Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Kasım '14

 
Kategori
Deneme
 

Öykülerle yolculuk (otuz birinci bölüm devam edecek)

Öykülerle yolculuk  (otuz birinci  bölüm devam edecek)
 

Öykü demeti


Bazı anlar vardır. O sırada o insan nerde kiminle bulunuyor olursa olsun, ne konuşuyorlarsa konuşuyor olsunlar; bir koku, bir ses veya bir görüntünün etkisiyle o insanın aklı bir gezintiye çıkar.

Bu gezintide mekan, zaman ve görüntüler iç içe geçer. Yani o kişinin aklı o gezintide aynı anda çok farklı zaman ve mekanda çok farklı insanlarla buluşur. Ama bunu o fark etse bile birlikte sohbet ettiği kişi ve kişiler pek fark etmez. Fark etse bile fak ettiği an kısa bir andır ve tepkisi “ne o daldın ya?” olur.

Halbuki o kişi karşındakinin belki fark edebildiği veya hiç fark etmediği anda belki sayfalar dolusu anlatabileceği geçmişinde yaşadıklarını tekrar yaşayıp gelmiştir. Ve o an zamana bakılarak izlense, yani kronometre tutulsa belki bir saniyeden bile çok kısa bir andır. Tıpkı hastafendinin kaşarlı tosttan bir lokma alıp eşinin uzattığı şişeden bir yudum su aldığı sırada aklının çıktığı gezintide hatırladıkları gibi.

Hastafendi kaşarlı tosttan ısırıp, eşinin uzattığı sudan bir yudum almış, eşinin gelirken yaşadığı ilginçliği anlatışını dinliyordu.

O sıra gözü karşı sahile; yeni kapının bulunduğu yeri tahmin etmeye çalışırken aklı bir anda yetmiş iki yılına gitmişti.

Karşıda Yeni Kapı sahilinde o yıl bir gece bir gurup arkadaşıyla o yıllar denizin içine doğru uzanan kayaların üzerinde bir yandan ellerindeki ekmek arası salamı ısırırken bir yandan şarap galonundan bardaklara koydukları şarabı içiyorlardı.

Yanlarında iki galon İzmir şarabı vardı. Hatırladığına göre o sıralar İzmir şarabı üç buçuk kiloluk cam şişelerde satılıyordu. Buna galon diyorlardı.

İşte o gece birinci galon bitmiş, ikinci galon da yarılanmıştı.

Herkes çakırkeyifti…
O sırada sesi güzel arkadaş “biz her gece Heybelide mehtaba çıkardık” diye bir şarkıyı
söylüyor diğerleri koro halinde ona katlıyordu.

Hastafendi o sıra o kızla arkadaşlarından ayrılmış, az ötede kayanın kenarına oturmuştu.

O kızı seviyor, ama bunu uzun zamandır söyleyememişti.

İşte o gece birlikte kafalar çakır keyif, arkadaşlarının hemen ilerisinde kayanın kenarına oturdukları sırada birbirlerine yakınlaşmışlar ve o sırada kıza sevdiğini söylemiş, o da olumlu tepki verince onu öpmüştü.

Hastafendinin aklı orada gezinirken birden oradan yıllar sonrasına yetmiş sekize kaymıştı. O sıra grevde oldukları işyerinin bahçesinde gece grev çadırının önüne yaktıkları grev ateşinin etrafına toplaşmış sohbet ediyorlardı. Ama Hastafendinin aklı o sıra fırıl fırıl fabrikanın etrafında nöbete çıkardıkları ve grev ateşinin uzağındaki işçilerdeydi.

Çünkü grev çok zor koşullarda devam ediyor, işveren de satın aldığı bir iki işçiyle (bunu sonradan işveren de itiraf etmişti) grevi kırmaya çalışıyordu. Daha doğrusu böyle bir söylenti olduğu için tedirgindi.

İşte o sıra grev çadırının önündeki ateşin etrafında toplaşmış sohbet sırasında, Hastafendi tedirgin yandan etrafı süzerken gözü çadırın hemen yanında karanlıkta Nuri’nin Muhlise’nin elini tuttuğunu fark etti. Tabi tedirgin oldu. Çünkü kız feryat edebilir, diğer işçiler buna tepki gösterebilirdi.

Ama bunların hiç birisi olmamış, Muhlise de Nuri’ye sokulmuştu.

Ertesi gün Nuri’ye bu durumu sorunca onun yüzü kızarmıştı. Çünkü sarışın beyaz yüzlü bir çocuktu. Göçmendi. Muhlise de göçmendi.

