Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Haziran '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Nostalji 1

Sürüp giden yaşantınıza geçmişte bir zaman diliminde teğet geçmiş olan bazı isimlerle yıllar sonra karşılaştığınızda, asla olmaz dediğiniz şeylerin olduğunu, kendilerinden beklemediğiniz tecrübeler yaşadıklarını görmek her zaman şaşırtıcı kimi zaman sevindirici, kimi zamansa hüzünlü oluyor hiç üzerinde düşündünüz mü bilmem...

Bu isimlerin bazıları yaşamınıza teğet geçmiyor yalnızca yön değiştiriyor çizgileri, ya da siz çemberi genişletiyorsunuz onlar için... Kendinize ait alanlarınızda, noktasal etkilerini görmek de mümkün olabiliyor, yayılarak çemberinizin içinde farklı renklerde açıklı koyulu lekeler oluşturdukları da...

Kimi sıcacık bir çöreğin parşomen kağıdında bıraktığı yağ izleri gibi görmek için bakıp, ışık tuttuğunuzda farkediyorsunuz, aslında kapladıkları alanın ne kadar genişlediğini... Fiziksel olarak her an varlığını hissetmesenizde, orada olduğunu biliyorsunuz, bilmek istiyorsunuz... Büyük bir keyif alıyorsunuz varlığını duyumsadığınızda da... Burnunuzdan hiç gitmeyen kokusunu içinize çekip tadını hatırlamak istiyorsunuz her seferinde...

Kimi ise, teğet geçmiş olmasına karşın, yıpratıp kopmalar oluşturmuş oluyor çemberinizde ya da içeri girmeyi başarmış ama habis bir ur gibi katran lekeler bırakmış oluyor, koparıp attığınız ama izi kalmış bir yerlerde... Varlığını asla hatırlamak istemediğiniz, hatırladığınızda ise simetri takıntılı birinin kıvrılmış perde kenarından, yamru yumru asılmış havlulardan duyduğu rahatsızlığı duyuyorsunuz...

Ne olurlarsa olsunlar, kim olurlarsa olsunlar ve ne yapmış olurlarsa olsunlar bu insanlarla paylaştıklarınızın ya da paylaşmak zorunda kaldıklarınızın sizi bugünkü siz yaptığını biliyorsunuz ancak... İnsana özgü zaafların hep varolduğunu ve hatta hep de varolacağını yaşanmış her anın, yaşanması gerektiği için yaşandığını kanıksadığınızda, düşman bir ses de kalmıyor geçmişten gelen... Silik birer siluet olarak, buruk bir tat olarak canlanıyor hafızanızda...

Nereden mi çıktı şimdi? Geçtiğimiz hafta, üniversite yıllarından bir dosttan, o günleri paylaştığımız bir gruba atılmış mail sonrası ışık hızıyla oluşturulan bir mesaj grubu ve yıllardır yüzünü görmediğim, sesini duymadığım, nerde, ne yapar, nasıl yaşar hiçbir fikrimin olmadığı insanların birarada olmaksızın geçen yıllara dair yazdıklarından...

Bu sabah kahvaltı sonrası bir yandan kahvemi yudumlayıp, sigaramın dumanını içime çekerken bir yandan da yeni mesaj var mı acaba diye elektronik posta kutuma gözatıyordum. Belki bulanık ve nemli havanın da nostalji etkisi yaratması sayesinde, “kızlar”ın yazdıklarıyla o yıllara döndüm yeniden...

Köhne bir devlet öğrenci yurdunun isyana sebep imza föyleri açılış saatleri, kız öğrencilerle erkek öğrencilere uygulanan çifte standart kuralları, bahçesinde neden olduğunu sorsan kendi de bilmezlerin kıyasıya kavgaları, ülkenin girmesiden çok çıkması zor üniversitesinin bir öğrencisi olmanı asla anlayışla karşılamayan acımasız oda sakinleri arasında çaresiz yalnızlık saatleri...

Derken, sekiz kişilik bir odanın beşi seninle aynı üniversiteden olan birbirinden cevval kızları yatak yorgan, kitap defter ne varsa topladıkları gibi kendi odalarındaki tek boş yatağa alıverirler seni... Asıl bundan sonra başlar macera...

