Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Nisan '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

NeNe

NeNe
 

küçücük kuş gözlerinin üzerindeki kaşları...


"Nene geliyoor" diye bağırdı çocuklardan biri..

Hepsi çil yavrusu gibi dağıldı korkudan.

Mahalledeki bahçelerin kuytuluklarına, ağaç arkalarına, duvar köşelerine, çöp bidonlarının arkalarına saklandı her biri. Her yan koca bir sessizliğe bürünmüştü.

Oysa daha biraz önce sokak çocukların coşkulu ve neşeli sesleriyle dolup taşıyordu... Şimdi ise derin bir sessizlik kaplamıştı mahalleyi.

Çocukların korkusunun sessizliğiydi bu...

Nene; Annelerin haylaz çocuklarını korkutmak için buldukları son çareydi. Söz dinletemedikleri zaman, yemek yediremedikleri zaman, bakkala çakkala gönderemedikleri zaman "seni nene'ye veririm bak" diyerek korkuturlardı onları. İşe de yarardı hani.

Nene; oldukça yaşlı.. çoğu zaman uzun gri kareli başörtülü, siyah şalvarlı, kolunda hep bir sepet taşıyan, uzun yüzü kemikli, gözleri çukurlaşmış.. elinde yontulup şekillendirilmiş kalınca bir sopa ile gezen zayıf, kuru bir kadındı..

Mahalleli çocukların kendisinden kaçmalarına bir anlam veremezdi belki de.

Nerede, hangi evde, hangi mahallede yaşadığını neredeyse hiç kimse bilmiyordu. Bazı günler çıkagelirdi, bazı günler de daha o gelmeden, öteki mahalle çocukları tarafından haberi gelirdi mahallaye...

Yalnız mı yaşıyordu, bir ailesi var mıydı onu da bilmiyorduk.. Onu öcü haline ilk kim getirmişti o da meçhuldü..

Oysa o, kendi halinde sessiz sakin bir kadındı kimseye zararı yoktu... Taşlı sokaklarda gezen ayakları yorgun ve yavaştı. Küçücük kuş gözlerinin üzerine düşen kaşları, yüzüne yorgun ve bezgin bir ifade veriyordu..

Yorgun ayaklarındaki siyah lastik ayakkabılarının üzerinde yer yer çatlaklar vardı. Hatta o çatlakların bazı yerlerinden yırtılmalar oluşmuştu.. yaz kış aynı ayakkabıyı giyiyordu. Çorabının biri başka, öteki başka renk olurdu. Bu erkek çocuklarının alay konusu oluyordu. Parmaklarıyla nenenin ayaklarını gösterek kahkahalar atıyorlar eğleniyorlardı. Bu da beni oldukça üzüyordu.

Küçük küçük taşlar atmaya başlarlardı nene mahalleye girdiği zaman... Hani öyle sert bir şekilde atmazlardı ama, tahrik edici, onu kızdırıcı şekilde olurdu bu. O hiç ses çıkarmazdı. Yolun tam da orta yerinden yürürdü. Usul usul devam ederdi ayaklarının altındaki taşlara bakarak.

Pek konuşmazdı da zaten.. ince, çizgi gibi dudakları birbirine yapışıktı hep. O görevinin ağırlığını üzerinde taşırdı...

Ara-sıra etrafındaki çocukları korkutmak amacı ile ki; bu daha çok kendisine taş atıldığı zamanlar olurdu; elindeki bastonunu havaya kaldırıyor, onları koştururmuş gibi yapıyordu. Çocuklar çığlık çığlığa çil yavrusu gibi kaçışıyorlardı.

Hafif, gizliden gizliye bir gülüş sezinlerdim dudaklarında. Gizli bir memnuniyet, gizli bir oyun oynama. Ve oynadığı bu oyundan duyduğu gizli bir mutluluk hissini sezinlerdim..

Sonra, elindeki sopayı o küçük kuş gözleriyle seçtiği düz sokak taşlarının üzerine vura vura tok sesler çıkararak yoluna devam ederdi yüzündeki o muzip gülüşüyle birlikte.

Oğlan çocukları da kıkırdayarak onu takip ederlerdi peşi sıra.

Uzun bir süre ortada görünmezdi. Sanki özlerdik.. Evet, özlerdik.. Ailemizden biri gittiği zamanki boşluğu hissederdik içimizde. Yani ben öyle hissederdim.. Mahalle onsuz bomboş olurdu sanki. Sataşacak kimse bulamayan dellenen oğlan çocukları "Neneyi gördün mü, bugün neden yok?" diyerek sorarlardı birbirlerine..

Hiç gelmez oldu...

Yok oldu...

Görünmez oldu..

Başka bir yere mi gitmişti acaba? Ya da küstürmüş müydük ki?


Hayatımızın bir döneminde var olup da, sonrasında birdenbire yok olan insanlar için aklımıza ölümü getiremeyecek kadar küçüktük henüz. Başka insanlarla birlikte olma tercihini kullandığı gelirdi aklımıza sadece..

Nene'nin öldüğünü annemin arkadaşları ile yaptığı bir sohbet anında tesadüfen kulak misafiri olarak öğrenmiştim..

"Ölmüüüş" diye fısıldadım kendi kendime...

Öylece kalakaldım. Niye ölmüştü ki? Dışarıya, bahçeye fırladım...

Bitişik komşumuz Süreyya teyzenin oğlu Erol'u yakaladım bahçede.. "Erool" diye bağırdım. Her zamanki gamsızlığı ile "Ne var bee" dedi. Aldırmadım. Başka zaman olsa kulağını yakalar çekerdim çekebildiğim kadar. Onun bu gamsızlığı kabalığı beni deli ediyordu.

- Nene ölmüüüş" dedim.
- Hadi yav, dedi gözleri pörtlek pörtlek açıldı..
-Neden ölmüş ki?
- Ne biliim ben? Annemlerden dduydum öyle konuşuyorlardı, nene ölmüş diyorlardı.
- Tühh yaa noolcak şimdi? Nene yok artık ha?
- Yok...

İkimiz de öylece kalakalmıştık...

Nene'siz oyunların tadı tuzu kalmamıştı. Mahalle koskoca bir sessizliğe bürünmüştü. Nene'nin öldüğünü öğrenen her arkadaşımızın ağzı bir karış açık kalıyordu.

İlk o yıllar bellemiştik ölümü belki de. Çocuk dimağlarımıza yerleştirmiştik. Artık her hasta olanı ölecek sanıyorduk. Ölümle birlikte gidenin dönemez olduğunu keşfettik.

Sonra bir oyun arkadaşımızı lösemiden kaybettik. Sonra sokağımızdan bir başkasını, başkalarını... artık çok sık duyar olmuştuk ölümün adını. Tanımıştık ya..

Korkar olmuştuk sevdiklerimizin hastalanmalarından. Bizi zamansız terkedip gitmelerinden korktuk.

Sadece tanıdık bildik bir insan bile olsa, hayatımıza girip ufacık da olsa yer kaplamış olan insanların, varlıkları kadar yokluklarının da içimizde ne kadar büyük bir yer kaplıyor olmasının farkındalığını yaşayarak görmüştük.


Losev.org.tr.



 
Toplam blog
: 319
: 1390
Kayıt tarihi
: 29.10.06
 
 

"Ben; hiç yalnız kalmadım... Kalabalık bi ailede yere atılan yataklarda Yan yana, baş başa, el el..