Aylardır aynı işyerinde çalışmışlar, ama tıpkı Hastafendinin o gece şarap içerken arkadaşlarından az ileride kıza sevdiğini söyleyip, öptüğü fırsat gibi Nuri’de o gece o saat Muhlise’ye sevdiğini söyleme fırsatı bulmuştu.

Bunu Hastafendiye anlatırken o arkadaşlarla şarap içtiği geceyi hatırlayıp tedirginlikle Nuri’ye “inşallah kızı öpmeye kalkmamışsındır. Yoksa bunu kızın ablasına zor anlatırız dediğinde (çünkü Muhlise’nin ablası Feride de o sırada grev ateşinin etrafında oturan kadınlar arasındaydı) Nuri’nin yüzü daha kızarmış “yok be başka. Bende kızı üpücek yürek yürek mi? Elini bile zor tuttum be ya” demişti.

İşte Hastafendi eşinin getirdiği tostu ısırıp, uzattığı şişeden bir yudum su içtiği sırada aklı bu gezintiye çıkıp dönmüştü.

Hastafendiye kendine “sen çok ilaç içiyorsun. Bir simit olmaz dedim, Sevdiğin kaşarlı tostu yaptım” deyip tostu uzatan eşine ihanet etmiş gibi içinde bir duygu belirmişti. Bu duyguyla ‘sanki özür diler gibi’ eşinin elini tutup sıktı.

Eşi onun bu aniden elini tutup sıkmasından bir şey anlamamış öyle şaşkın bakıyordu.

Çünkü Hastafendinin ‘hem de ulu orta’ böyle eşinin elini tutup sıkmasını eşi hiç yaşamamış, o yüzden çok şaşırmış Hastafendiye ‘bu da nerden icap etti der gibi’ bakıyordu. Hastafendinin eşinin kendine şaşkın baktığını görünce bir açıklama yapmak zorunda kaldı ve eşine “tost için çok teşekkür ederim” demiş, bu sırada eşinin yüzünde çok mutlu bir gülümseme oluşmuştu.

İşte böyle Hastafendinin tostu ısırdığı sırada yıllar öncesinde iki yaşanmışlığı gezinip gelen aklı eşinin bile fark etmediği zaman aralığında yaşadığı iki öyküyü hatırladığı gibi; bu öykü yolculuğunda anlatılan öykülerde zamandan ve mekandan bağımsız akıp gidiyor.

Zaten bu öykü yolculuğuna çıkarken de Kelile Dinme örneğini verirken açıkladığımız gibi bu yolculuk süresince her türlü zaman ve mekandan bağımsız hepsini içine alarak insanlarda onların kimi yaşanmışlıklarında gezinip, onlara kendi öykülerinde de gezindirmeyi amaçladığımızı yazmıştık.

Hastafendinin o mekan ve zamandan bağımsız yaşanmışlıkları gibi bu yolculuğa katılanlar ve bu öyküyü okuyanların da ‘kimbilir?’ hangi yaşanmışlıkları vardır.

Onlara bunu hatırlatmak için Hastafendinin eşinin getirdiği tostu ısırıp, uzattığı şişeden bir yudum su içtiği sırada aklının çıktığı gezintiyi anlattım.

Zaten yaşam da böyle bir şeydir. Zamanda ve mekandan bağımsız bir seyir izler. Öyle ki; kişi yaşadığı anları geriye dönük hatırladığında onca zaman içinde geçmiş sandıkları bir saniyeden de küçük zaman içinde bir anda akıp gider.

Kişi çok yıllar yaşadığını düşünür veya zanneder; ama o çok yıllar yaşadığı aslında öyle çok zamanı değil, çok kısa anları içerir.

Kişiye çok uzun gelen de o yaşam süresindeki mutlulukları değil; o sıra gösterdiği çabaları, çektiği sıkıntılardır. Zamanı uzatan çoklaştıran onlardır.

Bu yazdıklarımı kişi kendi yaşamına uyarladığında görecektir ki onun yaşamı da okuduğu, duyduğu veya hatırladığı öykülerde her türlü zaman ve mekandan bağımsız çok kısa bir andır.

Tıpkı Temur efendi gibi…

Tıpkı onun elinde tahta bavulla çıktığı yaşam yolculuğundan tahta tabut içinde köyüne dönmek üzere olduğu zaman aralığında onca yaşanmışlıkların, onca sıkıntıların hepsinin kızının “babam yıllar önce bekar gelmiş İstanbul’a. Burada iş kurmuş. Dönmüş köyüne annemle evlenmiş. Biz beş kardeş olmuşuz. Bizleri büyütmek için çok sıkıntı çekmiş. Tam rahata ereceği sıra bundan sekiz yıl önce bu hastalığa yakalandı. Onu yaşatmak için çok çabalık. Şimdi buradayız” dediği ve bu kızının bu sözleri söylediği günün ertesinde Hastafendinin izlediği gibi hayata “al bu senden aldığım son nefes, bunu da sana geri veriyorum” der gibi son nefesini verdiği anda biten ve üç dört cümleye sıkışan yaşam yolculuğu gibi.

