu” sonra “sizi merak ettim. Heyet olarak köyleri dolaşmışsınız. ‘Ne var ne yok?’ Diye soracaktım. Millet de merak içinde. Bana ‘senin haberin vardır’ diye kaç kişi gelip sordu” dedi.
 
Kaymakam gülümseyerek “valla bu kasabada adım atsan haber oluyor” deyince Arif efendi “ne yapacaksınız kaymakam bey. Göz önünde insansınız. Bizim millet hayvanı parayla insanı bedava güder” dedi sonra gülümseyerek “yanlış anlamayın. Bu bizim buraların deyişidir” diye açıkladı. Kaymakam hafif bir kahkaha attı “ne yanlış anlaması Hacı efendi. Söylediğiniz gerçek. Biz ona ‘dedikodu alışkanlığı’ diyoruz. Hepimizin sosyal gıdası bu” dedi.
 
Bu sırada Mehmet efendi yanında bir bardak suyla kahveyi tepside getirip “buyurun kaymakam bey” dedi. Kaymakam kahveyi ve suyu teşekkür edip alırken Mehmet efendi “Doktor ve komutan içeride salondalar efendim” dedi. Mehmet efendinin verdiği bilgiyle yüzü gülen kaymakam “öyle mi? Ne çabuk gelmişler” dedi sonra “söyleyin kendilerine masada bana da yer ayırsınlar. Hacı beyle biraz laflayıp geleceğim oraya” dedi.
 
Onun doktor ve komutanın içeride haberiyle yüzünü gülüşüne gönderme yapana Hacı efendi “bakıyorum sizin de keraat satiniz gelmiş kaymakam bey” dedi. Kaymakam “yok Hacı efendi… Yanlış düşünüyorsunuz; ben akşamcı falan değilim; arada bir iki tek atarım. Bugün beylerle köyleri birlikte dolaştık. Onun muhasebesini yapmak için uğrayacaktım yanlarına” deyince Hacı efendi “ahh! Şu hacılık olmasa ben de uğrardım; ama şimdi pek yakışık almıyor” dedi. Kaymakam “derin ‘ah!’ çektiniz Hacı efendi. Yoksa Hacı olduğunuza pişmanmısınız?” deyince “ne münasebet efendim. Her turşuyu kaşıkladıktan sonra çok şükür tövbe edip o nurlu memlekete gidip Hacı olma muradına erdim. Benim dediğim aranızda bulunamamanın verdiği sıkıntı. Ne güzel olurdu? Şu köy ziyaretini dinlerdim sizden. Epey oldu gidemedim oralara. Goca Hamza nasıl iyiler mi? Belki bilmezsiniz. Goca Hamza benim ta efeliği zamanından dedemin iyi dostuydu. Daha doğrusu öyleymiş. Orasını ben tam bilmem; ama dedem bir keresinde anlatmıştı” dedi.
 
Kaymakam “ya öyle mi? Hamza dede efelik de mi yapmış?” deyince Hacı Arif doktorun yanında muhtar Ali efendi ve Hayri efendiye anlattıklarını anlattı; sonra “çok yiğit adamdır o. Bu kasaba ve köylerin ona büyük saygısı vardır. Onun Yunanı ovaya sokmamak için aldığı tedbiri duymuşsunuzdur” dedi.
 
Kaymakam “duydum tabi. Bugün köylere giderken ilk olarak onun düşmana pusu kurduğu Ardıçlığı ziyaret ettik. Orada aldığı tedbirleri gördük. Tıpkı Donkişot gibi” dedi.
 
Hacı Arif efendi “o da kim?” der gibi bakınca kaymakam kısaca Donkişot hakkında bilgi verdi.
 
Gerçekten Goca Hamza’nın o sıra yaptıklarını bilenler için anlatacak tek kelime onun tam bir Donkişot gibi davrandığıydı. Donkişot’tan ayrıldığı yan o köylülere aldırdığı tedbirlerin aslında olası bir düşman işgalinde bir işe yaramayacağının farkındaydı. O o sıra öyle öne çıkıp köylülere “daha biz ölmedik” demesi köylülerin düşman korkusuyla sinmesinin ve ya kaçıp bir yerlere saklanmasını önlemişti. Kısaca kasaba ve köylerdeki halkın içlerindeki düşman korkusunu yenmesini ve bir araya gelince yapamayacakları hiçbir şeyin olmayacağı; yani birlikte güç doğacağı inancını kazanmasını sağlamıştı.
 
