Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Kasım '13

 
Kategori
Siyaset
 

Paranoyak laikler

Paranoyak laikler
 

Laiklerin endişesi paranoya değildir.


Bir suçlamadır gider, paranoyak laikler! Kimdir onlar? Neden paranoyak diye suçlanırlar? Paranoya nedir? Aşırı endişe veya korkuyla karakterize edilen, sıkça mantıksız kuruntularla bilinen bir rahatsızlıktır. Başka bir deyişle, paranoya yanlış düşünce anlamına gelir. Kuşku duyma, güvensiz olma, kıskanç olma, alıngan olma ve de gurur şeklindeki bozukluklardan başka, yanlış yargılarda bulunma, sistematik, güzel ayarlanmış sanrıların olması şeklindeki belirtileriyle meydana çıkan psikozdur. Laiklerin paranoyası da tıpkı bir bireyin herhangi bir olay karşısında olayın oluşumundan farklı olarak gelişebileceğini kendi içerisinde canlandırma yolu ile öne sürdüğü ve sınırsız sayıda çeşitlendirdiği hayal ürünlerine mi benzetilmektedir.?

Laikler gerçekten paranoyak mıdır?  Laiklerin paranoyası gerçekte Atatürkün kendisinin de çok önem verdiği devrimlerinin en önemlisi söylediği laiklik kavramının yok olabileceği kaygılarını taşımalarıdır. Peki bu kaygılarında haksız mıdırlar?

Aslında; Hepimiz biraz paranoyağız! Birçok konuda az veya çok şüphe içindeyiz. Herkesin takıntıları bir gün paranoyaya dönüşebilir. Yaşanan travmalar paranoya ile seyredebilir. Kötü bir şey olacak hissini şüphe doyurabilir. Paranoyanın sözcük anlamı “başkalarının bize zarar vereceğine ilişkin gerçekçi olmayan inançlar” dır. Bu inanç, bir algıdan bir eyleme kadar uzanabilir.

Bir paranoyak için şüphe duyduğu inançları onun aşırı değer verdiği düşünceleridir. O konu kişi için aşırı değerlenmiştir. Çevrede olup bitenler, öncelikle aşırı değerlenmiş düşüncelerin süzgecinden geçer. Yani bir tür seçici algı vardır. Tüm düşünce ve inançlar “olabilir” veya “olabilir mi” ihtimali üzerinden hesaplanır. İhtimaller çok sayıda olduğu için, stres artar. Bilinmezlik korkuyu, korku takıntıyı, takıntı çözümsüzlüğü, çözümsüzlük ise öfkeyi artırır. Öfke ise hatayı, takıntı ile paranoya kardeştir. Bir konuya takmadan paranoyak olunmaz. Takmak da zaten bir düşüncenin aşırı değerlenmesidir. Ya sevgilisine takar, ya başörtüsüne, patronuna ya da Laikliğe. Bu noktadan sonra onlarla ilgili herhangi bir olay paranoyak düşünce sisteminin şalterini açar. Paranoyak düşünce çarkı döndükçe, başı döner, yeni şüpheler yaratır.

Her paranoyak için “güvensizlik” temel duygudur. Kendine ve çevresine güvensizlik paranoyak çarkın zeminidir. Kendisine ve değer verdiği kavramın güvenli olup olmadığına güvenmediği için herkes ona bir şeyler yapabilir hale gelir. Bir şeyler kötü gittiğinde stres ve kaygı artar, paranoya artar. Paranoya basit haliyle delilik değil, bir kontrolsüzlük halidir. Kontrol etmek için takip, takibin sürebilmesi içinse paranoya gerekir. Böylece bu döngü hiç bitmez. Tarihsel geçmiş travmalar, paranoyaya yol verir. Geçmişte darbe yiyenler, her askeri darbeci zanneder. Her polis işkenceci olur. Her başörtülü İslam devrimcisidir!

Paranoyaklar haksız mıdır? Paranoyak olmanız, haksız olduğunuzu göstermez. Ama paranoyak olduğunuz gerçeğini de değiştirmez. Önemli olan paranoyaya dayanak aldığınız verilerin gerçekliğidir. Paranoyak düşüncelerin öznel olmasıdır.

