Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ocak '08

 
Kategori
Tarih
 

Modern sosyalizmi doğuran düşünceler…

Modern sosyalizmi doğuran düşünceler…
 

www.justice.az alintidir


Aslına bakarsanız modern sözcüğünü sosyalizme uyarlamak, kelimeyi sosyalizimle yan yana koymanın bile akıl, mantık ve bilimselliğe aykırı olduğunu düşünüyorum. Yakın gelecekte tüm varlığıyla yokolup gitme ihtimali kuvvetli olan bir ideolojiyi, tekrar diriltme hayalinde olanları uyandırmak ve halef olabilecek yeni nesilleri uyarmak için, istemeden’de olsa modern sözcüğünü onların anladığı dilden kunuşma anlaminda kullandim. Modern süzcüğünden anladığım mana ise kültür ve medeniyetlerin kabul ettiği çağdaşlık, çağcıl yenilikler, yenilenme, şartlara uyum, vs gibi ifadeleri alğıladığımı belirtmek isterim. Yeri gelmişken ilkel kavimlerin ulaştığını idda ettiği komün toplumunu esas alarak uydurulan bir sistemin moderinlik’le ne alakası olabilir sorusunu, onu savunanlara sormak isterim.

Düğer taraftan Engels’ın “Ütopik sosyalizim-Bilimsel sosyalizm” konulu ve sosyalizmin el kitabı olarak kabul edilen kitabında sosyalizmin bir tür ütopik gericilik olduğu açığını veridiğini’de hatırlatmak isterim. Engels ütopik teori ve nazariyeleri referans alarak mevcut olan sistemleri yıkan yeni bir dünya düzeni kurma hayallerini hayata geçirme girişiminde bulunmayı yani aksiyonu bilimselik olarak değerlendirir. O’nun için yeni dünya nizamını hayale getiren duygu ve düşüncelerin bilimselliği hiç önemli değildir. O’na göre çok uçuk hayal ve fantaziler tasavvur edebilir ve bu hülyaların bilimsel olup olmadğına bakılmaz, çünkü henüz fantazi aşamasında aynaya yansıyan sisli görüntü gibidir. Ancak hayale yansıyan bu duygu ve düşünceleri hayata geçirme aşamasında devrim ihtilal gibi seçeneklerin bilimselliğe uygun olmasını savunur. Bu fikirlerini evrim ve tekamül teorisine dayandırır. Pekiyi öylede sosyalizmin tekamül edip olgunlaşması için ne kadar daha bekleyeceğiz..? Kaldı ki çağımızda darvinizim ve evrim teorisinin bilimselliği çürütülmüş ve literatürden kaldırılmıştır.

1766’da keşiş Ferdinand Facchinei ile başlayan ‘’Bireysel Sosyalizm’’ hareketinden sonra ve 1830 gelindiğinde Saint-Simon’cular, Charles Fourier, Robert Owen Sipnoza gibi düşünürlerin başlattığı ‘’Modern sosyalistler-yenilikciler’’ gibi isimler altında sosyalizmin ideolojik iskeletini şekillendirirler. Bunların arasında dönemin şartları içerisinde en cesurları olarak, Hollandalı Sipinazo dikkat çeker.

Ispanyol Yahudisi Hollandali Spinoza;

Sipinozaya göre "Kainat Allah’tan ibarettir. Bunların ikisi bir veya aynı şeydir." diyerek, Materyalist bir yaklaşımla kainatı yaratan Tanrıyı yarattığı varlıkların seviyesine indirip, kainat üstü ve tüm alemleri aşkın Allah inancını reddetmiş olur. Ve bu inkarcılığı ile materyalist fikirlerin gelişmesine öncülük ederek, bir anlamda materyalist ve modern sosyalizmi doğuracak düşüncelerin önünü açmış olur.

Varlet, Roux, Chaher ve Leclerc;

Tarihe Enragelerin (Kudurmuşlar) diye geçen bu gurup ise; giderek artan hayat pahalılığı karşısında halkın çok hızlı ve artan bir yoğunlukta purotestanlaştığı iddasında bulunarak bir ‘’Manifesto’’ hazırlarlar ve kilisenin sorumluluk alarak yoneticileri uyarıp acil önlem almasını talap ederler. Tam bir siyonist düzenbazlığı, düşünce ve fikir olarak halkın yanında fakat siyasi aksiyon olarak devlet ve kilisesin saflarında yer alırlar.

