Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Haziran '12

 
Kategori
Sosyoloji
 

Pavlov'un köpeklerinin refleksi

Pavlov'un köpeklerinin refleksi
 

Reflekslerimiz öldümü?


Mutlaka bilirsiniz, ya okumuşsunuzdur ya da birinden duymuşsunuzudur, ünlü Rus fizyolog Pavlov, köpeklerine et verirken zil çalınca ve bunu çok kez tekrarlayınca, zil sesini işittiğinde et görmeden de hayvanın salyası akmaya başlar. Buna, “şartlı refleks” denir. Hayvanın “tabiatında olmayan” bir uyaran (zil sesi), onu “tabiatında olan” eti görmüş gibi heyecanlandırmaktadır. Eğer sürekli olarak zil çalar ama hiç et göstermezseniz, bir süre sonra şartlı refleks söner. Devamın sağlanması için arada bir et gösterilerek refleks pekiştirilmelidir.

Şartlı refleks, sonradan öğrenmeyle oluşur. Bireyden bireye farklılık gösterebilir. Örneğin bisikletin sürmeyi öğrenirken, öğrenme işlevi beynin kontrolündedir. Ancak her gün bisiklet sürerek bu davranışı alışkanlık haline getiririz. Araba sürme, örgü örme, limon görüldüğünde ağzın sulanması, yutkunmak, bisiklet sürme, yüzmek, kartopu oynamak gibi. Şartlı refleksle bilinçaltına farklı inanç ve duygular yerleştirilebilir.

Bir gün Pavlov’un enstitüsünü su basar. Köpeklerin bir kısmı boğulur, bir kısmı da günlerce korkuyla titreşir çünkü ölümden zor kurtulmuşlardır. Kurtarılabilenler tekrar enstitüye toplanır. Pavlov zil çalar, köpeklerde tık yoktur. Şu müthiş sonuca varır, Pavlov; Ağır travmalar, şartlı refleksleri ortadan kaldırmaktadır. Pavlov’un köpeklerindeki gibi, ağır travmalarla bizim de şartlı reflekslerimiz (milli duygularımız ve tepkilerimiz) kırılıyor. Emperyalistler sinsi savaşlarında psikoloji bilimini kullanıyorlar.

Örneğin, Ermenilerle, Türkler arasında ulusal bir düşmanlık mı var, bu düşmanlığın kökenleri “incelenir”. Emperyalistler tehdit olarak gördüğü ulusların ulusal bilinçlerinin, tarihlerinin ve benliklerini sorguları, “aşındırır”. Etnik psikiyatrinin görevi budur. Bir ulusun ulusal bilincini, ulusal duygusunu ve reflekslerini, “o ulusun tarihsel varlığını sorgulamaya açarak yok edersiniz. Örneğin, Türkler kendilerini kahraman bir ulus olarak mı görüyorlar? Onlara ne kadar korkak bir ulus olduklarını göstermek gerekir. Ya da Türkler Atatürk’ü çok mu yüceltiyorlar? Onlara Atatürk’ün ne kadar sıradan birisi olduğunu göstermelisiniz.

Farkındaysanız son on yıllarda tam da böylesi bir dönemden geçiyoruz. “Demokratlık”, “tartışma kültürü” adına neyi tartışıyoruz ve bizden neyi kabul etmemiz isteniyor? Diyorlar ki, “siz soykırımcı bir milletsiniz. Ermenilere soykırım uyguladınız. “hayır, uygulamadık” diyoruz.  O zaman deniyor ki: “Tamam, madem uygulamadınız, bunu tartışalım, öyle sonuca varalım”. Size mantıklı geliyor, “nasılsa suçlu değiliz, tartışmadan galip ayrılırız” diyorsunuz. Ama tartışma masası kurulduğunda eşit bir tartışma şansı olmadığını görüyorsunuz. Bakıyorsunuz, tüm televizyonlar, gazeteler, “sözde aydınlar” sizin Ermenileri katlettiğinizi yaymaya başlıyor. Kanıtları var mı? Elbette yok. Ama yalan bir kez yayıldı mı ve yalanı söyleyenlerin sayısı da yeteri kadar çok oldu mu, gerçeğin sesi baskılanıyor. “Hayır” diyorsunuz, “gerçekleri bir de biz anlatalım”, ama anlatamıyorsunuz çünkü tüm propaganda kanalları size kapatılmış durumda. İşte o zaman anlıyorsunuz “tartışmaya açmak” denilen tuzağı. Bu sürecin sonunda, ulusal gururu ve hassasiyetleri yüksek insanlar bile “acaba” demeye başlıyor, “acaba gerçekten Ermenileri biz mi katlettik?” “Ulusal benlikte ilk kırılma” yaşanıyor. Psikolojik harbin etkisi büyük bir hızla bu şekilde yayılıyor. Sıra başka tartışmalara geliyor. Kabul ediyorsunuz, tartışma başlıyor ve yine kaybediyorsunuz.

Bir düşünün lütfen, son dönemde neleri tartışmaya açtık ve şimdi neredeyiz: Bugün Misak-i Milliyi pek önemsemiyor, kırmızı çizgileri umursamıyoruz. Türk dilinin önemi kalmamış. Ülkede federasyon da olabilir, Ermenilerden özür de dileyebiliriz, Kürtlere “biraz” toprak da verebiliriz. Kısacası, ulusal varlığımıza ait hayatı her alanda kaybetmiş durumdayız. Sırada ne var? Atatürk var elbette. Çünkü bir ulusu yok etmek isterseniz, öncelikle o ulusun, ulusal önderleri yok etmelisiniz. O halde, onun ne kadar zalim bir diktatör olduğunu, zaaflarını tartışmalıyız. Hatta onun anasını bile tartışalım. Emperyalistlerin gündeminde bu var. “Tartışın” diyorlar, “biz sizinle önderinizin anasını tartışmak istiyoruz” Sonra sıra sizin ananıza gelecek elbette. Hepinizinkine gelecek, işte psikolojik harp budur sevgili okurlar.

“İzleyerek”, “tartışarak” nereye varabilirsiniz? Emperyalistler şu anda beyinlerimize ve yüreklerimize yüzyılın çıkartmasını yapıyor.

Belki de Evinin perdelerini kapatıp, sıradan ve suskun, olan biteni sessizce izleyen, şartlı refleksleri kırılmış Türk insanına bunlar masal gibi geliyor ama acı gerçekler ve işin bam teli bunlardır.

Hoşçakalın.

Nizamettin BİBER

Uzman İnşaat Mühendisi  

 
Toplam blog
: 887
: 2743
Kayıt tarihi
: 06.06.12
 
 

Yeni dünya düzensizliğinde insan olmaya çalışan ve okuyarak ne kadar cahil olduğunu gören, olayla..