Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ağustos '08

 
Kategori
Deneme
 

Ölüm mü?

Ölüm mü?
 

Boş sandalye...


Soluk benizli bir ihtiyar kapıyı çaldı, şaşkın yüzle onu karşılayan genç önce anlam veremedi sonra istemsiz içeri buyrun derken sesi titrekti.

Geniş omuzlu ihtiyar uzun bir koridordan bastonuyla aheste ilerlerken duvardaki tablolara gözü ilişti.Oysa gençken aynı duvarda farklı çerçeveler vardı ve aynı duvarlar şimdi başka bir ezgi sunumu yapıyordu ihtiyara. Koridorun önü geniş bir salona açılıyordu, bir düğün alayını alabilecek kadar büyüktü bu salon.Ömrünü birleştirdiği insanla burada söz vermişlerdi birbirlerine ve yine burada takılmıştı ömür halkaları ve ardından gene bu salondu elini beline doladığı, onu ilk kez öptüğü yer.Geçmişin izleri şeritlenmiş bir film gibi akarken :

-Buyurun böyle oturun dedi genç adam alafranga bir koltuğu gösterirken. Bizim ihtiyar usulca oturdu bir yabancıymış gibi.Takım elbiseli, zayıf genç merdivenlerden koşarak yukarıya çıktı ve az sonra elinde küçük bir kutu tekrar ihtiyarın yanına geldi.

Nasıl olurdu, bunca yolu küçücük bir kutu için mi gelmişti. Peki ya içindeki özlem kor olup taşarken şimdi nerden çıkmıştı bu anlamsız kutu. Şaşkındı bizim ihtiyar, sorular yankılanıyordu zihninde. Yanıp kavrulan bir gönül ve elinde kalan sadece çoraklaşmış bir sevda çölüydü. Onca duygu fırtınasından sonra şimdi endişe ve kaygı kaplamıştı bedenini. Kutuyu eline aldı, bu nedir der gibi gencin gözlerinin içine baktı fakat genç bunu anlamış olacak ki bir anda gözlerini çevirdi ve arkasını dönerek pencereye yaklaştı. Derinlemesine içini çekti ve aklına bir şey gelmiş gibi acele ihtiyara döndü:

-Biliyorum merak ediyorsunuz belki de bu kadar yolu sıradan bir kutu için gelmiş olduğunuzdan ötürü pişmanlık duyuyorsunuzdur ama içinde ne olduğunu bilmiyorum, bilmek de istemiyorum. Sizi ilgilendiren bir şey için şu an sizinle karşı karşıya kalmak kafi derecede yoruyor beni. Bu yüzden lütfen şimdi gidin… İhtiyar bu sözleri duyarken saçlarına bir kez daha ak düştüğünü hisseder gibi oldu, yüzünü öne eğdi, konuşmak istedi fakat bu asrın-21.asrın- kelimelerine hükmeden adamı şimdi konuşmak yerine susuyordu.

Güçlükle kendini toparladı, peki ya o, o nerede? Dedi suçlu bir seda ile…
Ardından kısa bir sessizlik çöktü koca salona . Genç lütfen bir şey sormayın dedi ve ellerini bağlayarak gitmesi gerektiğini söyledi. İhtiyar geldiği yolda bu sefer hızlı adımlarla ilerledi, bahçe kapısına yaklaştığında bir zamanlar gözü gibi baktığı sarı laleleri gördü. Dönüp almak istedi fakat bir şeyler engel oldu sanki. Önüne dönüp telaşla arabasına bindi, otele doğru tam gaz ilerledi. Burada zar zor bir yer bulmuştu, eski bir oteldi ve bir Ermeni’ye ait küçük bir pansiyondu kaldığı oda. 5 kuruş ödeyecekti geceliğine ancak zorunda olduğu için kalmıştı. Yatak yatılacak gibi değildi yastık desen o da perişan bir haldeydi. Yatak ucundaki sürahiden bir bardak su içti , tozdan rengi değişmiş olan tek kişilik eski bir kanepeye oturdu ve kutuyu açtı.İçinde bir albüm , sanki onu cezalandırmak istercesine geçmişin kareleri vardı…Her karenin altına bir not iliştirilmişti:

”Oğlumuz ilk adımını attı ve babasız.” “Oğlumuz 1 yaşında ve babasız.” “Oğlumuz baba dedi, oğlumuz mezun oldu.” diye devam edip “babasız” sözcüğü ile noktalanıyordu her fotoğraf.

Kafasını yukarı kaldırdı, gözleri dolmuştu. Zavallılar gibi hissetti kendisini ihtiyar. Hiç kimse gerçeği bilmiyordu , kimse ona sormamıştı. Nerdeydi, kimleydi, niçin gitmişti?Kimse anlayamadı onu, aniden hayatını zindana çevirişini , elleriyle kurduğu ve elleriyle getirdiği mutluluğun böylesine bir gidişle mahvolmasına izin verişine kimse bir anlam verememişti. Aşıktı eşine, deliler gibi seviyordu onu ;gözünden esirgiyordu, herkeslerden kıskanıyordu. Gitmişti işte çaresizce gitmişti.