Jacques Roux ise;

Gizli bir Yahudi olan “Kızıl Papaz” lakaplı dönme Jacques Roux 25 Haziran 1793 te toplanan bir ‘’Konvansiyon’da’’ Hıristiyanlığı savunma adına tarihçi Albert Mathiez’in Enragelerin “Kudurmuşlar Manifestosu” başlıklı metninden pasajlar okur… Kızıl papaz “toplumun en calışkan ve üretken sınıfı işçilerin emeğinin bencil insanlar tarafından sömürülmesinden bahsederek, işçi sınıfının ölümüne bir savaşa hazırlandığından sözeder ve kiliseyi uyarmakla hükümlü bulunduğunu belirtir”. Kızıl Papaz “Yer yüzündeki ürünlerin, toprağın, suyun, ateşin, havanın bütün insanlara ait olduğunu, mülkiyet hakkının insanları sefalet ve açlıktan öldürmekten başka bir işe yaramadığını” söyleyecek kadar ileri gider. Ve kendisi gibi düşünen Doliver’in, Jakobenler’den etkilenerek savunduğu fikirlere atıfta bulunarak, büyük çiftlikleri ortadan kaldırarak toprağı ne kadar aile varsa, o kadar küçük köy işletmesine bölmeyi önererek toplumsal eşitsizlik ve aristokratik ayrıcalıkların kalkacağı sosyal adalet, sosyal eşitlik ve sosyal düzenin sağlanacağı yenilikleri savunur ve kiliseyi insiyatif almaya davet eder. Böylece siyasi manada Modern sosyalizmin fikiri zemininin temelerini atmış olur. Elaltından gizli bir plan ugulayarak işçi ücretlerinin artırılmasını propoğanda edip işçileri örgütlemaya çalışırken, ticareti elinde bulunduran Yahudi tüccarlara’da temel ihtiyaç maddelerine zam yapmalarını önererek daha çok para kazanmalarına yardımcı olur.

Saint-Just’ün ise;

Sosyalizm ve ezilen sınıfların çıkarlarını koruma adına (26 Şubat - 3 Mart 1794) onaylattığı ventöse karanameleri uyarınca: kuşkulu yollardan edinilen mallara el konacak ve bu mallar fakirlere bedava dağıtılacaktır. Sözkonusu kararnamelerden gerçekten uygulanabilen tek ilke tazminat ilkesi olmuştur. Saint-Just “İnstitutlions republicaines” planı öngörüldüğü gibi “yoksulları giydirmek ve örtmek için zenginleri soymak” yerine sadece dilenciliğin üstesinden gelmeye yönelik bir ulusal hayır planına dönülür ve proje uygulamaya konmaz. Bu konuda Buonarroti aşağıya aldığımız görüşlere yerverir.

Mal ve Topraklara elkonulması hadisesinde Buonarroti’nin belirtmiş olduğu gibi;

1828’de Babeuf ve arkadaşları Direktuvar’ı alaşağı etmek için komplolar düzenlemişlerdir. Mayıs 1796’da tutuklanan Babeuf 1797’de idam edilir. Babeuf idamından sonra yandaşları Sylvain Marechal’in ‘’Eşitler Manifestosu’’ ve Babeuf’çülerin toplumsal öğretisini açıklarlar. Bu bildirilerde Fransız devriminden sonra, “daha büyük ve son olacak başka bir devrimi” konu alan temalar işlenir ve Eşitlerin, Jacobenlerin tarım yasasını elestirerek “daha adil bir düzenden yana ortak çıkar ya’da çıkarların ortaklığına” değinerek bireysel toprak mülkiyetine son verilmesini talep ederler. Burada esas amaç bölünen küçük toprakların yeni sahipleri olaçak küçük çiftlikleri Yahudi bankerlerden kredi almaya teşvik ederek, bankerlerin faiz geliri edinmelerine yardımcı olmaktır. Diger taraftan bu bildiri ve manifestolarin Karl Maxin politik, sosyo-ekonomik sosyalizmi ve Marxsit Manifestosunun oluşmasında en önemli esin kaynağı olarak gördüğümüz ve Marksit felsefenin anlaşılması için kısada olsa değinmek zorunluluğu hissettik.

