Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Mayıs '12

 
Kategori
Öykü
 

Odamın ışıkları

Odam loş bir ışıkla kaplı, göremiyorum bulanık etraf… Biri açıyor kapıyı “Hala uyuyor musun?” diyor. Oysa bilmiyor acı da olsa ben bugünde uyandım. Uyanmaya bilirdim, uyurken uyanacağımı düşünemedim. İçimdeki kasırganın, göğsüme verdiği ağrıyla,  bir kez daha gözlerimi açacağımı düşünemedim işte.

Odamın ışıkları dönüyor sanki etrafımda. Dışarıda yağmurun şiddeti var. Pencerem aralık kalmış, içeriye yağmurun keskin toprak kokusu yayılmış. Yağmurun sesine değil, kokusuna uyanıyorum ben…

Karanlığın sisi çöküyor odama… Kim sorabilir ki; Uyuyup, uyumadığımı bu kadar yumuşak, annemden başka… Gıcırtıdan kapının kapandığını ve annemin çıktığını anlıyorum. Yatağımda doğruluyorum, yağmur gibi kokuyorum bugün. Yatağımda geziniyor ellerim, nemli bir yatak bu… Sanki bütün yağmuru içine çekmiş. Bir süngeri andırıyor, tüm yağmuru üzerime kusmaya hazır gibi. Temkinli kalkıyorum yataktan, içerisi aydınlanmaya başlıyor. Parmak ucunda attığım her adımım, yankılanıyor odamda…

Pencerenin önündeki karanlığa yaklaşıyorum. Bir el dokunuyor arkamdan, ürperiyorum. Savaş’ın yüzü bu… Ne kadar tanıdık ve sıcak. Bu karanlık noktada aydınlık tek nokta, sanki vücudu yok. Karanlığa kenetlenmiş. Ellerine bakıyorum, o konuşuyor. Ben dinliyorum dudaklarını izlerken, her cümleye ayrı şekil veriyor, dudak kıvrımlarını gözüme batırırcasına… Anlamsız her cümleye, farklı bir anlam katıyor. Sade şeffaf gözlerinde kendimi görüyorum. Ayrıntılarımı süzüyor ayna görevini üstlenmiş. Her cümle “Sen” diye başlıyor onda… Yüreğini görüyorum karanlığın içinde parlayan yüzü gibi… Benim gözlerimden görüyor yüreğini. Bütün sözleri, dağları eritiyor. Ben eriyorum karşısında… Ellerinden kayıyorum. Parmakları uzun, yanık bir teni var. Sonbahar matemini taşıyor içinde. Konuşmak istesem de ağzımı açmıyorum. Sadece onu dinlemek istiyorum. Esiyor sanki içimin köşelerine… Dip, bucak kaçıyor alevim ondan. Gözlerimdeki hüznü kendine deviriyor sonra oturuyor pencere kıyısına, yağmur gözlerine yağıyor… Parmak uçlarımdaki adımlarıma düşürüyor, gözlerini… Kapılıp gitmemek için tutunuyor olduğu yere. İçim geçiyor ondan, gözlerimi kapatıp dinliyorum sessizliğini.

Birden sağanak yağışın gürültüsüne karışıyor sessizlik diğer pencere önünde oturan kişilerin fısıltılarına doğru gidiyorum. Önce ne dediklerini anlamıyorum. Onlara doğru yaklaşıyorum. Gün doğuyor artık… Yaklaşınca tanıyorum. Biri sarışın Erdem adı, yüzünde mutlu bir gülücük, diğeri esmer olan yani Seymen adı, donuk gözleri var. Kendilerinden emin bakıyorlar bana. Yanlarına yaklaşıp, oturuyorum halımın bir ucuna. Dizlerimi çekiyorum, kollarımla bağlıyorum kendime. Sohbetlerine katılamıyorum çünkü güçlerinden bahsediyorlar. Benim bilmediğim hırslarını, üstü kapalı tartışıyorlar… Sarışın olan ellerini hep uzatıyor bana. Yerde oturuyor olmamdan rahatsız gibi. Esmer bir kahkaha patlatıyor alaysı. Bir küçük farenin fıkrasını anlatıyor, gülmüyorum ama ben. O da sinirleniyor… Aldırmıyorum ona.

