Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Eylül '14

 
Kategori
Deneme
 

Otobüste giderken (Yedinci bölüm) devam edecek.

Otobüste giderken (Yedinci bölüm) devam edecek.
 

otobüste


O yıllar şimdiki gibi ulaşım sık değil. Ellilerden sonra Marşal yardımı sonucu tren komünist işi deyip karayoluna ağırlık verince özellikle ABD den ithal edilen Ford kamyonlar başta olmak üzere tek tük kamyon ve Otobüs geçerdi bu yollardan.

Onun ilçesinde öteden beri kurulan pazarın alcısı da satıcısı da çok kalabalık olur. Çünkü ilçeye bağlı çok köy vardır. Öyle ki bir zamanlar ilçeye bağlı köy sayısı yüze yaklaşmış. Bugün bile ilçeye kırka yakın köy bağlıdır. Öyle olunca da pazarları çok hareketli geçer.

Bizim adamın aklının kıt mıt erdiği yıllarda pazar yeri cumhuriyet meydanı diye bilinen yerde kurulurdu.

Pazarcılar o yıllarda bölgenin en büyük hayvan pazarı olan ve Çarşamba günü kurulan Karahöyük köyündeki pazardan sonra o akşam yüklerini yükledikleri eşyalarla bizim adamın ilçesine gelirdi. Bizim adamın köyünde de pazar Perşembe kurulur.

İşte o yıllarda ulaşım zorluğu nedeniyle daha çok kamyonlara yükledikleri yüklerin yanında pazarcılar da binerdi. Bizim adamın ilçeye geldiklerinde de soluğu önce onun babasının işlettiği kahvede alır. Geceyi o kahvede veya hemen yanındaki otellerde geçirirlerdi.

Bu sırada ilçe sakinleri ile pazarcılar arasında sıkı dostluklar oluşurdu. Gerçi şimdi de öyledir; ama o yıllarda ilçe sakini pazarcı arasında samimiyet çok ileri olurdu. Öyle olunca özellikle o kahvede sabahlayanlar ve handa kalanlar geç vakte kadar ilçe sakinleriyle koyu sohbete dalardı.

İşte bizimki Kızılhisarlı urgancı Hamza dayı ve Muharrem dayıyı o yıllardan tanımıştı. Özellikle Hamza dayının sohbetine doyum olmazdı. Şimdi gözünün önüne Hamza dayı gelince gülümsemişti. Onun gülümsediğini gören muavin içinden bizim adam için “bunun kafası da gidik” diye geçirirken onun gülümsemesine gülümsemeyle karşılık verdi.

Ama bizim adamın o sıra muavin ve onun kendisi hakkında düşündükleri umurunda değildi. Çünkü aklı o yıllara kaymıştı.

‘Çağşır’ diye bilinen daha çok yaşlıların giydiği pantolon üzerinde Hamza dayının yüzü yılların izlerini taşı gibiydi. Başında kasketi koca kulakları yayvan ağzıyla çok tatlı sohbet ederdi. Ayrıca Hamza dayı dedesinin Sakarya savaşından da arkadaşıydı.

Bizimkinin dedesi Yemen dönüşü komutanlarına verdiği söz gereği köyünde biraz eyleştikten sonra Mustafa Kemal’in kurduğu orduya katılmak için gittiğinde Polatlı’da kurulan düzenli asker yetiştirme birliklerinde usta asker olarak görev almıştı.

Haliyle istirahatlardaki sohbetlerde herkes hemşerisini aradığı için Hamza dayı o sıra tanımıştı dedesini. Tabi dedesi Hamza dayıdan çok büyüktü. Aralarında neredeyse on oniki yaş fark vardı.

Hamza dayının o yıllarda dedesiyle kurduğu dostluğu burada pazarcılıklar süresinde de devam etmişti.

Hamza dayı askerliği yaparken yaşadıklarını tatlı tatlı bizim adam ‘tabi o yıllar çocuktu’ Hamza dayının ağzına düşecek gibi hayran hayran onun seferberlik, Sakarya savaşı anılarını dinlerdi.

Bizimki o yıllardan çok hayaperest olduğu için Hamza dayıyı dinlerken sanki kendi de o savaşa katılmış gibi olurdu. Ondan sonra uzun süre özellikle yatınca Hamza dayının anlattığı gibi o savaşı kafasında cankadırır sanki o savaşı yaşardı.

Hele onun bölük olarak Yunanın arkasına düşünce esir düştükleri ve esirden kendi kendilerine kurtuluşlarını hiç unutmamıştı.