Sosyalizmin aydınlanma dönemi;

Karl Marx’ta selefleri gibi toplumsal aydınlanmayı Fransız Devrimiyle bağdaştırır. Endüstri ve sanayileşmemin libarelleşmeyi doğurduğunu bunun sonucu olarak’ta eşitlikçi ideallerinin insanları aydınlanmaya zorladığını hatta mecbur kıldığını savunur. Sömüren sınıfları tasfiye ederek sosyal düzen ve insanlar arası ilişkilerde dayanışma ve yardımlaşmayı sağlacak üretim araçlarının ortak mülki­yete dahil edilmesi talebini toplumsal aydınlanma olarak değerlendirir. Bu anlamda toplum ve insan ilişkilerini sadece maddi çıkar ilişkilerine indirgeyerek devlet, millet, ahlak, kültür, din, iman ve aile gibi gerilim ve reflexleri görmezlikten gelir ve değersiz bulur. Marx’ın bu tavrı onun insanı tanımadığı anlamına geldiği gibi, belki’de inandığı Yahudi dinin bir emrini yerine getirmek için kasıtlı olarak böylesi bir tezat ve saplantı içerisine girmiştir. Daha önce “Yahudi teolojisinde vaadedilmiş kutsal topraklar” başlığı taşıyan bölümde bahsettiğimiz gibi Yahudilerin Bereşit, Şemot Kitaplarında İsariloğullarının soy-sop ve aile yapısını tarif eden pasajlarda kutsal topraklardan bahisle, Yahudilerin Tanrı tarafından yeryüzüne kutsallık getirmek üzere seçilmiş özel bir millet olduğu beyanı yanında, yine Tanrının yeryüzü hakimiyeti kırallığını kurmak için kendilerini görevlendirdiğine inanç vardır. Tanrının bu emrini yerine getirmek için Yahudi olmayan diğer unsurların din, dil, kültür, inanç, iman, itikat, aile gibi nekadar gerilim yaratan kıymetleri varsa onları deşenere edip yıpratmak Yahudiler için en büyük sevaptır. İşte Karl Marx sözünü ettiğimiz tüm değerleri öteki unsurların kıymetleri olarak görüp kendi inancına hizmet gayesiyle büyük sevabı kazanmak için bilerek ve farkında olarak inkar edip önemsiz görmüştür.

Marx, Toplumsal olaylar hakkında; "Cemiyet ve toplumsal olaylarının yaratıcısı madde olmuştur" demekle bugün fizikçilerin maddenin ruhunu delik-deşik eden buluşlarını düşünemediği için, maddenin varlığını yine maddeye bağlayıp, maddenin ruhunu hesap etmede ruhun kuvvetini ve onun yaratıcılığını inkar eder. Marx bu iddasiyla ilmi olarak insanda var olduğu bilinen ruhi zekayı inkar ederek insanı adeta hayvanlaştırmış olur. Marx kendisinin hayvandan farklı olmadığını düşünerek hiç bir ilmi değeri olmayan böyle saçma bir iddada bulunmuş olabilir ve fakat bu idda bir gerçeğe işaret eder ki o da Marx’ın insanı tanımadığı gerçeğidir. İnsanı tanımayan bir kişinin ise insanlık ideali adına ortaya attığı tüm fikirler zaten anlamsız ve manasız olur. Eğer Marx insanı tanımış olsa idi, İnsanın tek bir yönde giden, tek zihinli bir hayvan gíbi hareket etmediğini bilir ve insan olarak molar ünitemiz (fizik ve ruh yapımız) çerçevesinde ihtiyaçlar, istekler, hedefler, duyduğumuz hazlar, heyecan ve zevkleri, moral degerleri, gerilim ve reflexleri inkar eden hataya düşmezdi. Bu konuda yanlız Marx değil, asağıda inceleyecek olduğumuz ve özellikle Marx’sın etkilendiği selefleri dönemin felsefe ve bilim adamlarınında kasıtlı olarak aynı hataya düştüklerini görmekteyiz.

Madde ve insan ruhu konusunda daha fazla bilgi için milliyet gazetesinin internet sitesinden M.Yazarel ‘’Ruhumuzu Nasil Buluruz’’ başlığını taşıyan yazısına bakabilirsiniz. http://milliyet.com.tr/yazarel

Viyanali bir Yahudi olan Dr. Freud;

