Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Şubat '10

 
Kategori
Dostluk
 

Ne asil bir kadındı !

Ne asil bir kadındı !
 

Yakınımda olan insanlar bilir. Abilerim, ablalarım meşhurdur! Türkiye'de Şeref Abi'm, Mustafa Abi'm ve Müfit Abi'm; yurt dışında ise Göteborg'da Ove, Spilimbergo'da Rino, Portekiz'de Rui ve Berlin'de de Salih Abi'm ve eşleri. "İyi ki vardır"lar. Benim hayatımı kolaylaştırır, yaşamımı yaşanır kılarlar. Kafama bir şey mi takıldı, birbirimizin yardımına mı ihtiyacımız var, ertesi gün yanlarındayımdır ya da Salih Abi'm arar, "Çok özledik seni, bekliyoruz yengenle." der, her neredeysem seyahat programları değişir, Berlin'e koşarım. Yazın Rui arar, "Biz Faro'dan döndük. Yazlık bomboş, dolaplar dolu. Gidip 1-2 hafta kalın. Ha bir de galiba üst kattaki banyonun ışığını açık unutmuşuz, kapatırsın." der. Tabii ki ışık konusu numaradır, gitmemi misyon kılar. Son kitabımda da yer alan Faro'ya, okyanus dinginliğine koşarım ve tabii ki açık kalmış bir ışık da yoktur. Abilerim kendi aralarında da arkadaştır. Rui, Ove'nin Volvo'dan mesai arkadaşıdır. Salih Abi'm de Şeref Abi'min Kuşadası'ndaki evini satın almıştır. İtalyan Alpleri'ndeki şirin köy Spilimbergo'da yaşayan abim Rino ve ablam Pasquinia; kızları Marzia ve Linda; torunları Stefano ve Sabrina yolumu beklerler. Enolojiye merakımı bildiklerinden, 2002 Bağ Bozumunda bir fıçı Sangiovese şarap da benim için yapılmıştı. 200 şişeyi 5 yıl içinde oraya gittiğimde beraber içtik, eşe-dosta da taşıdım ve bitirdik.

Yıllar geçiyor ve ben sevdiklerimi teker teker kaybediyorum. Şeref Abi'mi ne yazık ki 2008'de kaybettim. O da uykusunda veda etti bizlere. Canıma okumaya yemin etmiş yaşamın içinde gittikçe bir başınalığa itiliyorum.

Ove'yi tanıdığımda yıl 1996'ydı. O yıllarda Türkiye'de çalışıyordum ve Ove de bizim İsveç temsilcimizdi. Amsterdam'dan bindiğim uçağın kaptanı, "Sayın yolcular, sizlere Göteborg hava tahminiyle ilgili kısa bir şey söyleyebilirim. Gökten bir tek taş yağmıyor" dediğinde, ilk kez gideceğim Göteborg beni korkutmuştu. Saat gece yarısına geliyordu ve ben pisti teker koymadan ancak birkaç metre önce görebilmiştim. Gerçekten de inanılmaz kötü bir havaydı! Ove'yi ilk kez görecektim. Acaba nasıl biriydi. Bekleyenlerin arasında gözlerim ismimin yazılı olduğu kağıdı arıyordu. Az ileride gördüm onu. Elinde, yazdığım son fax vardı. Şirketimizin logosu çarptı gözüme. Belki de ismim yazılı bir kağıt taşımaya utanmıştı ellili yaşlardaki Viking !

Ofisi ve Evi Göteborg'a 20 km uzaklıktaki, 2000 kişin yaşadığı şirin Kode'deydi. Ofisi dediğim de bahçeli bir villaydı. Önce evinin de orası olduğunu düşünmüştüm; ama evi 1 km ötedeydi. Eşi Bodil'le de ofiste tanıştım. Ove'nin yardımcısıydı. Kahveyi pek sevmeyen ben Bodil'in kahvesi ve leziz kurabiyeleri ile o gün ne müthiş bir dostluğa adım attığımın farkında değildim. Götürdüğüm kocaman nazar boncuğunu ve anlamını anlatınca hemen evlerinin kapısının üzerine asmışlardı.

Tek çocukları Annika'ydı ve Makine Mühendisliği okuyordu.