O psikoloji sonraları millet mektepleri projesi başta olmak üzere birçok konuda köylülerin getirilen yenilikleri kabulünde büyük kolaylıklar sağlamıştı.
 
Kaymakam da köylere bugün aynı amaçla dolaşmış; köylülere birlikte elele verirlerse okuma yazma kurslarında başarı sağlanacağını ve cehaletin yenileceğini anlatmak istemişti.
 
Oralarda yine en büyük yardımcısı Goca Hamza bekçi Rıza, Çamdibindeki Bekçi Kavak köyündeki Hamdi hoca ve daha önce tanıdığınız Zerha kadın, muhtarın eşi, hikayenin devamında tanıyacağınız muhtarın eşinin halası ‘Dudu bılla’ çağşır dokuyan ‘Güzel Ayşa’ vb kadın erkek kişilerdi.
 
Hacı Arif’e bu konuda ilk gözlemlerini anlattı; Çamdibi muhtarının eşinin oğlak ziyafeti için aileleriyle birlikte onları davet ettiğini söyledi, Kavak köyü muhtarı Osman efendiden, orada gördüğü Hamdi hocadan, Yusufçuk köyünden, köyün mükemmelliğinden bahsetti.
 
Hacı Arif efendi “ben eskiden sıkça giderdim oralara. Bazen av için, bazen de düğün dernekte. Yusufçuk öyledir. O köy bu kasabaya ve çevredeki kasaba ve köylere çok iyi örnek oldu. Onların hepsinin on parmağında on hüner vardır. Çok çalışkan, dürüst ve misafirperverdirler. Onların konuk odasının konforu benim hanın odalarında yok valla. Güya burası kasaba orası köy…” dedi.
 
Epey sohbet ettiler. Kaymakam Hacı Arifle sohbeti çok sevmişti. Çünkü Hacı Arif bilge bir kişiydi. Her şeyi görmüş yaşamış; edep erkan bilen kişiydi. Sohbeti de hep arada fıkra ve anılarla süslüyordu; ama kaymakamın aklı doktor ve komutanda kalmıştı.
 
Hacı Arif nargileden bir iki derin nefes çekti; köze baktı “benimki tamam kaymakam bey. Sohbetler bitmez. Yeter ki sağlıklı kalalım” dedi sonra gülümseyerek “bilirim sizin de aklınız içeride. Bekletmeyin arkadaşları” dedi. Kaymakam itiraz edecek oldu Hacı Arif ondan önce “benim de gitme vaktim geldi” deyip kalkınca kaymakam diyecek laf kalmamıştı. Hacı Arif’i uğurlayıp içki içilen salona girdi.
 
Bu sırada kapıda ona “güle güle Hacı efendi” diyen Mehmet efendiye Hacı Arif gülümseyerek nargileyi işaret etti “tam tatlı yerinde kaldı. Kaymakamı tutmayayım diye bıraktım” dedi. Mehmet efendi gülümseyerek “farkındayım Hacı efendi. Bir nargile alacağınız olsun” deyip Hacı Arif’i uğurladı. Gitti tatlı yerinde kalan nargileyi alıp fokurdatarak ocağa alıp geldi. “Hakikaten tam ateşi almış. Bana kısmetmiş ne yapayım?” dedi ve marpucu söküp kendi marpucunu taktı. Nargileyi o haliyle bir kenara koydu.
 
Çünkü komutan içeriden seslenmişti. Oraya gitti. Kaymakam için verilen siparişi aldı; hazırlayıp götürdü. Sonra geldi ‘tam tatlı yerinde kalan’ nargileyi kendi marpucuyla fokurdatarak içmeye başladı.
 
Arada bir her iki salona gidip istekleri yerine getiriyor; sonra geçip yerine nargileye devam ediyordu. İçinden “artık yaşlanıyorum. Yanıma bir yardımcı alsam iyi olacak” diye geçirdi ve ‘yarın’ kulüp yöneticisi Şaban efendiye bu düşüncesini söylemeye karar verdi.
 
Bu sırada içeri giren kaymakam masalarda oturanlara afiyet olsun deyip doktorların masaya yöneldi. Diğer masalardan “sağ olun buyurun” seslerine elini sallayıp yüzbaşının yanındaki sandalyeye oturdu.
 
