Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ocak '12

 
Kategori
İlişkiler
 

Neden yalnız ve sevgisiz hissediyoruz?

Neden yalnız ve sevgisiz hissediyoruz?
 

Ressam Edward Hopper "Otel Odası"


Yalnızlık mı sevgisizlik mi bizi yalnızlığa iten?

Düşünüp kafa yormak, sorgulamak, kitaplar okumak yetmiyor cevap bulmaya… Her reçete her hastaya uymayacağı gibi, her yazılan her söylenen de bize uymayabiliyor. Kendimizi en iyi biz tanırız çünkü. Neler yaşadığımızı, yaşadıklarımızın bizden neler alıp götürdüğünü, değişim sürecinin artılarını eksilerini en iyi biz biliriz…

Bir çoğumuz orta ve ileri yaşlarda, bu gün hoşnut olmadığımız her şeyden, geçmişte verdiğimiz kararları sorumlu tutarız. O günün şartlarında her şey çok doğrudur oysaki… Kararlarımız, tercihlerimiz ve kişiler, bu gün yanlışımız; ödediğimiz bedellerin geçmişle köprüsü olmuştur adeta. Geçmişi suçlamak en kolayıdır. Kolayı seçmek de soruları cevaplamaya ve sorunları çözmeye yetmez ne yazık ki…

Dün kollarında güven içinde uyuduğumuz annelerimiz yaş aldıkça değişmemiş midir? Bu gün serzenişte bulunduğumuz , zaman zaman tartıştığımız, eleştirdiğimiz annelerimiz yanlış kişi midir? Elbette ki hayır! Sevgileri sahte, çıkarcı mıdır? Yine hayır! Doğanın gereği çevremizde ki her şey değişirken biz geçmişe öylesine sıkı sıkı bağlanmışızdır ki bu değişimi inatla reddederiz. Kabullenmek istemeyiz. Annemiz hayalimizde ki gibi kalmalıdır. Kaybetme korkusudur bilinç altımızda yatan.

Hepimiz bazen geçmişi hatırlamak, anılarımızı tazelemek isteriz. Kısa bir süre önce ilkokul arkadaşlarımla beraber doğduğumuz evleri, okuduğumuz okulu , mahallemizi görmeye gittik. Tam 42 yıl önceye yani…Hepimiz sokağımızı, evimizi aradık…Yoklardı… Benim doğduğum evin yerinde koca koca bloklar vardı. Dedemin bakkal dükkanı halıcı olmuştu. Papatyalar,gelincikler topladığım bahçemizin yerine lüks inşaatlar yapılmıştı. Umutlarımın,çocukluğumun, bahar çiçeklerinin bedeli dört yüz bin liraya endekslenmişti. Bir daire parası…O daireyi satın almış olsam değişen bir şey olacak mıydı? Hayır. Hatıralarımı korumaya devam edecek ama değişime duyduğum öfkeyi kovacaktım…

İlk sevgilinizle gittiğiniz , ilk yemek yediğiniz, ilk evlenme teklifi aldığınız mekan yerinde duruyor mu? Benim hayır. Mekanlar yerinde değil ama o günler beynimde hala.Unutmaktan, hatırlayamamaktan korktuğum anılarım…

Kötü anılarımızda var mutlaka. Değişimi kabullenir ,gerçeklerle yüzleşmekten korkmaz ve kendimizi suçlamaktan vazgeçersek kendimizi daha çok seveceğimiz için hayata da daha olumlu bakabiliriz. Sevginin çoğaldığı yerde yalnızlık buhar olup uçmaya mahkumdur.

Bütünümüzde yaşadığımız yenilgilerin, ihanetlerin, büyük kayıpların, başarısızlıkların yaşamın birer parçası, olgunlaşmamız , güçlenmemiz ve ruhumuzun eğitimi için birer gereksinim olduğunu asla unutmamamız gerekiyor.

Kendimizi ve kişileri suçlamaya devam ediyorsak ortada bizi mutsuz eden bir neden var demektir. Ya bunun değişimin bir parçası, herkesin yaşayabileceği bir olay, bizim başımıza gelmesinin dünyanın sonu olmayacağını, mutlaka bir çözümü olacağı gerçeğini kabul ederek kendimizden vazgeçmeyeceğiz, ya da duyduğumuz rahatsızlık ve utancı yalnız kalmayı tercih ederek saklamaya çalışacağız…Birisi bir şey sormasın diye bakışlarımızı kaçırarak, her şey yolunda gidiyormuş gibi davranarak ve sürekli ve sınır tanımayan özveride bulunarak…Yalnız olduğunu hisseden insan yalnız insandır.

