Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ocak '07

 
Kategori
Futbol
 

Ne zaman kaybettik gazozuna maçları?

Ne zaman kaybettik gazozuna maçları?
 

Bilmem hak verir misiniz? Benim gibi 30’larında olanlar, belki de mahalle aralarında plastik topla döktüren bir neslin koruma altına alınması gereken son temsilcileri... Birçokları idrak etmiş olsa da üzerinde fazla durmaz, oysa bugünlerde görkemli sitelerin yükseldiği arsalardan başarısız röveşata girişimleriyle dolu mahalle maçları, Ağustos sıcağından bunalmış bünyeyi bir sade gazozla serinletme çabaları geldi geçti. Maçı kazanmanın verdiği gurur, mahalle bakkalının uzattığı gazozun sevincine karıştığında elbet boşuna değildi bakkala Lennart Johansson, gazoza da UEFA kupası muamelesi yapışımız. Kaybedene bir “fırt” içirecek kadar yufka yürekli, yeteneksiz top sahibini kaleye geçirecek kadar acımasız olabilen ama her şeyden önce futboldan zevk almayı bilen bir neslin son temsilcileri...

Şimdilerde ne bakkal kaldı doğru dürüst ne de top oynanabilecek bir arsa. Zaten zamane çocukları da açıp Playstation’larını “Pro Evolution Soccer” oynamayı, çayır çimen kokusuna tercih eder oldular. Winning Eleven’da dömi volenin tuş kombinasyonunu zehir gibi bilen çocuklar, toprak sahada hüzünlü bir provasını yapıp da yara bere içinde kalmadan Ronaldinho’nun Villareal’e attığı golün hakkını verebilirler mi? Ya da çocuk pornosu haberleri böyle ayyuka çıkmışken, ebeveynler çocuklarını komşu mahalleye, gazozuna maç yapmaya gönderirler mi? Bırakınız efendim evde otursunlar, PS2 başında uslu “happy meal” neslinin cengâverleri olsunlar... Sabahın serininde tertemiz kıyafetlerle oynamaya yolladığı çocuklarını, akşam karanlığında çimen lekeli kıyafetlerinde toz toprak içinde karşılayan annelerimizin güdümlü terliklerinden sakınarak büyüyen bizler, amatör ruhun bayraktarlığı yapmaya amadeyiz zaten. Sahi yeri gelmişken, “çimen lekesi” ne zaman kalktı televizyondaki deterjan reklâmlarından? Kan, kahve ve meyve suyu lekeleri ne anlatmaya çalışıyor bizlere? Akan kan, kanı akandan daha mı önemlidir diye sorsam, “cana geleceğine mala gelsin” mi dersiniz yoksa “mal canın yongasıdır” diyenlerden misiniz?

O zamanlar biraz imkânsızlıktan, biraz da adettendi derbi maçların 14.30 da oynanması... Her hafta muntazaman radyo başında dakika ve skor aldığımız Anadolu şehirlerine anlaşılmaz bir sempati duyar, Alsancak Stadı’nın arkasındaki binayı her özet seyredişimizde merak ederdik. Ofsayttan doğan endirekt serbest vuruşlar, ceza sahası içinde demarke vaziyette bir oyuncuyla mutlaka buluşur, Altay maçlarından aşina olduğumuz “Şuuuuut! Yandaaannn dışarıdaaa!” nidaları, “Mikrofonlarımız Gaziantep’te” anonslarına karışırdı. Pazar günlerinin rutinlerinden biri sobaya yakın konuşlanıp ödevleri yapmaya kasmaksa eğer, diğeri de mutlaka bu maç yayınları olurdu. Tezahüratlardaki masumiyet, Aristo mantığı tadında olur ve elbette köpek salata yemez, aslan Fener/Cimbom/Kartal da gol yemezdi. Sekiz futbolcunun aynı anda transfer görüşmesine girdiği ve topluca imzaların atıldığı günlerdi o günler. Ve futbol endüstrileşerek devleşmemiş, içimizdeki çocukları yutmaya başlamamıştı o zamanlar... Aykut Kocaman’ın aşırtma gollerini izlemiş, Rıza Çalımbay ve Raşit Çetiner’in usta penaltıcılar olduğunu bilen o neslin futboldan aldığı tat kadar duruydu futbol.


Top ve oyuncu seçimini “Alırım veririm ben seni yenerim” metoduyla gerçekleştirişimiz, itiraf etmek gerekir ki hiçbirimizin cebinde yazı tura atacak paranın olmayışındandı. Hem çocukların parayla ne işi olurdu ki? Hayat güzeldi, yaz tatilleri uzun ve futbol kampı tadındaydı. Yaz spor okulları literatürde yoktu ki o zamanlar...


Bugünün çocukları cep telefonu olmadan kendisini ne kadar çıplak hissediyorsa, bizim nesil de mahallenin tek topu patladığında aynı duyguları hissediyordu sanırım. Bozulmuş moraller topun iki parça haline getirilip kafaya geçirilmesiyle bir nebze olsun düzelir, imece usulü bir top alabilmek için annelere yalvarmaya gidilirdi. “Official product” şöyle dursun, Salı pazarından bir forma kapabilenler gururla giyerlerdi insanın tenini yakan o naylon formaları... Çocuktuk işte ve futbolu seviyorduk!


Modern futbolun bizlere kazandırdıklarını inkâr etmek muhakkak ki, yapılacak en aptalca kritiklerden biri olur. Altını çizmek istediğim modern hayat ve modern futbolun bizlere kaybettirdikleri... Hangisi daha ağır basıyor derseniz, hemen söyleyeyim futbola cari hesaplarla bakan gözlerden değilim. Bugün Fenerbahçe ve Galatasaraylılardan oluşan karma tribünler kulağa nasıl imkânsız geliyorsa, bizim nesil içinde futboldan vazgeçmek o manaya geliyor. Söylediğim gibi çocuktuk işte ve futbolu seviyorduk! Büyüdük hala seviyoruz!

 
Toplam blog
: 235
: 717
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Yazar 1976 yılında İstanbul'da doğdu. Tüm eğitim ve öğretim hayatını burada tamamlayarak, 1999 yı..