Diğer masalardakiler gözlerini o masaya dikmiş, hepsi onların sabah erkenden nereye niçin gittiğinin merakı içindeydi. Kaymakam da bunun farkındaydı. Doktor ve yüzbaşının ona hoş geldin demelerine “oo afiyet olsun beyler” diye cevap verdikten sonra elinde kadehle ayağa kalktı “şerefinize arkadaşlar” diyerek kadehini havaya kaldırdı sonra bir yudum aldı.
 
Kaymakam “arkadaşlar; biliyorum bugün bizim arkadaşlarımla nereye gittiğimizi merak ediyorsunuz. Biliyorsunuz dün burada size millet mekteplerinden bahsetmiştim. Muhtarlarla toplantıda da onlara aynı söylemiştim. ‘Bugün sabah köylerde bu durum nasıl karşılanmış” diye merak ettiğimiz için birkaç köy dolaştık. Emin olun köylüler okuma yazmaya en az sizin kadar hevesli. Hemen mektep için kolları sıvamışlar. Yarın burada kasabamızdaki erkeklerle bir toplantı yapıp herkese bu konuyu anlatacağım. Niyetim önce kasabamızda okuma yazma kurslarını bir an önce başlatmak. Köylerde de gerekli hazırlığı yaptıktan sonra oralarda okuma yazma kursu açmak. Böyle bir kasabada sizin gibi yurttaşlara hizmet verdiğim için çok mutluyum. Hepinize çok teşekkür ederim” dedi. Oradakiler alkışlamaya başlayınca kaymakam “alkışa gerek yok arkadaşlar. Ele ele başaralarım yeter” dedi; yerine oturdu.
 
Kaymakamın bu konuşmasından sonra masalarda da sohbet koyulaşmıştı.
 
Onun bu davranışına şaşkınlıkla bakan doktor ve yüzbaşı kaymakam yerine oturunca ona “bu kadar çabuk mu?” diye sordular. Kaymakam “beyler. Boşa geçirecek bir gün bile yok” dedi.
 
Özellikle yüzbaşı kaymakama saygıyla bakıyordu. Her ikisi de “kutlarız sizi. Sizin yönettiğiniz bir ilçede olmak bize gurur veriyor” dediler.
 
Kaymakam bu iltifattan ziyadesiyle memnun kalmıştı. Gerçekten orta yaşlı olmasına karşın gençler gibi cumhuriyetin heyecanı içindeydi. Onun için yüzbaşı ve doktorun ifadeleri çok memnun etmişti. Tevazu içinde onlara teşekkür etti. “Sevgili dostlarım ben de sizin gibi görev arkadaşlarım olduğu için çok mutluyum. Ama biliyorsunuz Ankara, Gazi Hazretleri bu konuya çok önem veriyor. Gezide Yusufça köyüyle öbür köylerin farkını hep birlikte gördük. Aralarındaki fark yalnızca Yusufçalıların göçüp geldikleri yerle buranın eğitim farkı.
 
Osmanlı yıllarca Anadolu’yu hep ihmal etti. Yazık bu insanlara… Hep birlikte cephelerde şahit olduk. Bu cahil insanlar pırıl pırıl yurt sevgisi içinde. İnandıkları zaman yurtları için en önde şehit olmayı görev biliyorlar. Onların bu yurt sevgisinin ve fedakarlığının karşılığını onları ileri medeniyetler seviyesine taşıyarak vereceğiz. Bunun yolu da önce eğitim. Hepimiz birer eğitim neferi olarak onlara eğitimin aydınlanma ışıklarını yetiştireceğiz. Millet Mektepleri bu anlamda çok önemli. Düşünsenize belki bir yıl sonra köylerimizde herkes gazete kitap okuyacak seviyeye gelecek. Bunun düşüncesi bile heyecanlandırıyor insanı”.
 
Kaymakamın bu heyecanlı söylevini yüzbaşı ve doktor dinlerken yanlardaki masalarda çıt çıkarmadan dinliyordu. Kaymakamın konuşması bitince bir alkış koptu. Kaymakam şaşkınlıkla geriye doğru baktı memnun bir yüz ifadesiyle “çok özür dilerim. Arkadaşlarla konuşurken sesim yüksek çıkmış” dedi.
 
