Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Eylül '07

 
Kategori
Hayvanlar Alemi
 

Özgürlük onun kanında var

Özgürlük onun kanında var
 

Onu mezarlığın kapısından girip, beş on metre kadar yokuş tırmanırken gördüm. Minicik bir şeydi, ayak seslerimi duyunca başını içine çekti ama yerinden kıpırdamadı. Benim geçip gitmemi bekliyordu. Önünden yürüdüm gittim.

On, on beş dakika sonra aynı yoldan geri gelirken onu yine aynı yerde gördüm. Ben, rahmetli annemle babamın mezarını ziyaret edip dönerken o hiç yerinden kıpırdamamıştı. Kanım kaynadı eğilip, bulunduğu yerden aldım. Havalanınca ayaklarıyla birlikte başını da iyice dışarıya uzatıp,

“Ne oluyoruz, havalandık birden” der gibi bana baktı. İşaret parmağımın ucuyla başına hafifçe dokundum,

“Gidiyoruz” dedim.

Arabanın ön koltuğunun ayak basılan bölümüne bıraktım. Dönüşte oğlum H.Can, onu uzun süre aradı koltuklar altında, sonunda buldu çıkardı. Ne yaramaz bir şey olduğunu o an göstermişti bize.

Adını Abuzer koyduk, bahçede kendisine bir barınak yaptık. Havadar olsun , doğal hayattan kopmasın diye yarım metrekarelik bir alanın etrafını yirmi santimetre kadar uzunluğundaki çubuklarla çevirdik. Daire şeklinde bir yuvası olmuştu. Böyle bir yuva yapma fikri, çocukken çok Teksas, Tommiks çizgi romanları okuduğum için, oradaki kalelerden aklımda kalmıştı.

Yanına küçük bir kap içinde su ve biraz da ot, yaprak gibi yiyecek bıraktık.

Ama ertesi sabah baktığımızda barınak boştu. Önce mahallenin çocukları çaldı sandık, soruşturduk, kimse almamıştı.

Abuzer firar etmişti. Neyse ki çocuklar kısa bir aramadan sonra bahçedeki bir duvar deliğinde buldu onu. Getirip yuvasına koyduk, ama kaçmasın diye bu kez çubukları yumruk büyüklüğündeki taşlarla destekledik. Çünkü Abuzer çubukların arasından tüymüştü.

Kaç yaşında olduğunu bilmiyordum ama Abuzer özgürlüğüne düşkün bir çocuktu. Yine kaçtı. Bu kez iki gün bulamadık. Bahçe duvarını aşması mümkün değildi. H.Can, “Baba müjdemi ver” dediğinde arkasında ne sakladığını merak ettim, “Fazla bekletmedi, arkasında sakladığı Abuzer’i gösterdi. Abuzer bir kez daha girdi hapishanesine. Ama yeniden kaçarsa, onu oraya yeniden tıkmayacağıma söz verdim. Fakat kaleyi de bu kez Alkadraz Hapinesi’nden daha sağlam yaptım. Carlos olsa kaçamazdı artık. Ama merak ettim, bu velet minicik boyuna bakmadan bu çitleri, kayaları nasıl aşıyordu. Başında oturup izledim, sessizce.

Bizi gitti sanan Abuzer önce başını çıkardı, sonra yavaş ve emin adımlarda kale duvarına ilerledi. Kaçmak için verdiği mücadeleyi izlerken şaşkınlıktan ağzım açık kaldı. Neredeyse kendi vücudunun büyüklüğündeki taşların üzerinden aşmak içim o miniminnacık ayaklarını öyle bir uzatıyordu ki neredeyse iki katına çıkıyordu ayakların uzunluğu. Hele ayaklarının ucundaki tırnaklarını taşların çıkıntılarına bir takışı vardı ki sanırsınız profesyonel dağcı. Aslında öyle tabi. Çünkü onu dağda bulmuştum zaten. Taşların üzerine çıktıktan sonra iyice sağlamlaştırdığım çubukların arasından geçmek için, yan döndü, ön ayaklarıyla çubukları iki yana açtı ve arasından kaydı ve pat diye kale dışına attı kendini. Artık özgürdü.

Önce biraz hareketsiz kalıp, etrafı dinledi ve dinlendi. Akşam olmak üzereydi. Yorulmuştu. Sonra bahçenin kapısına doğru öğle bir gitti ki, arkasından sadece baktım. Hiç müdahale etmedim. Dudaklarımın arasından,

“Git oğlum, sen özgürlüğü hak ettin” cümlesi çıktı.

Sonra kendi kendime, “Keşke getirmeseydim buralara” dedim.

Evine dönecek olsa kilometrelerce yol gitmesi gerekiyordu. Belki annesi, babası onu arıyordu günlerdir.

Ama gitmek isterse giderdi evine. Nasıl olsa Allah iki yüz yıl ömür vermişti kendisine…

Minik kaplumbağamı azat ettim, onun adı artık ‘Özgür Abuzer’ di.

 
Toplam blog
: 121
: 1472
Kayıt tarihi
: 23.08.07
 
 

Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü mezunuyum. 28 yıllık g..