Ove ile ortak çok yanımız vardı. 28 yıl Volvo'da çalıştıktan sonra emekli olmuş; ama otomotiv'den kopamamıştı. O da arabalara düşkündü ve her İsveçli gibi tam bir Volvo sevdalısıydı. Evlerinde 3 Volvo otomobil, V70, S960, S50 ve bir de garajlarında korudukları koleksiyon Trabant vardı. S60 çıktığında mutlaka almam için başımın etini yedi. Hatta çıkarıp parasını bile vermeye hazırdı. Sonraki yıllarda bir de spor S80'i oldu; ama bir gün Jaguar S-Type alınca çok şaşırdım. O'nun gibi muhafazakar bir insandan beklenilmeyecek bir hamleydi. "Sorma bir şey." dedi. En nefret ettiği araba VW ve Audi'ydi. Audi almadım; ama VW alınca bana kızdı. İstanbul'a gelince zoraki bindi, "Hız yapma." dedi. Sırtı koltuğa yapıştığında da, "Torku kaç bunun?" oldu ilk sorusu. Yaşı artık 70'e geliyor ve şimdilerde de Jaguar XF kullanıyor. Ben gittiğimde de anahtarı elime tutuşturuyor, "Sen İngilizsin, yabancılık çekmeyesin diye Jaguar aldım." diyor:)

Seyahatimin birinde, "Neden uçakla dönüyorsun? Stena Line'la Kiel'a gitsene." dedi. Yani gemiyle! Dönüş uçak biletimi yaktım ve onu dinledim. Dev gemide 13 saatlik müthiş bir deniz yolculuğuydu. Sinemalar, diskotekler, sınırsız yiyecek-içecek, gece boyu eğlence ve asla uyumak istemiyordunuz. Sonraki yıllarda da defalarca bu yolu kullanacak, Almanya'dan İsveç'e gemiyle geçecektim.

Müthiş işler yaptık Ove ile. Büyük başarılara imza attık. Stryn'e (blog: Yalnızdaşım Stryn) ilk kara yolculuğumu da Ove'nin V70'iyle yaptım. 750 km'lik yolu bana karış karış anlatmıştı. Ne zaman arabayı sağa çekip, "Hadi Ata, biraz da sen kullan. Yoruldum ben." diyeceği belli olmazdı. Ayı etini de ilk kez o seyahatte, Lillehammer'da tatmıştım. Bir gece Oslo'ya yaklaşırken yolun ortasında duran bir moose ile burun buruna gelmiştim. 2.5 mt boyunda, 700 kilo ağırlığındaki geyiğe çarpsaydım sonumuz felaket olacaktı. Artık yılda birkaç kez Göteborg'a gidiyordum. Bodil ve Ove beni evlerinde ağırlamaya başlamışlardı. Gündüz deli gibi çalışıyor, akşam da evde fondue keyfi yapıyorduk. Çünkü benim çok sevdiğimi biliyorlardı.

Kariyer planlamamda da Ove'nin yeri büyüktü. Uzun yıllar dünya devi Volvo'da çalışmıştı ve dünya otomotiv endüstrisinde adı geçen bir insandı. "Ben artık Türkiye'de çalışmak istemiyorum." dediğimin haftasında Arjantin ve Meksika'da işim hazırdı. Yine de ondaki kredimi kolay harcamadım. 2002'de bir Fin şirketine transfer olunca çok bozuldu. Finlandiya 659 yıl egemenliklerinde kalmıştı ve Finlileri hiç sevmezdi, "Zaten onlar Avrupalı değiller. Zor sattık Ruslara." derdi.

Annika mezun oldu. Babası gibi Volvo'da çalışmaya başladı. Çok saygılı bir kızdı. Hani, hiç yurt dışına çıkmamış insanlarımız yabancı kızları sadece filmlerde gördükleri gibi hafif ve aşırı özgür sanırlar ya, benim hiçbir arkadaşımın kızları öyle değildir. Annika 26 yaşında nişanlandı ve onlara bir gittiğimde, baktım yanımda kıvranıyor. Bodil mutfağa, Ove da mahzene şarap almaya indiğinde;

"Ata, bugün Lars-Magnus'la (nişanlısı) buluşacaktım; ama babam, Ata gelecek hiçbir yere gidemezsin dedi. Lütfen onunla buluşmama izin verir misin, babamdan benim için izin alır mısın?" dedi.

Bunu söyleyen 26 yaşında, Volvo'da makine mühendisi olarak çalışan, İsveçli bir genç kızdı! İnanması güç, değil mi?

