Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Mayıs '10

 
Kategori
Anılar
 

Öğretmenim canım benim

Öğretmenim canım benim
 

öğretmenim canım benim.


Gençler için lise dönemi, hayatının en enerjik olduğu ama hayatı anlamaya başladığı güç bir dönemdir aynı zamanda. Beyinlerde binbir düşüncenin, kalplerde kasırgaların estiği bir dönemdir. O dönemde başlar yarın endişeleri, ilk kalp çarpıntıları, çocuksu heyecanlar, duygusallıklar, hırçınlıklar..

Gelecekteki insan profiliniz o dönemde şekillenir. Okul, adı üzerine, belki de bilmeden hayat sınavlarını vermeye başladığınız, verilen pusulayla yolunuzu bulacağınız, yönünüzü tayin edeceğiniz hayatın startıdır.

Ve öğretmenler vardır. Bazen ana, bazen baba, bazen her ikisi. Kimi zaman kulak çeker, kimi zaman sever okşar. Yıllar geçer, ne o lise günleri, ne o döneminizin öğretmenlerini unutamazsınız.

Kadıköy Ticaret lisesi 1960 lı yıllarda, Anadolu yakasındaki ticaret lisesi eksikliği nedeniyle binası olmadan eğitime başlamış, ilk birkaç yıl Kemal Atatürk Ortaokuluyla aynı binaları paylaştıktan sonra, Milli Eğitim Bakanlığı’nın şimdiki Kadıköy Carrefour’un bulunduğu arazinin karşısında kiraladığı 5 katlı bir apartmanda eğitimine devam etmişti. Okul bizden sonraları, Göztepe’deki binasında eğitimine başlamıştı.

Anadolu yakasının tek Ticaret Lisesi olmasına rağmen yine de fazla kalabalık değildik. İstanbul’un o dönemki nüfusundan dolayı mıdır, yoksa Haydarpaşa Lisesi’nin veya Sanat okullarının daha çok tercih edilmesinden mi bilmiyorum.

Bu okula benzemeyen apartmanda mutluyduk. Ticaret Lisesi öğrencisi, okuldan sonra bir yerde çalışır, staj falan görürü düşüncesiyle, tek tedrisat sabahtan, öğleye kadardı. Öğretmenlerimizi severdik. Hem ailelerin, hem öğretmenlerin yaşam güçlüğü ile şimdikinden çok daha az sorunları olduğundan, onlarla diyaloglarımız sıcak, sevgi, saygı ise olması gerekenden de fazlaydı. Genelde de gençtiler. Bu da bir faktördü belki.

Bir lise öğrencisi olarak elbette muzipliklerimiz vardı onlara karşı. Belki haylazdık da.

Dersi de kaynattığımız olmuştu, Okulu da kırdığımız da. Ama kalpler kırılmazdı. her şeyin bir ölçüsü, sınırı vardı. Bizi iyi bir insan olarak yetiştirmenin yanında, vermeye çalıştıkları hayat dersinden pek bir şey anlamasak da, bizim iyiliğimiz için çabaladıklarının bilincindeydik hep. Onları hiç unutmadık.

Lise hayatı bittikten tam 40 yıl sonra bir öğretmenime rastlayabileceğimi hiç düşünmemiştim. Kader böyle bir güzelliği tam 40 küsur yıl sonra bir insana bağışlasa da, neler hissedebileceğini kestiremez insan. O yılların üzerinden askerlik geçmiş, çok uzun bir çalışma hayatı geçmiş, emekli olmuşuz, ülke baştan başa değişmiş, çocuklar büyümüz, torun sahibi olmuşuz. Fatih’in İstanbul’u fethi kadar uzun bir süre yaşanmış yıllar sanki.

Öğretmenimi gördüm.

Bir arada olan, o dönem okul arkadaşlarımdan birisi işaret etti. Sen şurada oturmakta olan hocamızda okumuş muydun?. En çok sevdiklerimin başında gelen öğretmenlerimden biriydi o. Mayıs ayı olmasına rağmen, güneşin yakıcı etkisinden korunmak için bir duvar kenarında gölge bir yerde oturuyordu. Bir lise talebesi heyecanı ile aynı o günlerdeki duygularla yaklaşıp elini öptüm.

Sevgiyle baktı yüzüme. İsmimi sordu. Yıllar insan fiziğini tamamen değiştirdiğinden tanıması mümkün değildi. İsmimi söyleyince, belki soyadımdan dolayı hemen tanıdı. Tanımakla kalmadı, ‘’’senin saçları kıvırcıktı o zamanlar’’ tanımaz mıyım seni diye bir de teyid etti.

O bir meslek lisesinde İngilizce öğretmeniydi üstelik. Yani bu okuldaki meslek derslerden birine gelip, sınıf öğretmenliği falan da yapmamıştı ama bir öğretmende olması gerekenden de fazla dikkatli ve ilgiliydi. Beni 40 yıl sonra pat diye tarif eden o hafıza gücü şaşırtmadı.

O dönemden bahsettik biraz. Sonra, ordan buradan. Çocuklardan, torunlardan. O dönem ile sonraki dönemlerin karşılaştırmasını sordum. ‘’Sizin dönemizde karşılıklı hoşgörü daha fazlaydı dedi’’

40 yıl önceki gibi asil, 40 yıl önceki gibi zarifti yine. Bir lisan öğretmeni olmanın alışkanlığından, konuşurken, kelimeleri özenle seçiyor ve Türkçe öğretmeni diksiyonu ile telafuz ediyordu hala. Ne hoştu.

Fransa’da vefat eden, Milliyet’in ilk Türkiye Lisesler arası Müzik yarışması Türkiye birincisi olan okulumuzun gitaristi olan dönem arkadaşımız Sadık Kuyaş’ı nerden duyduysa duymuş, onu uğurlamaya gelmişti.

Ezan okunmaya başlamıştı. Ellerini öpüp vedalaştım. Sevgiyle, bir anne, oğul gibi yanaklarımdan öptü. Vedalaştık.

40 küsur yıl sonra öğretmenimi gördüm duygulandım. Yıllar çok şeyi alsa da, içinizdeki vefa minnet, şükran duygularıyla, sevgi ve saygıyı alamıyor. Bize buları sağlayanlardan belki biri de o idi.

O an, sanki zaman durmuş, hiçbir şey değişmemişti.

40 yıl önce benim nişanıma gelmişti ve dün de bir başka 40 yıl önceki bir öğrencisine son görevi yapmaya.

Canım öğretmenim.

Öğretmenlikten emekli olmuştu ama sanki bu kez de evlatlarına sahip çıkmaya çalışan bir anne gibi, her zamanki asaleti ve mütevaziliği ile insanlara hayat dersi vermeye devam ediyordu.

 
Toplam blog
: 465
: 918
Kayıt tarihi
: 15.01.09
 
 

İstanbul doğumluyum.. İstanbul'un  tramvaylı döneminden bu şehirde yaşıyorum. Gençlik yıllarında ..