O anılar belleğinde öylesine yer etmişti ki; ne zaman Kızıhisar’dan geçse Hamza dayıyı, çelebi görünüşlü Muharrem dayıyı mutlaka hatırlardı. Şimdi de aklı o yıllara kaymışken otobüs Kızılhisar’ın yanındaki çevre yolundan geçiyordu. Bu sırada solundaki köylü yanındaki gençlere ‘onlar pek dinlemese de’ Kızılhisar ve yol kenarında sıra sıra boş dükkanlar hakkında bilgi veriyor, buranın insanın çalışkan olduğunu bu dükkanların kısa sürede dolacağını anlatıyordu.

Bizim adamın aklına mola yeri gelmişti. Ama etrafta mola yerine benzer bir yer görmeyince içinden “muavin beni kandırdı’ diye geçiriyordu. Sonra da ‘olsun varsın hiç olmazsa mola umuduyla buraya kadar geldik. Yeşilova’da yakınlaştı dayanırım’ diye düşünürken araba sağdaki bir benzinliğe yanaştı. Otobüs durunca muavin “on dakika istirahat molası” diye seslendi.

Bizim adam içinden “Allah Allah demek ki mola yeri burasıymış” diye geçirirken en önde oturan eşi ona ‘inelim’ diye işaret ediyordu. Onu görünce yanındakiler de inmek için davranınca laptop torbasını oturduğu yere koyup aşağı indi.

Kı..nı gere gere ayakları uyuşmuştu. İnince hafif topallayarak elinde bastonu eşinin ‘şurada oturalım’ dediği yere yöneldi; oradaki iki sandalyeden birine oturdu. “Oh dünya varmış be” deyince eşi “ay sen orada rahat değilsin. İstersen yer değiştirelim” deyince bizimkinin erkekliği tuttu “olur mu öyle şey. Yolda inecek var. Oraya kadar da sıkışırım” dedi. Zaten eşi de ‘laf olsun’ diye söylediği için üzerinde durmadı.

Sanırım onun aklında otobüse binerken yarıda kalan anlattıkları vardı ve onun tamamlamak istiyordu.

Bizimki bunu fark edince “sana zahmet şuradan bir su alır mısın?” dedi. Su içerken eşini dinlemeyi düşünmüştü.

Eşi yarım kalan lafına bir an önce dönmek için aceleyle gidip su alıp geldi ve onun bir şey söylemesine meydan vermeden kaldığı yerden anlatmaya başladı. Onun da en büyük zevki bizim ‘sosur’ adama görüp duyduklarını anlatmaktı.

Bizim ki de bunu bildiği için eşinin sözünü hiç kesmeden onu dinlerdi. Şimdi de öyle yaptı. Eşi yarım kalan bilgileri verip tamamlayınca rahatlamıştı sanırım. Sonradan oradan buradan laflamaya başladılar.

Yine en büyük zevkleri bir yerde otururken o sıra karşıdan gördükleri ilginç tiplerin komik yönlerini konuşmaktı.

Şimdi de bizimkinin önünde oturan ‘bığış bığış etli’ kadına gözleri ilişmişti. Onu birine benzettiğini söyledi. Bizim adam da gıcık aldığı o kadının uyuklayışını taklit ediyordu; iyi tanıştığı şoför “o abi valla iyi sohbet ediyosunuz. Kıskandım sizi” diye gülerek yanlarına geldi. Çay isteyip istemediklerini sordu.

Sanırım otobüs şoförü olduğu için onlara torpil geçmek istiyordu…

Bizim adam “sağ ol” deyip teşekkür etti. Şoför yanlarından ayrılınca yine o kadın üzerine konuşuyorlardı. Bu sırada yıkanıp temizlenen otobüsün kapılarını açan muavin arabanın hareket saati geldiğini bağırarak söylüyordu.

Bizim adam kıçı rahatlamış olarak arabaya binerken muavin “eyi dinlendin mi dayı?” dedi.


O gülümseyerek “sağ ol iyi dinlendim” dedi. Eşi önden o arka kapıdan otobüse binip yerlerine oturdu. Eşi otururken ona acıyor gibi bakıyordu. O eliyle “ben rahatım sen otur” der gibi işaret ettiği sırada sağı solu dolmuş ona yine yarım kıçlık yer kalmıştı. O yere sığıştığı sırada otobüs yürüdü.

Az önceki birazcık dinlenmeyle rahatlamış kıçı ve bacaklarıyla mutlu bir şekilde etrafına bakınmaya başladı. Gözü solundaki adama kayınca içinden “bu Güney’de inince raprahat otururum” diye geçirdi.

Arabanın içini gözlemeye başladı. Muavin de görevlerini tamamlamış olmanın rahatlığıyla merdiven basamağında oturan yaşlı adamla sohbete başladı.

Ayakta olan yolcuların da sanırım biraz dinlendiği için keyfi gelmiş ‘belki ilk kez tanışmalarına rağmen’ kendi aralarında gülüşerek sohbet ediyordu.