Annika evlenince de gittim. Kocaman bir gümüş vazo götürmüştüm. Annika ve Lars-Magnus çok şaşırmışlar, sevinçten deliye dönmüşlerdi. Bodil ve Ove'nin gözlerinde ise dostluğumuzun gücü okunuyordu.

O'nu tanımama neden olan Türk şirketinden ayrılmıştım; ama ailevi dostluğumuz devam ediyordu. Her sene yaz tatillerimizde de mutlaka bir haftamızı Göteborg'da, onlarla geçiriyorduk. Yanlış hatırlamıyorsam 2002 yazında bir yelkenli aldı Ove ve limandan limana geziyorduk. 2003 yazı da bunlardan biriydi. Birlikte yelkenli yarışına da katıldık. Hep birlikte çok mutluyduk. Son gün Ove havaalanına götürürken acı gerçeği söyledi. Bodil lenf kanseriydi. 10 gün önce öğrenmişlerdi ve derhal kemoterapiye başlanmalıydı. Ama Ove'ye, "Ata'lar gelecek, sakın onlara belli etme. Tedaviye onlar gittikten sonra başlamak istiyorum." demişti. Söyler misiniz, bunu kaçımız yapabiliriz? Kendi sağlığının önüne almıştı bizi ve bir hafta boyunca bizimle gülmüş, eğlenmiş, hiçbir şey belli etmemişti. İşte gerçek dostluk böyle bir şeydi.

Moralim çok bozulmuştu. Tedaviye başlandığı haberlerini alıyordum. Vücudu ağır kemoterapik ilaçları çok iyi tolere ediyordu. Ben de alternatif tıp anlamında bilgi bombardımanına tutuyordum. Allahtan lanet hastalık ileri yaşlılarda daha yavaş seyrediyordu ve Bodil düzeliyordu. Ben de sık sık gidiyordum yanlarına. Mutfakta yemek yerken kendi tabağından çok benim tabağımla ve yemeği ne kadar beğendiğimle ilgilenirdi Bodil. Annem gibiydi. Geleceğimi haber alınca sevdiğim yemekleri yapardı. 2007'de ilk torunları Oskar doğdu. Bodil iyice hayata bağlandı. 2009'da da bal küpü Agnes doğunca, Bodil için yaşam şimdi başlıyor diye düşünmeye başladım. Dünya tatlısı Agnes'i görmek için geçen Mayıs'ta gittiğimde Bodil'in yüzüne adeta nur gelmişti. O'na baktığımı görünce, "İyiyim Ata, merak etme sen." demişti.

İki ay önce Ove'den kötü haber geldi. Bodil iyi değildi ve hastaneye kaldırılmıştı. Melun hastalık tüm vücudunu sardığı gibi beyne de sıçramıştı. Karaciğeri de artık ilaç kaldıracak halde değildi. Bodil'i eve götüreceklerdi ve kendi yatağına yatıracaklardı. Yanlarına koşmak istiyordum; ama seyahatlerimin en yoğun olduğu dönemdi. Her gün telefon ediyordum. Ove'nin anlattığına göre evi adeta hastane yoğun bakım odası haline getirmişlerdi ve iki de hemşire başındaydı.

Kötü haberi Delhi'de aldım. 16 Şubat 2010. Bodil kendi yatağında; yanında eşi, kızı, damadı ve torunları varken bir daha uyanmamacasına dünyaya veda etmişti. Zaten içimin cayır cayır yandığı Hindistan'daydım ve bir de bu acı haberle koltuğa yığıldım.

Ağladım!! Anılarda yolculuğa çıktım. Ne güzel günlerdi. İyi ki tanıdım onları. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Mutlu görüneceğiz; ama içimizdeki yangınlarda kavrulacağız.

Mekânı cennet olsun. Bizden farklı olarak orada cenazeleri hemen defnetmiyorlar. Cenaze törenlerine aile ve kilise özenle hazırlanıyor ve defin işlemi bir ayı bulabiliyor. Bodil'in cenaze töreni 12 Mart'ta Kode Solberga Kilisesi'nde ve son yolculuğunda o asil kadının yanında olacağım. O'nu tanıdığım için tanrıya şükredeceğim. Canım abim Ove'nin koluna gireceğim ve nisandaki 1 hafta iznimde de onu İstanbul'a getireceğim. 

http://blog.milliyet.com.tr/ne-asil-bir-kadindi---veda/Blog/?BlogNo=233620

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..