Paranoyak düşüncenin odağı dönemlere göre değişebilir. Korku nesnesi konjonktüre göre biçim alabilir. Cinler, zındıklar, emperyalistler, komünistler, polisler, liboşlar, dinciler, laikler, ulusalcılar, askerler vb. Sayısını artırabiliriz bu korku nesnelerinin. Burada sözü edilen Laikler için asl olan ise anti laiklerin varlığı, sayıları, güçleri, tavır ve tutumlarıdır.

Laikler için sorun “ötekiler”dir, anti laiklerdir, kendilerinin ne olduğu değil, gücü elinde bulunduranların ne yaptığı odaklı bir düşünce gelişmektedir. Kendini sorgulamaz, başkalarını sorgular pozisyonuna geçme hali vardır, dolayısı ile Laik paranoyaklar böylece birer megaloman halini mi almışlardır?

Laik sözcüğü, ülkemizde “devlet yönetiminde herhangi bir dinin öğretilerinin temel alınmaması gerektiğini savunan kişi” anlamında kullanılmaktadır. Laiklik, Hıristiyanlığın hakim olduğu batı dünyasında büyük bir mücadele sonucu doğmuş ve gelişmiştir. Bilindiği gibi Hıristiyanlıkta kilise her şeyi kendi otoritesi altında tutuyordu. Günlük işlerden bilimsel çalışmalara, ekonomiden felsefeye kadar hemen her şey kilisenin buyruğu altındaydı. Hıristiyanlıkta Katolik kilisesi tanrı adına görüş bildirmek hak ve yetkisine sahipti. Katolik kilesinin din adamaları ruhaniler sınıfını oluşturuyordu. Laik kelimesinin bir hukuk ve siyaset terimi olarak ön plana çıkması daha çok 1789 Fransız ihtilalından sonra olmuştur. Egemenlik kraldan halka geçmiş ve kilisenin din istismarına son verilmiştir. Laiklik anlayışı ve uygulaması, sonuçta kilisenin ve kralların olumsuz tutumlarına karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.

Lâiklik, Türkiye Cumhuriyeti’nde bir Anayasa ilkesidir. Herkesin dilediği yöne çekiştirebileceği bir deyim olmaktan, bir siyasî slogan olmaktan öteye, sınırları ve içeriği açıkça belirlenmiş bir pozitif hukuk kavramıdır. Lâiklik, çoğu zaman, bir tek yönü, bir tek unsuru öne sürülerek tanımlanmağa çalışılır. Kimi, lâikliği kısaca “din ve vicdan özgürlüğü” diye; kimi “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” diye; kimi “yurttaşlar arasında din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmemesi” diye tarif eder. Bu tariflerin hepsinde derece derece gerçek payları vardır. Ancak Atatürkçü düşünce sisteminin temel ilkelerinden biri ve Türk pozitif hukukunun, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın temel ilkesi olarak, lâiklik bu kısa tanımlardan hiç birine sığmaz. Bunların hepsini birden içerir.

1-Lâikliğin bir unsuru, din ve vicdan hürriyetidir. Anayasa aynen şöyle diyor:“Herkes vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14. madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla, ibadet, dinî âyin ve törenler serbesttir”.

2-Lâikliğin ikinci unsuru, resmî bir devlet dininin bulunmamasıdır. Lâik devlet, belli bir dinin kurallarını vatandaşlarına benimsetmek ve uygulatmak için zorlayıcı kurallar koymaz. Lâik devlette, din, bir kişisel vicdan sorunudur.

3-Lâikliğin üçüncü unsuru, devletin, din ve mezhepleri ne olursa olsun yurttaşlara eşit işlem yapmasıdır. Lâikliğin bu unsuru da Anayasa’da açıkça yer almıştır: “Herkes… din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir”

4- Lâikliğin dördüncü ve çok önemli bir unsuru, devlet yönetiminin din kurallarına göre değil, toplum ihtiyaçlarına, akla, bilime, hayatın gerçeklerine göre yürütülmesidir; dinle devletin ayrılmasıdır. Anayasa, bu noktada, aynen şöyle diyor: “Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini, kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla, her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz”