Bu sırada kaymakamın hemen arkasında onu dinleyen başmuallim Fehmi bey de kaymakamı alkışlayanlar arasındaydı. Kaymakam onu görünce “siz ne zaman geldiniz muallim bey?” deyince Fehmi bey gülümseyerek “evde duramayınca kalkıp az önce geldim. Tam yanınıza gelecekken sizin konuştuğunuzu fark ettim. Konuşmanızı kesmemek için bekledim. Yalnız vallahi kaymakam bey; millet mekteplerinin önemini öyle güzel izah ettiniz ki. Ne yalan söyleyeyim; size hayran kaldım” dedim.
 
Kaymakam başmuallimin bu iltifatına memnun olmuştu. Vallahi azizim. Az önce onu bahsediyordum. Sizin gibi mesai arkadaşları olunca insanın heyecan duymaması elde mi? Gördünüz; hep birlikte gezdik köyleri. Köylerin bu konuya dikkati sizin de nazarınızı celbetmiştir. Vallahi ne yalan söyleyeyim? Ben bu okuma yazma kampanyasını başlatmadan rahat huzur göremeyeceğim. Yerimde duramıyorum azizim” dedi.
 
Onu gülümseyerek dinleyen başmuallim “size katılmamak elde mi kaymakam bey? Gerçekten köylerdeki bu konuya ilgi övgüye mazhar bir ilgi… Kasabamız ve köylerimizle bu işin üstesinden layıkıyla geleceğiz evvelallah. Tabi sizin idarenizde efendim” dedi.
 
Onun bu sözlerine doktor ve yüzbaşı da başlarını sallayarak onayladı.
 
O saatten sonra masalarda bu konu hararetle tartışılıyordu. İçkinin de verdiği duygusallıkla herkes kaymakamın konuşmasından heyecan duymuştu.
 
Kaymakam doktor, yüzbaşı ve baş muallim bir süre daha sohbet ettikten sonra kaymakam izin istedi. “Yarın bu konu üzerinde başmuallimle etraflıca durup bir program yapmamız lazım. İzninizle ben eve gideceğim. Biraz dinlenmem iyi olacak” dedi. O kalkınca başmuallim de kalktı “kaymakam beyle komşu oluyoruz. Ona refakat edeyim” diye o da izin isteyip kalktı ve kaymakamla birlikte çıktılar.
 
Dışarı çıkınca kaymakam kulüpçü Mehmet efendiye yarın iki salonu da akşama toplantı nizamında hazırlamasını söyledi. Yardım olarak odacısını ve okul görevlisi hademeyi göndereceğini söyledi. Başmuallimle birlikte kulüpten çıktılar.
 
Başmuallim kaymakamın bu süratine şaşırmıştı. Dışarı çıkınca soran gözlerle kaymakama baktı. Kaymakam “yarın bütün esnafı ve çiftçi vatandaşları kulüpte toplayalım. Orada siz konuyu detaylı olarak anlatırsınız. Sonra onları guruplandırırız ve okuma yazma kurslarının başlaması için bir tarih veririz. Bu tarihi önce kendi aramızda kararlaştıralım. Sonra aynı şekilde kadınları toplar onları da guruplandırırız. Kurslar daha sonra başlasa da yarınki toplantıya kurs fitilini ateşleyelim. Herkes heyecan içinde kurs gününü bekler. Malum bizim vatandaş işi böyle sıkı tutmazsak çabuk gevşeyiverir. Bu konuları yarın birlikte daha etraflıca değerlendiririz” dedi.
 
Zaten evinin önüne gelmişlerdi. Başmuallime “iyi geceler” deyip evine girdi.
 
Başmuallim kaymakamın ardından şaşkınlıkla bakarken “işi sıkı tutmak lazım… Yoksa kaymakam yetişmekte zorlanacağım” diye mırıldanıp hemen yandaki kendi evine yöneldi.
 
Onlar gittikten sonra doktor ve yüzbaşı bir süre daha oturup sohbet etti. Sonra birlikte çıktılar. Yüzbaşı hesabı ödeyecekti; doktor müdahale edip hesabı ödedi.
 
