Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Şubat '10

 
Kategori
Anılar
 

Milliyet Blog ve TRT...

Milliyet Blog ve TRT...
 

Sol başta, Curt Jürgens, İzmirli bar kadını, Bayan Jürgens ve ben" Garson beni çerçeveye alamamış."


Kendimi bildim bileli, şöhretlerle pek haşir neşir değilimdir. Onlarla işim varsa, iş bitimi unuturum onları. Bunca tiyatro, yerli ve yabancı sinema aktör ve aktrisleri arasında dikkatimi çeken veya çekmiş bir tek kimse yoktur hayatımda. Bir tek müstesnası vardır. O da Curt Jurgens. Avusturyalı Alman. Hani, bir zamanlar Atatürke benzediği için film çevirtmek istemişlerdi.

Toni Curtis, Charles Branson, “Anjelik dedikleri” Michele Mercier'lerin hepsiyle tanıştım. İzmir B. Efes otelinin önünde, boy boy çocuklar taksiye biniyorlardı. İçimden, “romanları da alıyorlar otele. Pes doğrusu!” demeğe kalmadı, bir de baktım, babaları Charles Branson çıkmasın mı?

Otel Lobisinde Toni Curtis’e rastladım. Konuşmak ne mümkün. Alt tarafı bir kare resim çekeceğim. Michele Mercier’in etrafında fır dönüyor, kaçınıyor muzip bir yüz ifadesi ile. Yakasını bıraktım.

Akşamı diskoda Michele Mercier, sevgilisi ile dans ediyordu. Adam, başını kızın saçlarına gömmüş, avurduna kadar doldurduğu saçlarını yemeğe çalışıyor. Ben de dolu doldu ağzıyle resimlemek istiyorum. Saçlar da, saç' dı hani. Keten helvası gibi. Yenmez de ne yapılırdı? Ve çektim. Adam da kızdı. “ Sevgilisi, Mercier’in saçlarını yaladı, yuttu, hem de çiğnemeden” diye çıktıydı gazetemde.

Yabancılar böyle. Yerliler de aynen böyle. Hiç biri ile resim çektirmek istemedim. İçimden gelmedi. Sebebini de bilmiyorum. Hatta, yazar Tarık Beyin onur gününde herkes poz verdi birlikte, ben, onları pozladım. Bizim Bayram makinesini verdi, sanatçılarla resmini çektirtti bana. “Seni de ben çekeyim onlarla” dedi, istemedim.

Ha, bir de Los Paraguayos’un şefi vardı. “ Luis Alberto del Parana” En çok sevdiğim müzisyen. Ama, resim çektirmek aklıma gelmedi. Dünya Lâtin Müziğinin tek temsilcileri. Ondan sonraki Los Maçukomboslar, onların yerini asla dolduramadılar.

Konak Belediye Başkanı Tartan, meslekten bir Belediye Başkanı. 20 Yıldır görememişiz birbirimizi. Geldi sarıldı, pehlivanlar gibi.”ağabeyci” diye diye. Milletin içinde itiştik kakıştık. Baktım bizim Bayram, elinde makine, etrafımızda dönüyor boyuna. “ Tüh kaçırdım!” dercesine ağlamaklıydı. Teselli ettim “ Önemli değildi”

Şöhretlerle bir olmayı neden istemem? Hala meçhulümdür. Bir tek istisna oldu hayatımda. O da Curt Jurgens. Alman Gestapo filmlerinin 1 numaralı adamıydı. “U Botların” destekleyicisiydi. Abonesiydim.

Curt Jurgens, İzmire geldi. Efes Otelinde, karısı Julia ile birlikte kalıyordu. Lobideki gazeteciler bekleşiyordu, dışarı çıksın diye. Hürriyet, Milliyet ve mahalli basın temsilcilerinin gözleri, asansörün kapısındaydı.

Ben, Jurgens’i servis asansöründen aşırtıp, akvaryumlu bahçeden, Kızılay sokağına çıkartmış, bir faytona bindirmiştim. Onları kordon gezmesine çıkaracaktım. “ Çipura balığını” tanıtıp, rakılama yapacaktık. Buzlu badem yiyecektik. Çatalkaya’ya bakıp kadeh kaldıracaktık. Halâ lobide bekleyen gazetecileri düşünerek, zevkten dört köşe olacaktım.