Bizim ki içinden “bunlar ne konuşur bu kadar acaba?” diye geçirirken koltuklarında sessizce oturan kimisi uyuklaya baktı.

“Bunlar da kim bilir ne hayallere dalmıştır?” diye mırıldandı. Sağındaki gestapo bakışlı sesini duymuş, dönüp ‘bana mı söylüyorsun?’ der gibi bakmıştı.

Bizimki onun bakışından öyle anladığı için karşıya bakarken sanki bir türkü mırıldanıyormuş gibi yaptı. Ama aklına hiç türkü söylemediği gelince gülmemek için kendini zor tuttu. Çünkü gülseydi kendine o sıra ters ters bakan gestapo alınıp çatabilirdi. Onun için ciddi şeyler düşünmeye çalıştı.

Aklı karşıya ilerde zor seçilen dağlara kaydı. İçinden o dağların eteğinde veya ardında olan köyleri geçirirken Dodurga’ya gelince durdu.

Çünkü ne zaman Dodurga lafı geçse öğrenciliği sırasında tanıdığı Dodurgalı köylünün söylediği gelirdi. Onun söyledikleriyle Dodurga’nın kimliği çok çakışıyordu.

Sanat enstitüsünde okurken bir gün bir gurup arkadaşıyla okulu kırmış, şimdi yerleşim yeri olan Çamlığın altındaki bağlarda dolaşıyorlardı.

O sıra karşılarına yaşlı bir adam çıkınca ona selam vermişlerdi. O yaşlı adam da “hayırdır gençler bağların arasında ne işiniz var?” diye sormuş onlar da canları sıkıldığı için buralarda dolaşmaya çıktıklarını söylemişlerdi. Yaşlı adam “sen nerelisin?” diye her birine tek tek sormuş herkes nereli olduğunu söylemiş ona sorunca “dayı ben Yeşilovalıyım” deyince “Satırlarlı ha” dedikten sonra “sen bilmezsin sizin oraya eskiden Satırlar denirdi” demişti. Sonra “Arif pelifan sağ mı be?” diye sormuştu.

Onun ‘Arif Pelifan’ dediği bizimkinin yakını oluyordu. “Sağ tabi, benim de akrabam olur” deyince yaşlı adam “ne pelifandı o be?” demiş sonra “Arif pelifanın namı bizim burlada ta İzmir’e gadar bilinirdi. O başa güleşirdi. O sıra ben de güleşirdim emme benimki onun yanında fasara tabi” demiş Arif pehlivanı anlatmaya başlamıştı.

Onun güreşlerinde hiç yenilmediğinden bahsederken “ben Dodurgalıyın. Bizim ordan da eyi pelifan çıkadı. Eskiden çok namlı pelifanla çıkmış. Emme heç biri Arif pelifanın eline su dökemezdi. Yanim öyle pelifandı o” demişti.

Bizimki karşı dağlara bakarken onun eteklerinde ve ardında bildiği köy isimlerinden Dodurga gelince bunlar aklına gelmişti.

Gerçekten Arif pehlivan çok namlıymış. Tercüman gazetesindeki pehlivan tefrikasında onun güreşleri çıkmıştı. Rivayet o ki; Aydın’da düzenlen bir güreşte  güreşirken o sıra orada konuk olarak bulunan Kurtdereli Mehmet’in Pehlivan Arif pehlivanı gösterip “ne güzel güreşiyor bu delikanlı. Benim zamanımda güreşeydi karşısına çıkamazdım” dediği söylenir.

Bizimkinin bunlar aklından geçerken otobüs Acıpayam makasına gelip döndü ve sağa yanaşıp durdu. Aşağı inen muavinin açtığı kapının yanında üç dört kişi belirdi.

Hemen kapının dibinde koltuk değnekli yaşlı bir kadın vardı. Onun yanındaki adam “bizim yolcuya yer var mı?” deyince muavin baktı sonra “buluruz abi” dedi. Önce aşağıda bekleyen diğer üç yolcuyu bindirdi. Sonra yaşlı kadını yanındaki adamla koltuklayıp bizimkinin ve öteki yolcuların şaşkın bakışı arasında merdiven basamaklarını gösterip “teyze şuraya otursun” dedi ve kadını oraya oturttu. Kadını yolcu eden adam da yolcusuna yer bulmanın rahatlığıyla onunla vedalaştı.

Önce otobüse muavin bindi. Sonra basamaktaki ihtiyar bindi. Muavin aşağı basamakta dikilen ihtiyara “nası yerin rahat mı?” deyince ihtiyar “önemli değil. Yolcu oturdu ya” deyince bizimki içinden “bu ihtiyar otobüsün sahibi” diye geçirdi.

Muavinde yaşlı kadının yanından çıktı “teyze sen bene burda bi ayaklık yer bırak yete” derken otobüs çoktan yürümüştü.(devam edecek)

 

 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..