Ziya Gökalp, “Türkçülüğün Esasları” adlı eserinde şöyle der: “Bu yüzyılın milletleri arasına geçebilmek için en esaslı şart millî hukukun bütün şubelerini teokrasi ve klerikalizm artıklarından büsbütün kurtarmaktır. Çağdaş devletlerde kanun yapmak ve memleketi idare etmek yetkileri doğrudan millete aittir.” Özellikle İslâm dünyasında, lâik devletle, millet egemenliği ilkesi ve millet temsilcilerinin hakları arasında sıkı ilişki vardır. Lâik devlete karşı olanlar, şer’î kanunlar dışında, herhangi bir kanun çıkarma hakkını kimseye tanımazlar.

5-Lâikliğin beşinci unsuru olarak, eğitimin lâik, akılcı ve çağdaş esaslara göre düzenlenmesini sayabiliriz. “Tevhid-i Tedrisat” (Öğretim Birliği) ilkesi lâikliğin ayrılmaz bir parçasıdır. Öğretim Birliği, 1961 ve 1982 Anayasalarında, Atatürk’ün eserini ve ilkelerini ayakta tutmak için mutlaka uyulması ve korunması gereken temel yasalar arasında gösterilmiştir.

Türk milletinin Atatürk’ün önderliğinde bağımsızlık savaşı verdiği günlerde, Atlantik Okyanusu’ndan Pasifik Okyanusu’na, Fas’tan Malezya ve Endonezya’ya kadar uzanan alanda, bugün bağımsız olan otuza yakın İslâm ülkesi karanlığın, geriliğin ve emperyalizmin pençesinde esir idiler. Yüzyıllarca emperyalist saldırılara göğüs geren son kale de, bağımsız Türkiye de, parçalanıp zincire vurulmak üzere idi. Atatürk’ün önderliğinde Türk milleti yalnız kendi bağımsızlığını kurtarmakla kalmadı; bütün İslâm dünyasının ve ezilen ulusların kurtuluş yolunu gösterdi. Bununla da kalmadı; dogmaların esiri olmuş, geri kalmış toplumlara aklın, çağdaş ilmin ışığında yükselip ilerlemenin yollarını gösterdi.

Ne kadar acıdır ki, düşüncesi bile ürpertici olan Atatürk’ün önderliğindeki Kurtuluş mücadelesi başarıya ulaşmasa idi, bugün ezan seslerinin hiç duyulmaz hale gelmiş olacağı topraklarda, kim bilir hangi emperyalizm Ülkenin, hangi düşmanın emrinde yaşıyor olacaktık.

Atatürkün Laiklik hakkında söylediği bazı sözlerini paylaşıyorum.

“Türkiye Cumhuriyetinde, her yetişkin dinini seçmekte hür olduğu gibi, belirli bir dinin merasimi de serbesttir. Yani, ibadet hürriyeti vardır. Tabiatıyla ibadetler, güvenlik ve genel adaba aykırı olamaz; siyasi gösteri şeklinde de yapılamaz. Geçmişte çok görülmüş olan bu gibi durumlara artık Türkiye Cumhuriyeti asla katlanamaz. Bir de, Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde, tüm tekkeler ve zaviyeler ve türbeler kanunla kapatılmıştır. Tarikatlar kaldırılmıştır. Şeyhlik, dervişlik, çelebilik, halifelik, falcılık, büyücülük, türbedarlık vesaire yasaktır. Çünkü bunlar gericiliğin kaynakları ve cehaletin damgalarıdır. Türk milleti, böyle müesseselere ve onların mensuplarına katlanamazdı ve katlanmadı.” 1930

“Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sade din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere asla fırsat vermeyeceğiz. Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü de demektir.” 1930

“Din ve mezhep herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiç kimse hiçbir kimseyi, ne bir din, ne de bir mezhebi kabul etmeye zorlayabilir. Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olarak kullanılamaz.” 1930

“Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkanını temin etmiştir. Laikliği dinsizlikle karıştırmak isteyenler, İlerleme ve canlığın düşmanları ile gözlerinden perde kalkmamış doğu kavimlerinin fanatiklerinden başka kimse olamaz. Softa sınıfının din simsarlığına izin verilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler. İğrenç kimselerdir. İşte bu duruma karsıyız ve buna müsaade etmiyoruz.” 1930