Bu yazdıklarıma bakıp hemen ‘enseyi karartmayın’. Siz yine yaşamı dolu dolu anlayarak, yaşayarak önünüzde çok zaman gibi gözüken o sürenin (dönüp geriye baktığınızda size bir saniyenin altına sıkışıp kalmayan, belki birkaç saniye ve belki bir kaç dakikalık zaman aralığını yaşatacak şekilde) içine birçok güzel yaşanmışlıkları katmak için çabalayın.

Bunun için de öyle çok mekan veya zenginlikler aramaya kalkmadan (Hastafendinin o kayanın gereltisinde yarattığı fırsatla sevdiği kızı öptüğü veya Nuri’nin sevdiği kıza sevdiğini söylemek için o gece grev çadırının arkasındaki karanlığı beklemesi gibi) fırsat yaratmak için beklemeden kimi seviyorsanız ona sevdiğinizi hemen söyleyin.

Yıllarca bunu hiç belli etmeden yaşayıp 'aklına öptüğü o kız gelince' suçluluk duygusuyla veya gerçekten sevgiyle eşinin elini tutması gibi sevgi göstermeyi geciktirdiyseniz birine; bu öyküyü okuduktan hemen sonra o geciktirdiğiniz sevgiyi hemen gösterin.

Çünkü gerçekten Temur efendinin kızının üç dört cümleyle anlattığı gibi çok kısa olan yaşamı dolu dolu yaşamak için fırsat aramayın. Hemen her anı değerlendirip yaşayın.

Sınıf mücadelesi vermek veya demokratik tepki vermek veya yaşamın kimi olumsuzluklarını yenmek için verdiğiniz, vereceğiniz mücadele sizi yaşamı yaşamaktan alıkoymasıın.

Aksine yaşamı anlayarak dolu dolu yaşamasını becerirsen eğer, insan olarak yaşam içinde alman gereken onurlu duruşu daha bir keyifle, daha bir anlayarak gösterip toplumsal yapı içinde sana düşen görevleri daha coşkulu ve güzel yerine getirebilirsin.

Çünkü insan kendinin, kendi sevgisinin sevdasının, yaşama ilgisinin farkındaysa eğer yaşamın diğer toplumsal alanlarının da daha doğru farkında olur.

Bakın etrafınıza; kim toplumsal sorumluluktan geri duruyorsa, olması gereken yerde değil de onun aksi yerde duruyorsa; o insanın veya insanların sevgi ve keyiften, sevdadan ve bunları yaşama veya ifade etme sevincinden çok uzak yerde olduğunu, onların yaşamının etrafını sevgisizlik, sevgiyi sevmeyi inkar eden, güzelliklerin hiç farkında olmayan bir düşünce zırhıyla çevrili olduğunu, onun için o insanın veya insanların yaşamak ve yaşatmaktan yana değil; öldürmekten ve yok etmeden yana olduğunu göreceksin.

Şehirlerin doğal ve tarihi dokusunu yok eden, yol vs. bahanesiyle ağaçları ormanları yok eden insanların insanca sevinç ve sevgiyle yaşama alanlarını engellemek isteyenlerin de o insanlar olduğunu göreceksiniz.

Onun için; yaşamın kısa aralığında sen de inadına hem kendinin hem de birlikte yakın olduğunun veya hiç tanımadığın; ama içinde yaşadığın toplumun içinde olan insanların yaşamdan, yaşamın güzelliklerinde yana var olan değerleri korumaktan, o değerlere yeni değerler katmaktan yana olması için çoğalmaya çalış.

Ancak o zaman o çok kısa olan yaşam aralığına geriye dönüp baktığında saniyelerce, belki dakikalarca hatırlayıp yeniden yaşayacağın yaşam öyküleriyle doldurabilirsin.

Yoksa yaşadığın da, yaşattığın da göz açıp kapayıncaya kadar geçen zaman aralığında kaybolup gidecek ve sen geriye dönüp baktığında onca zaman geçti sandığın zaman aralığında hiç yaşamadığını fark edecek, belki onu bile fark etmeden yaşamdan gelip geçeceksin. (devam edecek)


 

 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..