Onlar gittikten sonra kulüpte kalanların bir kısmı oyun salonuna geçti. Ötekiler kaymakamın anlattıkları üzerinden geç vakte kadar kendi aralarında tartıştılar. O sırada orada olanların çoğu bu okuma yazma kursuna iyi sardırmıştı. Oraya biraz geç gelen Tahsin ve çetin efendiler yanlarında kendi kafalarında olan iki esnafla birlikte çıktılar.
 
Kaymakamın bu sürati onları çok rahatsız etmiş; itiraza vakit bulamamışlardı; ama hemen teslim olmaya niyetleri yoktu.
 
Tahsin efendi “efendiler ateş almış gibi çok hızlı; ama bu memleket böyle hızlıların o hızla geldikleri gibi gittiğini çok gördü. Bakarsın bunların da tekerine bir çomak sokan olur kayar gider” derken bıyık altından güldü. Onun bu tavrından ve sözlerinden pek bir anlam çıkaramayan ötekiler de sanki onu anlamış ve destekliyorlarmış gibi gülümsediler ve “yarın ola hayrola” deyip her biri bir taraf kendi evlerine doğru gittiler.
 
Tahsin efendi ve yanındakiler o sıra karanlıkta damadının evinden gelen Hacı Arif efendiyi görmemişti.
 
Hacı Arif efendi Tahsin efendinin sesini duyunca yanındaki hanımına işaretle sessiz olmasını söylemiş ve Tahsin efendinin tüm konuşmalarını duymuştu. Tahsin efendiler dağılıp evlerine yönelince bir süre arkalarından baktı. Hanıma “yürü gidelim” derken ‘Gül! Tahsin efendi. Gül bakalım. Ama son gülen iyi güler. Kimin hızla gelip sonra kayıp gideceğini göreceğiz” diye mırıldanıyordu.
 
Buraya kadar yazdıklarımdan anlaşıldığı gibi okuma yazma kursu için Millet Mektepleri gibi ciddi bir projeyi yaşama geçirmek isteyen hükümet ve bu projenin savunucularının ellerinde bu konunun nasıl halledileceğine yönelik somut bilgi yoktu.
 
Ankara daha doğrusu Mustafa Kemal Osmanlı ahalisi olarak örgütleyip savaş sonunda bir halk olarak ortaya çıkan Anadolu insanıyla süratle kafasında kurguladığı çağdaş bir devlet yaratmak için bir mücadeleye girmişti. İnancı cumhuriyet idaresine referans almak isteyenlerle Arapça Latin alfabesi tartışmaları sonunda ‘bir yerde zorla’ Latin alfabesini ülkenin eğitiminde temel alırken yüzde doksan beşe yakını cahil olan bir halkı bu alfabeyle okuma yazma öğretmen ve okullarla öğrenim başlatma projesinin uygulanması için bir karar alıyordu. Sonra genelgelerle bu kararı valiliklere; oradan kaymakamlıklara iletirken uygulama insifiyatifini de yörenin özelliklerine göre onlara bırakıyordu.
 
Çok güçlü muhalifi olan bu projenin uygulaması süreci için bu kasaba ve köylerinde olduğu gibi ‘el yordamıyla’ diye nitelesek hiç de yanlış olmaz.
 
Çünkü henüz yeterli öğretmen kadrosu yok. Mevcut öğretmenlere askerde zeki ve öğrenim kabiliyeti olan erlere açılan kurslarla yetişenler takviye edilirken, ulaşımı zor köyler için de o köylerden devşirilen zeki çocuklar yatılı köy millet mekteplerinde yetiştirilerek o dağ köylerindeki öğrenim sağlanmıştı.
 
Bu rastgele uygulanan yöntem hiç farkında olmadan Köy Enstitülerinin temelini oluşturuyordu.  
 
Daha sonra açılan Köy Enstitülerinde de oralardaki okullarda başarılı çocuklar okutularak köy okullarının öğretmen ihtiyacı karşılanmıştı.
 
İsmail Tonguç bu uygulama için “kentli aydının köylüyle buluşup anlaşmasının zorluklarına bakarak köylerin kendi aydınını yetiştirerek aydınlanmayı köylerden başlatmayı hedef aldık” biçiminde veciz sözüyle Köy Enstitülerinin açılış amacını açıklıyordu.
 
Öykümüzün ileriki bölümlerinde bu süreci öyküler içinde anlatırken daha iyi fark edilmesine çalışacağım. (devam edecek)
 
 
 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..