O yaşlarda hayatın yeni başladığına inanılan saatlerde girilmek zorunda olunan, küçücük pencereli kasvetli yurt odası, o kadar da çekilmez görünmez gözüne, imza föyleri toplandıktan hemen sonra... Herkes odadadır gece yarılarına kadar, koyu sohbetlerde... Tabii arada bir geceyi başka biryerde geçirmeye kararlı olup, yerine imza atmanız için ankesörlüden arayanların dışında... Gece yarısını geçti mi saat, çalışma salonuna bekçi bırakılmış herbiri ansiklopedi kalınlığında kitapların yanına inilir, çalışılmayacağı bilinse de...

Haftasonu kahvaltıları, yurda kaçak sokulan biralarla mum ışığında şiir geceleri, birlikte yakalanılan gripler, memleket kurtarışlar, kendi yüreğini bile kurtaramayışlar... Kavga yoktu hiç, azar vardı ama... Kendine gelmen, silkinip doğrulman için anaçlıkla karışık azarlar... Bilinirdi, bağırsa da dost, küsmüş görünse de sana, aslında yenik görüntünü hazmedemediğinden, seni ayakları üzerinde dimdik görmek istediğindendir... Bu yüzden belki, bugün okuduğum her mesajda hissettiğim, pekçok şey değişse de, kişiliklerin sapasağlam yerindeliği...

Alaylar vardı, hoşgörünün sınırı yoktu... Mutluluklar vardı, anlatıla anlatıla baygınlık geçirten... Neşe vardı, el büyüklüğündeki su ısıtma kaplarında haşlanan patateslerle yapılan salatalar son lokmasına kadar odayla paylaşılan memleketten gelmiş erzaklar, haftasonu oda yıkamalar, oda yıkama günü olmamasına rağmen başınızdan aşağı boca edilen bir leğen su ile başlayan su savaşları ve sırılsıklam olduğu için yatağın tersini çevirip çarşafsız yatmalar...

Kalp kırıklıkları, oda efradının omuzlarında hıçkırıklara boğulmalar ya da herkesi uyudu sanırken çalışma salonunda sabaha karşı bir sigara tellendirip şehrin uzak ışıklarına dalmış, kulağınızda ve dudağınızda bir Sezen Aksu şarkısı, yanaklarınızdan süzülen yaşlarla omuzunuza şefkatle dokunan, başınızı göğsüne bastıran eller vardı...

Sonradan puanlama usulü geçiş yapılan üniversite yurduna “kurtuldum bu izbeden” naralarıyla gidilse de o tadı vermedi sonraki yıllarda kurulan ilişkiler... Biz farklı yurtlarda, farklı odalardaydık artık, ama hep dost kaldık... Biz, herbirimiz, aslında kim olduğumuzun farkına o odada varmıştık...

Zamanla herkes yeni yaşamlar kurdu kendine, faklı teğetler geçti yaşamımızdan... Farklı izler, farklı renkler, farklı desenler yarattı her yeni ilişki... Bambaşka mutluluklar yaşadık, paylaşsak da birileriyle, hep paylaşılacak birilerinin daha olduğunu bilerek yarım... Tarifsiz acılarla gözyaşlarına boğulduk başka omuzlarda... Denedik sonsuz kere, ancak bir elin parmakları sayısınca ekledik o demde dostluklara... Sevdik, nefret ettik, pişman olduk, gurur duyduk kendimizle... Yaşama dört elle sarılıp yeniden yarattık kendimizi küllerimizden çok defa... Küllerin içinde o yıllarda benliğimizi oluşturmuş korların varlığına aymadan belki...

Geçmişte kalan ve her biri irili ufaklı izler bırakan tüm yaşanmışlıkların arasında, en derini o yıllardı şüphesiz... Tüm mutluluklarımızla güzelleşmeyi, acılarımızla olgunlaşmayı öğrenirken...

Ve o yılların bu kadar duygusallıkla hatırlanmasına en önemli neden belki de, başka başka yaşamları da sürdüğümüz meydanlardan aldığımız darbeleri çekinmeden gösterdiğimiz, yaralarımızı sarması için yüreğimizi teslim ettiğimiz, yaşanmışlıklarımızın üzerine damlayan katranları koparıp atmamıza ve ardında bıraktığı izleri yumuşatmaya yardımcı olan seviçlerimizinse, yansıyan ışıklarını gözlerindeki aksinde bulduğumuz, fırından yeni çıkmış ev huzuru tadında sıcak çörek kokularıdır kimbilir...

03 Ekim 2005

 
Toplam blog
: 14
: 600
Kayıt tarihi
: 16.06.06
 
 

.... ..