Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ekim '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ölümün sesi

Ölümün sesi
 

Çok uzun zaman oldu sana uğramayalı blog sayfam. Özlemişim seni ve bu sayfaları. Bugün bunu fark ettim sevgili bloğum. Ve sana içimi dökmek istedim, senle dertleşmek istedim blog sayfalarım.

Hani sana uzun zamandır yoktum dedim ya aslında sadece bu sayfalarda değil yaşamın içinde de yok gibiydim. Kaybetmenin acısını bilir misin bilmem? Hani insan malını kaybeder, işini, parasını kaybeder. Sonra yeniden silkinir ve elde eder, yerine yeniden yenilerini koyar. Ama insan kaybetmek, sevdiğini kaybetmek, dostum dediğin, her şeyim dediğin insanı kaybetmek işte bu çok zor bir şey blog sayfam. Çünkü onu bir daha yerine koyamazsın, çünkü ona bir daha sarılamazsın, çünkü onsuz yaşamak zordur. Hele bu acıyla yaşamak en zorudur. İşte bu yüzden yoktum sevgili blog sayfam. Hani derler ya “ölenle ölünmez” diye. Öyle değilmiş be blog sayfam öyle değilmiş. Eğer sevgine ihanet karışmamışsa, eğer sevgin katışıksızsa işte o zaman sen de sevdiğinle ölüyorsun. Sadece bedenin yaşıyor ve nefes alıyor. Yüreğinin derinliği onun yok oluşuyla boşalıyor, bir karanlık oluyor. Hem de öyle bir boşluk ki asla dolduramıyorsun hiçbir şeyle. Her geçen gün bu boşluk daha da büyüyor. Yüreğini özlem kaplıyor, acın küllenmiyor, son nefesini verene kadar.

Bizim yaşayacağımız daha çok şey vardı be sevgili bloğum. Ama artık o yok. Yaşamak istesem de onla yapacaklarımızı o yok. Elimi uzatsam elimi tutamaz ki, kollarımı açsam bana sarılamaz ki. Şimdi söyle bana “ölenle ölünmez” diyenler haksız değil mi! Sen hiç kendi ellerinle sevdiğini toprağa verdin mi? Sen hiç sevdiğinin gözlerinin içine baka baka “sana neyim var benim, ölecek miyim ben” dediğinde yalan söyledin mi? O anlamasın diye için acırken rol yaptın mı hiç! Hani çaresizliğin kol gezdiği bir mekânda çare aradın mı sen! Ve hiç yaşadın mı ölüm içinde yaşamayı...

Sesli ölümleri sevmiyorum be bloğum. Ölümler sessiz olunca kabullenmesi ve acısı kolay oluyor. Ama bilerek ölümü beklemek onun öleceği günleri saymak, önünde eridiğini görmek, sevdiğinin gözlerinin içine bakarak yalan söylemek, çaresizlik içinde bir şey yapamamak... İşte bu yüzden sesli ölümleri sevmiyorum bloğum.

Hani masallar söylenirdi bizlere. Bir varmış, bir yokmuş diye başlayan. İşte ben o masalın içinde aylarca bir yok oluşun öyküsüyle baş başaydım. Ve o masalın içinde ölüm için de yaşadım. Bu masal zor anlatılacak bir masal. Çünkü ben bu masalın sadece var olan kısmını kabullendim yok olan kısmını hala kabullenmek istemiyor, red ediyorum. Oysa o kapımı sesli sesli çaldı ben geldim dedi. Hem de bir gece içinde. Biz hiç beklemezken. Bir gün öncesinde sağlıklı, mutlu bir şekilde bir yarınlarımızı konuşurken çıka geldi. Ve “bekle dedi” bana. “Dostunu alacağım senden”. Sormadı bile “itirazın var mı”? İtiraz hakkımı bile kullanmadan dediğini yaptı, yavaş yavaş aldı onu benden. Nasıl itiraz edebilirsin ki kafasına koymuştu bir kere ölüm, sevdiğimizi bizden almayı. Şimdi söyle bana nasıl sevebilirim sesli ölümleri, nasıl kabul edebilirim bu masalın yok olan kısmını. Çaresizlikse ölümün kendisinden bile zor. Onun için hiçbir şey yapamayacağını bilmek, bu çaresizlik için de kıvranmak hepsinden daha zoru. Bu yüzden bloğum sesli ölümleri sevmiyorum.

Ölümün sesi yavaş yavaş senide sevdiğinle beraber yok ediyor. Çaresizliği de sesiyle beraber getiriyor. İşte sevgili bloğum bir varmış, bir yokmuş masalı bu sefer ölümün sesini anlattı bana, ben de sana anlattım bu masalı. Paylaştıkça azalırmış acılar. Bu acı paylaşınca azalır mı ki?...

 
Toplam blog
: 295
: 3718
Kayıt tarihi
: 01.10.06
 
 

Milliyet Bloğa nasıl geldim ve nasıl yerimi aldım bilmiyorum. Sanırım uzun yıllar okuduğum bölüml..