Freud bütün ruhi hal ve hareketlerimizin doğuşunu şuur dışında gizlenen cinsi istekler ve iştahlara icra ederek, insan ruhunu cinsel istekleri yerine yetiren sefillerin çocuğu olduğunu söylüyor. Bütün yüksek idealleri, en temiz insani duygu ve ihtirasları cinsi iştihaların emrine bırakıyor. Freud bu düşüncesiyle insanda var olan ruhu inkar etmiyor fakat, madde ruh muvazenesinde insanı yanlız maddenin ve cinsi iştahlarının peşinden koşan bir varlık olarak görüp insanın manevi haz ve heyecanını görmezlikten geliyor. Bundan başka insanı iradesi dışında cinsel içgüdüyle hareket eden bir varlık gibi gürüp insanı adete hayvanlaştırıyor. Kimbilir belkide Freud’u bu düşünceye sevkeden Sebetayizimi işlediğimiz bölümde değindiğimiz gibi, Sabetayistlere izafe edilen, fakat spekülasyon’da olabilir, her 21 Mart gecesi “Kuzu Bayramı” denen ve khal adını verdikleri dini toplanma yerinde Ogan’ların önderliğinde yapıldığı söylenen mum-söndü ayınlerinden esinlenmiş olabilir.

Emile Durkheim ise;

Fransız sosyoloji okulunun kurucusu ve kendisi bir Yahudi olan Emile Durkheim, sonsuzluk arzusu bulunan insanı cemiyetin sınırları içine kapatıyor ve insan için emel ve ideal, Allah ve ahlak, her şey cemiyettir sonucuna ulaşıyor. Ve cemiyetleri oluşturan bireylerin ferdi hürriyet ve haklarını inkar ettiği gibi, sağliklı toplumları ancak sağlıklı olan bireylerin oluşturacağı gerceğini göremiyor. Toplum çıkarlarını her şeyin üstünde tutarak, inanç ve imanı cemiyette hakim olan kuvvetlerin esiri yapıyor. Ve İnsanı itaatının şuuruna sahip güdülecek bir sürü olarak tarif ediyor. Durkheim insan iradesini inkar etmiyor fakat, iradeyi itaatın emrine veriyor. Kısaca insanı hakim kuvvetlerin kölesi olarak görüyor.

Levy-Bürhl ise;

Bireysel ahlak idealini büsbütün inkar ederek, ferdi şahsiyetleri vicdani içgüdülerin ayakları altına seriyor. Durkheim gibi o da vicdanın yerine Cemiyeti koyuyor. Görüldüğü gibi, malesaf Levy de diğerleri gibi kolleftivizmiden bireyselliğe inemiyor. Bizim günlük hayata ve kollektif değerlere vurgu yapmak için kullandığımız toplum vicdanı veya cemiyet ahlakı gibi kıymetlere takılıp kalıyor. Evet milli duygularımızı okşayan milli marşımız, yada kahramanlık türkülerimiz söylendiğinde kollektif duyguyla aldığımız bir haz ve heyecanımız elbette var ve inkar edilemez, fakat diğer bir yanda’da müzik, sinema, tiyatro, edebiyat ve güzel sanatlar gibi estetik değerlerden bireysel olarak alınan hazlar var, onlar nasıl olurda inkar edilip görmezlikten gelinir.

Einstein ise;

Madde dünyasında mutlak kanunların bulunmadığını, tam bir uyum ve izafilik içerisinde yaşadığımızı ileri sürmekle kendisine kadar gelen Yahudi asıllı mütefekkirlerin inkar halkasını tamamlayan düşünürlerden olmuştur. Öylede fizikte yerçekimi kuvveti kanunlarına mualefet ederek toprağa atılan tohum ve çekirdeğin hangi akla hizmetle tüm fizik kanunlarına mukavemet ederek yerin dibine değilde toprağın üstüne filizlenip meyve sebze olup canlıları besleyen ürünler veriyor, üstelik yok olup tükeneceğini bile bile onca zahmete katlanıyor.

Bir sonraki başlığımız “Ütopik sosyalizmimi- Bilimsel sosyalizimmi”…? olacaktır.

Metin YAZAREL

Kaynakça:

Metin Yazarel : http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=37283

Elie Halévy; - Levy-Bürhl - Karl Popper; - Max Weber ;

E. Durkheim ; - Freud; - Einstein;

Pierre Leroux; Revue encyclopédque 1833 “Bireycilik ve Sosyalizm”

Encyclopedia Judaica, cilt 11, sf:1071-1074

Jewish Chronicle, 10 Nisan 1992

The Keys of This Blood, Malachi Martin,

The World Order, A Study in Hegemony of Parasitism, Eustace Mullins,

 
Toplam blog
: 65
: 3015
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Sosyal Bilimler Fakültesi Sosyoloji bölümü  terk. Hollanda'da ikamet etmekte. Hollanda'da ..