Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Temmuz '09

 
Kategori
Meslekler
 

Palyaço

Çocukluğumda izleme olanağı bulduğum, o kocaman sirk çadırlarının en renkli, şirin kişisi… Genelde tüm çocuklara sevimli gelirdi. Hep güldürür, daha doğrusu güldürmeye çalışırdı. O; zıplar, biz gülerdik. Renkli pantolonu yırtılır, gülerdik. Trapezcilerle şakalaşır, gülerdik. Ve palyaço düşer, biz yine gülerdik…

İzleyicileri, genellikle de çocukları güldürmek için elinden geleni yapardı palyaço. Masum ve temiz yürekli çocuklar hep gülerdi…

Şapkası, saçları… Hele burnu! İlla ki kırmızı bir top şeklinde. Kocaman ayakkabıları kendinden önce giderdi… Boyalı suratı ve renkli elbisesinin altında kimdi o?... Ne değişik bir tipti… Nasıl biriydi? İsmi neydi? Hiç bilinmezdi… Coşkulu, renkli, kıpır kıpırdı palyaço. Bitmek tükenmek bilmez enerjisi ile o hantal ayakkabılarını yere vura vura, gürültü yapmaya bayılırdı…

Sebebini bilemezdim, ama bende birazcık korku yaratırdı palyaço. Hala daha palyaço gördüğümde ilk anda sevimli gelir, neşelendirir beni ama; hemen ardından da ürperirim… O boyalı surat, rengarenk elbise, kocaman ayakkabılar. Ağzı hep kocaman, hatta kulaklarına kadar. Saçları mor, yeşil ya da kırmızı…

Oysa ben çocuk ruhumla, dokunmak isterim palyaçonun yanaklarına. O boyaların altındaki yüzün, çizgilerini görmek isterim. Gözlerinin gerçek şekli, saçlarının rengi nedir, nasıldır bilmek isterim.

Ve palyaço hiç konuşmaz, konuşamaz! Ağlar, sessiz… Güldürür, sessiz… Atlar zıplar sessiz. Sadece ayaklarını yere vurdukça ses çıkar; “pöft paft, pöft paft…” diye.

Sinirlenir palyaço ve küser gider… Sonra birden bire tekrar çıkar sahneye. Ya filin sırtındadır, ya elinde bir çemberle, köpek terbiyecisinin arkasından koşar… Taklalar atar, zıplar, düşer. Oynar, oynar, oynar… Yorulur; belli olur halinden yorgunluğu. Aslında diğer gösteridedir sıra. Onun için palyaçonun sahneden çekilmesi gerekir. Aceleden ayakları dolanır birbirine ve düşer palyaço. Kızar, sinirlenir, öfkeyle kalkar ve ağlayarak kaçar sahne gerisine; ayaklarını vura vura, pöft paft, pöft paft!...

Ağladığında göz yaşlarını fark etmeniz zor olur. Ama bilirsiniz ki palyaço ağlıyordur. Göz yaşlarını his edersiniz ama görüp dokunamazsınız. Palyaçonun göz yaşlarını silmek gelir içinizden; oysa çoktaaan sahne arkasına geçmiştir…

Mor saçları, kırmızı burnu, kocaman ağzı, rengarenk elbisesiyle bütünleşen o sevimli hali hep gözünüzün önündedir. Sorular üretip durursunuz kendi kendinize. Kimdir palyaço? Yaşlı mı genç mi? Kadın mı erkek mi? Gösteri süresince hiç konuşmadı yoksa dilsiz mi? Peki ama hiç göz yaşını akıtmadan nasıl da ağladı…

O; rengarenk bir palyaço. Boyalı yüz. Renkli peruk. Rengarenk elbise. Toparlak bir göbek. Gerçek görüntüsü ve kişiliği renk cümbüşüyle örtülmüş… Bir bilinmezdi o… Belki bu yüzden; bazen korkup ürpermeme sebep oluyordu, kim bilir?...

Ve ben ne zaman bir palyaço görsem, hafiften ürperirim. Kulaklarımda uğuldar, hep o kocaman ayaklarının çıkardığı ses; pöft paft, pöft paft, pöft paft…
 
Toplam blog
: 161
: 735
Kayıt tarihi
: 26.01.08
 
 

1955 yılının, aydınlık Nisan sabahlarından birinde; 22 Nisan sabahı duyulmuş ilk avazlarım… Üsküdar ..