“Bunun gibi bağlı bulunmakla inanmış ve mutlu olduğumuz İslam dinini, yüzyıllardan beri alışılmış olduğu üzere, bir politika aracı durumundan kurtarmak ve yükseltmek gerektiği gerçeğini görüyoruz. Kutsal ve tanrısal olan inanç ve vicdanlarımızı karışık ve türlü renkte bulunan ve her türlü çıkarlar ve tutkuların alanı olan siyasetten ve siyasetin bütün öğelerinden bir an önce kesinlikle kurtarmak, milletin dünya ve ahiret mutluluğunun emrettiği bir zorunluluktur. Ancak böylece İslam dininin yüceliği gerçekleşir.” 1924

“Vatandaşları içinde çeşitli dinlere mensup unsurlar bulunan ve her din mensubu hakkında adil ve tarafsız tutum ve davranışta bulunmaya ve mahkemelerinde vatandaşları ve yabancılar hakkında eşit adalet uygulamakla vazifeli olan bir hükümet, fikir ve vicdan hürriyetlerine uymaya mecburdur.” 1927

“Artık Türkiye, din ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan çok yüksektir. Bu gibi oyuncular varsa, kendilerine başka taraflarda sahne arasınlar.” 1924

Kişinin paranoyak düşüncelere ne kadar inandığı, bu düşüncelerin zihnini ne kadar işgal ettiği, onda ne kadar stres yarattığı ve günlük yaşamını ne kadar etkilediği önemlidir.

Paranoya geçmiş deneyimlerden ve muğlak/müphem olaylardan başlıyor. Paranoyak doğulmaz, paranoyak olunur. Ülke genelinde, toplumda % 0.5-2.5 arasında, ayaktan tedavi ile psikiyatri yataklı kurumlarında yatanlarda % 1 oranında paranoyak hasta görülmektedir.

İktidarları ile güçleri ile Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyeti ve ilkelerini kullanarak, paralarıyla, açık ve gizli örgütleriyle, Atatürk’ü ve eserlerini yıkmağa çalışanlar var! Bunu Laikler görmektedir. Bunu anlamak bir paranoya saplantısı değildir. İnanıyorum ki, dıştaki ve içteki lâik ve demokratik Cumhuriyet düşmanları aradıkları fırsatı bulamayacaklardır. Ülkedeki milyonlarca Atatürk sevdalısı, laik demokratik Cumhuriyetten yana olanlar, marjinal sayıdaki paranoya hastalığına benzetilerek küçümsenmekte ve hiçsizleştirilmek istenmektedir.

Laikler “Türkiye’nin elindeki en büyük gücün laiklik ilkesi olduğunu, Laiklik ilkesinin bizim hem iç barışımızı sağladığını; hem de etrafımızdaki kaynayan kazandan kendimizi korumamızı sağladığını, çevremizde yaşanan deneyimlere baktıkça, elimizdeki en büyük nükleer gücün Laiklik olduğunu görüyorlar.”

Dünyaya şüphe ile bakmak entelektüel bir yapıyı gösterebilir. Ama spektrumun (yelpaze) son noktası ise paranoid bozukluk adı verilen bir hastalık hali olarak tanımlanıyor. Spektrumun (yelpaze) neresinde olduğu, hastalıkla normalliği ayırıyor. Ülkemizde yaşananları izleyen Laikler, yelpazenin rasyonel aklını temsil eden kısmında durarak, laikliğe karşı gördükleri tehlikeler için sadece temkinli bir şüpheci (septik)  bir tavır içindeler. Laiklerin sayısına ve tavrına baktığımızda da çoğunluk yazılı ve görsel Medyanın sosyal psikoloji yaratma eğilimi amacı ile laikler için ifade ettikleri Paranoyak hastalığı söz konusu değildir. Durum budur.

Nizamettin BİBER

 
Toplam blog
: 887
: 2743
Kayıt tarihi
: 06.06.12
 
 

Yeni dünya düzensizliğinde insan olmaya çalışan ve okuyarak ne kadar cahil olduğunu gören, olayla..