Bir aralık bahçenin köşesinde üçümüz bir resim çektirdik. İlk defa bir resim çektireyim demiştim. Heyecanlıydım da. Ah, işte o resim şimdi kayıp. Jurgens bana pavyona gidelim dedi. Faytonu oraya yönlendirdim. Geldik pavyona. Bize bir loca verdiler. Jurgens bir kadın istedi yanına. Karısı ile birlikte yudumluyoruz içkilerimizi, Verdim makineyi garsona, resmimiz çek diye. İşte, beni dışarıda bırakmış, görüyorsunuz. Lobide bekleyen arkadaşların ahı tuttu diye düşündüm. (1 nolu resim)

Bu arada müşterilerden bıçkın kıyafetli bir adam, elinde şişe ile bana hücum etmez mi? “ Şantaj mı yapıyorsun, resimlerimizi niye çekiyorsun?” diyerek. Hoppala. Gel de anlat. Patron yetişti, adamı sırtlayıp sokağa attılar. Sonra onları orada bıraktım. Gazeteye yetiştirdim resimlerimi.

Bunları niye anlatıyorum? Şöhretleri severim, birlikte resim çektirmiyorum demek istedim sadece. Ha unutuyordum. Bir de Sezer Sezin vardı. Hani şu Vurun Kahpeye ve Şoför Nebahat Filmlerinin aktristi. Amasra’da bir film çevirmişti. Kıza hayran olmuştum. ( Miranda Keer duymasın!) O'nu, İstanbul’da gördüm köprü altında. Bilet alıyordu. Tanışmadığım halde, o hızla sarmaş dolaş olduk. Ben bağıra çağıra uçuyorum. İmza istedim. İkimizde de kağıt kalem çıkmadı. Gişecinin kalemini istedim. Bu sefer kağıt yok. İş uzun sürdü, Gişeci bas bas bağırır, müşteriler yığılmış gişede. Vapur kalkacak, biz hala gözler yaşlı sarmaş dolaş! Gişecinin kalemle işi var. Bilet veremiyor. Vapur kalktı gider. Gişe çoktan kapandı. Ört ki, ölem!

Bir de, üçüncü şahıslar, beni övsün istemem. Övülmek, insan doğasının gıdasıdır. Ama, ben, nedense istemem. İsmimin çok geçmesini de istemem bir yapıtta. Bloğumuzdan bir radyocu blogcumuz, uğraşmış didinmiş, benim blog’daki Nokta noktam Şairinin hikâyesini, Türkiye’de ilk defa yeryüzüne çıkararak seslendirmiş, dillendirmiş. Ne mutlu ne ulvi bir olay bu değil mi?

Yayında, sorulara cevap verirken, Bartınlı arkadaş, ha bire ismimi tekrarlıyor. Sıkıldım valla. Şimdi bu başarılı programın CD’sini istedim ki, taraflara hediye edeyim diye. İsmim geçiyor, senaryo benim, bu benim projedir kaygısına asla kapılmadım. Nitekim gerek kalmadı. Onlardan biri gidip, CD’yi almış. Bende, hala yok o CD’ den. Olsun varsın. Arkadaşlar o programla onore oldular ya! Yeter!

TRT.İstanbul Radyosu Prodüktörü, programcısı, hazırlayanı, spikeri baş başa verip, hikâyeci Tarık Dursun K’nın Onur ödülünü yayınladılar dün. Olayın hikâyesi blogda, İlyas Bayram, ben ve bir dostumuz da dahil yayınlandı. Milliyet Blog radyocumuz yazmış o dfostumuza “ Yazınızı okudum. Gözlerim yaşardı. Hemen proğrama alacağım” diyerekten. Aynı konuda üçümüzün yazısından alıntılar yapılarak, üçümüz için gözlerini yaşartabilirdi o sevgili dostumuz. Neden olmadı? Yayında da adı, “Blog yazarı olarak geçiyor. Binlerce blog var Türkiye’de. Hangi blog? “Milliyet Blog yazarı” denseydi ya! İşte böylesi eksik inciler, mide bulandırdığında, benim de bulanır. Sizlerin de bulanması lâzımdır. Milliyet sıfatı neden atlanmıştır? Belli değil. Öyle mi icabetmiştir? Bilmiyoruz, sağlam bir teşhis koymak zor.

TRT ile aram, öteden beri iyi değildir. Binasının önünden bile geçmem. TRT’ye, günahımı vermem! TRT, verdiğim senaryoyu çekti, geldi. Hatta montajda ben de bulundum. Tam yayımlanacaktı ki, filmi çalmışlar. Hala kayıp. Binadan film nasıl kaybolur? 15’er dakikalık şiirlerin öyküsüydü. Hareketli ve resimli, fon müzikli bir belgeseldi. Türkiye’de ilkti bu. TRT. Daire Başkanı duruma el koydu. O da filmi bulamadı. Ana kopya eldeydi. “Yeniden kurgulayalım, prodüktörünü değiştirelim” dediler. Ben istemedim.

TRT’den yediğim vurgundan sonra bir daha senaryo yazmadım. Bloğumuzdaki TRT’ciye sadece saygımdan dolayı, kendisine yardımcı oldumdu. Hepsi bundan ibarettir. Kimsenin kimseye de gücenme ve kırılma hakkı da yoktur. Basın-yayın adabı da budur.

Te işte o ka!

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..