Sonra yatağımda oturan arkadaşım Dilek sesleniyor. “Yanıma gel” diyor. Kalkıyorum ayaklarım nasıl uyuşmuş. Karıncalanıyor, kasılıyor zor yürüyorum. Yatağın ucuna oturuyorum, uzun eteklerimi toparlıyorum bacaklarımın arasına. Ayak bileğimi ovalıyor Dilek, bir yandan yakınıyor onu aramadığıma…

Karşımdaki sandalyede Oğuz oturuyor elinde bir kâğıt, bir kalem başlıyor yazdığı öyküyü okumaya… Başka yere baktığımı görünce hafif bir sitem yapıyor. “Dinlemeyeceksen okumayayım arkadaşım, kulağını, gözünü, yüreğini ver. Bu satılar önemli” Dilek ilgisizlikten surat asıyor, ben Oğuz’u dinliyorum. Ayrıntılara önem veriyor Oğuz… Çabuk kırılıyor o zamanda çabuk öfkeleniyor. Şefkati görünceyse yelkenlerini topluyor zevkle… Anlatmayı seviyor bana. Merak ettiklerini ve ilgi alanlarını anlatıyor, paylaşıyor. Bir yıl önceki cümlemi söylüyor, unutmuyor söylediklerimi. Bir film öneriyor ve konuyu o filme bağlıyor… Dolu, dolu yaşamak istiyor. Gideceği ülkeleri ve yapacaklarını anlatıyor. Hayallerimi gerçekleştirmem için destek veriyor. Dost eli var omzumda hep, nasıl da sağlam sırtını yaslıyor. “Güvensiz yaşanmaz” diyor ellerini hep uzatacağını söylüyor. İçini çekiyor, arayıp sormamamdan o da rahatsız… Umutlarımın kafalarını uçurduğum zamanlardan daha çok rahatsız.

Kapı gıcırtısı geliyor kulağıma yine, bir yandan Dilek söylenmeye başlıyor. Birden yağmurun sesi kesiliyor. Erdem korkma diyor ve elini dudaklarına götürüyor. Sessiz olmamı istiyor. Seymen bencil biri zaten kendini düşünüyor, kimseyle ilgilenmiyor ve pencereyi açmaya çalışıyor… Savaş odayı sallıyor tüm gücüyle, herkesi yıkmak istercesine. Boynuna sarılmamı istiyor, gözleri parlıyor. Oğuz tutunacak dalım oluyor sessiz sedasız önümde duruyor. Dilek korkudan yatağıma gömülüyor. Sünger gibi yatak içine çekiyor onu…

Gözüme güneşin delici ışığı çarpıyor. Gözlerimi sımsıkı kapatıyor içime kapanıyorum. Ayaklarımı kıpırdatamıyorum, bileklerim acıyor kesilmişcesine yanıyor. Yağmurun kokusu, burnumun direğini kırarcasına içime sızıyor. Ama sesi yok başka gürültüler var. Ellerimle kulaklarımı kapatıyorum. Ayak sesleri geliyor, kimin yaklaştığını bilmiyorum, içim titriyor. Gözlerimi aralıyorum yavaşça… Annemin güzel güzü karşımda, güneş gibi doğuyor odama…

 “Uyanmalısın artık, geç kalacaksın kızım!”

 Alnıma bir öpücük kondurup, çıkıyor odamdan annem. Ayak sesleri ve kapı gıcırtısı yankılanıyor defalarca. Kapı rüzgârla benim aramda gidip geliyor. Yağmurun şiddeti suskun içeride... Odamın ışıkları dönüyor etrafımda yine...

 

...

 
Toplam blog
: 16
: 411
Kayıt tarihi
: 19.07.11
 
 

1981 Aydın doğumluyum. Sağlık sektöründe reprezant olarak çalışmaktayım. Yürüyüş yapmayı ve müzik..