Gözyaşlarını sildi hızlıca yerinden kalktı ve henüz hiç dokunmadığı bir gün evvel bir ceket, gömlek ve pantolon koyduğu bavulunu açtı.Yılların özlemiyle dolu günlüğünü bir poşetin içine koydu ve gene aynı yolda, aynı hızla eski evinin yolunu tuttu.

Bahçe kapısından girerken bir tane sarı lale koparıp defterinin arasına koydu…İlerledi, kapıyı çaldı ve gene şaşkın bir çift göz tarafından karşılandı.Bu dedi defteri göstererek. Bu benim ona tek çarem, lütfen ona ver…Arkasını döndü, yere değmekten aşınmış olan bastonunu zemine hızlıca değdirerek ritimli bir şekilde ilerledi.

Genç adam hala şaşkındı, adeta sinir buhranları içinde kıvranıyordu bütün damarları.Kulaklarında uğultu, bacaklarında hissizlik zor da olsa attı kendini salona.Ne diyecekti, nasıl açıklayacaktı annesine onu bulduğunu, evlerine çağırdığını ve bütün olanları…

Kendini toparladı… Bir an evvel annesinin yanına çıkmak için sabırsızlanıyordu…
Ve gitti, cevap alamayacağını bile bile kapıyı çaldı…

İçeri girdi ve 3 saat evvel öğle yemeği yedikten sonra bıraktığı koltuğunda buldu annesini.

Gözleri sabit bir noktaya dalan annesinin elinin altına defteri bıraktı ve hızlı adımlarla kapıdan ardından da annesinin camından görünen bahçe kapısından çıktı ve gitti…

Düşünü bile kurmaya korktuğum umutsuzluğa… Diye başlıyordu ilk mektup.

Gerçekleşmesi gereken, umut edilen düşler vardı henüz yeşermemiş, doğruydu bu sözü, gerçekleşmesini beklemek için düşler kurmuşlardı fakat o düşler hayal aleminde birer hayal olarak kalmıştı…

”Oğlum 1 yaşında ve ben yanında değilim” “ Oğlum okula başladı, onu uzaktan görmek bile gözlerimi yaşarttı” “ Oğlum mezun oluyor bugün.” “Oğlumu askere uğurladım.”

Yaşlı kadın gözyaşlarını sildi, ”Bunca yıl uzaktan her ana şahit oldu.” Öyle mi dedi kendi kendine.

Okudu, okudu … Sayfalar, sayfalarca…
Ve son dizelere gözleri şu tanıklığı yaptı:

Hayatın çığlıklarına boyun eğen yüreğime:

Kızgınlıklarını boynuna bir zincir misali işledin, kulaklarında belki her gün sevgi sözcüklerimiz yankılandı, gözlerin yolumu bekledi durdu daima, gözyaşlarını her gün içine akıttın…Sustun hep değil mi ? Gitmem gerekiyordu zorlu sevdam, senin için, bizim için hayatta sadece gerçekleşen düşümüz oğlumuz için…

Duydum ki hastalanmışsın, artık gitme vakti der gibi bakıyormuş gözlerin. Bensiz mi kapayacaksın gözlerini yaşama?Bensiz mi veda edeceksin çiçeklerimize?
Sarı laleleri ne kadar çok sevdiğini biliyorum, saçların hala lalelerden taç yaptığım kadar uzun mu?Gene konuşuyor musun onlarla cevap vermeyeceğini bile bile?Artık lalelerin solma zamanı mı yaklaştı yoksa?Gidiyor musun?

Ve gittim…
Ardımda seni, ardımda yitik düşümü bırakarak gittim… Ölüm bekliyordu beni, hain bir kayboluş soğuk bir sıtma ve katran karası yalnızlık…
Yıllar geçti ve ben hala yaşıyorum dizelerimde, sebep bütün yaşını karelediğin bensiz oğlum ve gözlerin. Ölüm demişti beyaz önlüklüler ani bir ölüm, belki bir gün belki bir yıl belki de bir ömür sürecekti ama aniden bir ölüm uğrayacaktı bana.Bu acıyı sana yaşatmak istemedim, kurduğumuz bütün düşleri kirletmemek adına gittim…
Ey hilal kaşlım bilir misin gidişler yaralar beni, işte yolum yine sana vardı, izin ver bakayım gözlerine biraz hırçın biraz kırgın…İşte şimdi anlıyorum ki:

AŞK BAZEN GİTMEKTİR, AMA YİTİRMEK DEĞİL…

 
Toplam blog
: 54
: 1219
Kayıt tarihi
: 31.07.08
 
 

Yasamanın ve varolmanın en güzel kanıtı olan ALLAH'ın yeryüzündeki en güzel yansımasıyım... İdeal..