Haksızlığa uğradığınıza inandığınız insanları alt alta sıralayın ve toplayın. Hayatınızda olmasına izin verdiğiniz insanları da yazın. Göreceksiniz ki sizi hayal kırıklığına uğratanlar , genelin içinde bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar azlar. Eşiniz, dostunuz,arkadaşınız,sevgiliniz hatta aile fertleriniz sizi anlamıyor olabilir. Siz kendinizi anlatmaya çalıştığınız halde üstelik. Ya da dostum dediğiniz kişilerde yanılgıya uğramış, ihanet yaşamış, terk edilmiş, işinizde başarısız olmuş da olabilirsiniz. Tüm bunlar dünyaya açtığınız pencereleri teker teker kapatmanızı gerektirmez. Aynı emeği vereceğiniz başka insanların hayatınızda mucizeler yaratmayacağını bu günden bilemezsiniz.

Kendini insansızlığa ve yalnızlığa mahkum eden yine kendimiziz. Bu duygu bazen o denli baskın bir hal alır ki kendi kendimize yabancılaşırız. Aynada ki yüzümüze yabancı birine bakar gibi bakarız. “Bu sen misin? Ne hale geldin?” soruları döner beynimizin içinde. Kendimizden uzaklaştırır bu duygu. Kime ve nereye ait olduğumuzu bilemeyiz. Bu bilinmezlikle kendimizi daha çok soyutlar, yaşamın neresinde olduğumuzun cevabını bulamayız.

Bu duyguyu yaşayanların inanması gereken önce kendi gücüdür. Aynadaki yüzünü sorgulayan her insan yaşama bağlı demektir. İhtiyacı olan şey kendini sevmesi ve fersiz dahi olsa gören bir çift göze sahip olduğu için Allah’a teşekkür etmesidir. Gönül penceremizden giren her ışık karanlığa engel olur. Odanızın perdelerini ve pencerelerinizi ardına kadar açın…Ne kadar değerli ve önemli olduğunuzu anlamak için ihmal ettiğiniz çiçeklerinize su vererek başlayın işe.

Satır aralarında sıkça –kendinizi sevin- vurgusunu yaptım. Burada kastettiğim bencillik ya da narsizm değil. Kendini sevmek, insanın kendisiyle barışık olmasıdır. Kendisinde sürekli kusur arayan, bedeni ile beyni farklı çalışan, ruhunu eğitememiş, nereye ait olduğunun kararını verememiş insanlar mutsuz olurlar. Kendisi ile barışık olmayan insanlar sevmeyi bilmezler. Sadece sevilmek , kabul görmek, onaylanmak ve saygı görmek isterler. Bunlar olmayınca da hayal kırıklığı yaşar, kimsenin ihtiyaç duymadığı insanlar haline gelirler. Fark edilmek için güçlenmeye odaklanırlar. Güç arayışı onları daha çok yalnızlaştırır aslında. Korkunun ya da paranın yarattığı güçle hayatlarında yerleşik hiç kimse yoktur gerçekte...

Hepimiz koşulsuz sevgiye ihtiyaç duyarız. Yargısız, koruyucu, özgürlüğümüzü kısıtlamayan, güven duyacağımız.Sevgiye duyulan gereksinimin telafisi yoktur…Sevginin hissettirilmesi gerekir. Bir insan aklınızda ve yüreğinizde olabilir. Bunu hissettirmeyi bilmiyorsanız , karşınızda ki insan kendisini; rutine bağlanmış bir ilişkide programlanmış bir makine gibi hisseder. Sevgisini dışa vurmayan insanların sevilmeyi beklemesi bencilliktir.

Eskiden büyüklerimden duyduğum bir söz vardı.”Hayvanları ve çiçekleri seven insanları da sever.” derlerdi. Çok uzun zaman önce bu cümlenin ne denli doğru bir tespit olduğunu fark ettim. Doğayı severek başlıyor her şey. Doğada saklı olanları çözmeye başladığınızda öneminizi ve değerinizi daha iyi anlıyorsunuz. Yaratılan her şeyin neden-sonuç ilişkisine dayandığını kavrıyorsunuz. Doğaya uzaktan bir tabloyu seyreder gibi baktığınız da ,insan figürüne verilen emek ve özen karşısında söyleyecek söz bulamıyorsunuz. Herkes birbirinden farklı ve sizden bir tane var!

Farklılığınızın farkında olmanız dileklerimle sevgiyle kalın.


6.Ocak.2012

Nurcan Çelik Yalun.

 

 

 
Toplam blog
: 347
: 1365
Kayıt tarihi
: 31.10.07
 
 

İstanbul 25 Temmuz : /… İşletme tahsil ettim. Özel ilgi alanım olduğu için 2 yıl Psikoloji okudum..