Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Kasım '14

 
Kategori
Öykü
 

Öncelik

Öncelik
 

...


Günleri saymayı unuttum. Ne kadar zaman oldu bilmiyorum. Beni bu odaya aldılar. Hasta bakıcı ve iki hemşire birlikte aldılar. Ben gördüm. Yalnız değildim. Yan odadaki kadın hastalar da gördüler. Meraklı olan sarışın takıldı peşimize beni nereye götürüp yatırdıklarını biliyor. Beni bulamazsanız ona sorun. Sorun; ama sormak için öğleden sonra olmasını bekleyin. Aldığı ilaçların etkisi anca geçer. Yoksa sizi tuvalete bile götürür, “Oraya deliğe atıp sifonu da çektiler” bile diyebilir, öğleden önce sorarsanız. Dışarıdan sahipsiz gibi durduğumuza bakmayın, burada örgütlendik biz. Örgütlü olarak davranmayı öğrendik. İlaçlarımızı içiyormuş gibi yapıp içmiyoruz. Eğer iğne yaparlarsa işte o zaman örgütlenme hareketimiz çöküyor. Onlar da akıllandılar. Çoğunlukla, üşengeç bir hemşire geldiği sürece, iğne yapmıyorlar bize. Hemşireler, güvenlikler gibi dörde ayrılmıyor, üçe ayrılıyor: Başhemşire, hemşire, üşengeç hemşire. Offf! Yine ağaçlara saldırmışlar. Hayal ediyor ve gülümsüyorum kendi kendime. Ya o ağaçlar, birden hareketli devlere dönüşseydi… Dev gibi düşünsenize…  Üzerlerine doğru gelen makineleri kaldırdıkları gibi yamultup atsalardı koca (!) baş’a. Daha güzeli de olabilirdi. Birbirlerine atıp balli balli (voleybol gibi ama arada file olmadan oynanan bir oyun) oynasalardı. Tutamıyor kendimi bir kahkaha atıyorum. Koşup gelen hemşire, “Ne oldu? Niye gülüyorsun?” diyor. Daha çok gülüyorum. İş makinelerini birbirine atan dev gibi ağaçların gülüp eğlenen yapraklarını gördükçe karşımda. Hemşire panikleyerek çıkıyor odadan. Sanırım bu üşengeç gruptan değil. Kahkahalar atmaya devam ediyorum. Hasta arkadaşlarım beni yalnız bırakmıyor. Koro hâlinde, örgütlü olarak gülüyoruz. Hastanede acıdan inleyen yok. Varsa da duyulmuyor sesimizden. Hemşire, diğer hemşireleri de toplamış gelmiş. Ellerinde şırıngalar… Kahkahalarım, şak diye kesiliyor, bıçakla kesilmiş gibi… Bu kez sessizliğe örgütleniyoruz. Camdan görünen ağaç birkaç dalını uzatıyor içeriye… Hemşirelerin ellerinden alıyor ne varsa… Sabaha az kalmış… Gel! Sabah, gel! Herkes odasına dönüyor. Ağacın bir dalına oturuyorum. Kuş yuvası var. İçinde küçücük yumurtalar. Dokunmak için ellerimi uzatıyorum… Ağaç, hüznüme dayanamayıp yatağıma bırakıyor beni… Çok zaman geçti. Çok sabah oldu. Çok akşam. Çok sabah. Sabah… Akşam…
 
Ne sürekli koşan zaman umurumda ne de duvardaki saatin tik takları… Ne ağaçların balli balli oynamaları… Benim derdim bunlar değil ki… Hatta ne iğne yapmaları ne de ilaçları biriktirmemiz. Benim derdim başka bugünlerde… Ellerimi arıyorum, tutup bir kadehin ince beline bakıyorum, yok! Defterimin arasındaki kalemime bakıyorum. Yine yok! Derken bir küçük kızın saçlarının üzerinde buluyorum ellerimi... Küçük kızın, gülen yüzünü okşadığını görüyorum. Heyecanlanıyorum. Kim bu küçük, güzel kız? Dikkatle baktığımda yıllar sonra birlikte fotoğraf çekildiğimiz kız olduğunu görüyorum. Kucağındaki bebeği de tanıdım. Ben alacaktım onu da. Hatta kesilen ağaçların yerine yapılan alışveriş merkezindeki oyuncakçıdan alacaktım. Konuşacaktı bebek. Bir sözcükte kilitlenip kalacaktım: “Anne, seni seviyorum.”  Yankılanıyor kulağımda… Küçük kız, gözlerini kaldırıp bana bakıyor, yüzüme… Garip bir bakışı var gözlerinin… Arka arkaya sorular soruyor, “Neden daha çok direnmediniz? Ben, kuş görmedim hiç! Sizin yüzünüzden! Piknik nasıl bir şey? Ağaca bağlanan iple kurulan salıncakta sallanmak nasıl bir şey? Ağacın gölgesinde yatıp gökyüzüne bakmak nasıl bir şey? Yeşil yaprakların arasından gülümseyen gökyüzünü parça parça görmek nasıl? Hep bonzailerim mi olacak? Ben büyük ağaçlarım olsun istiyorum. Ormanlar… Ormanlarım…” Gelecek ve geçmiş birbirinin içinde yankılanıyor…  Sanrılarımla baş başayım, diyorum yine. Üşüyorum. Üşüyorum. Üzerimi örtmek istiyorum. Ellerim yok! Ellerim, gelmiyorlar bir türlü geçmişten çiçekli yorganımı çekmeye. Üşümeye devam ediyorum ıssızlığında soğuğun...

Hayır! Beni bulun! Önce ellerimi getirin! Önce ellerimi bulun… Yazacakları var onların size, anlatacakları… Direnişi nasıl yaptıklarını gençlerin… Nasıl karşı durduklarını… Çoğumuzu buraya attılar diye düşünüyordum oysa… Değilmişler burada. Yanlış tarafı yanlış yere getirdiniz. Hangi tarafı ne tarafa, diye sormayın. Aklım karıştı. Diazemin etkisinden elbette. Yoksa ben… Ben, nasıl atıldığını hatırlıyorum gaz bombalarının, silahların… Ellerim, gençlere yapılan saldırıya karşı koymak isterken koptular… Yapılan haksızlıkların halka mal edildiğini, engellendiğinin ve engelli bırakıldığının ispatı… İçin için nasıl kızdıklarını ve nasıl durup baktıklarını güvenlik güçlerine… Duran adamın, nasıl saatlerce göz yummadan düzensizliğe baktığını… Önce ellerimi bulun… Beni sonra bulursunuz…
 

Haziran-2013, İzmir 

 
Toplam blog
: 12
: 109
Kayıt tarihi
: 02.09.09
 
 

İzmir doğumluyum. İzmir'de yaşıyorum. Yazı yazmayı çocukluğumdan beri çok severim. Kağıt ve kalem..