Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

kevser şekercioğlu akın

http://blog.milliyet.com.tr/kevser

06 Haziran '07

 
Kategori
Psikoloji
 

Rengarenk bir kuş

Rengarenk bir kuş
 

Bitti mi? Buraya kadar mı söyleyeceklerim? Suskunluklarımın uzun süreceği günlerin başlangıcı tam da bu güne mi denk geldi? Yutkunamıyorum artık, mutluluklarım görünmeyen incecik dikenli tellerle çevrelenmiş ne rahatça hareket edebiliyorum ne de acıtmadan yaşayabiliyorum kendimi. Küçük acıtan çiziklerle dolu kollarım, bacaklarım. Kurumuş incecik kan kabukları soğuktan da korumuyor ruhumu.

Dilsiz bir kuş olsaydım, kanatlarım rengarenk uçar giderdim taa oralara. Oralarda mevsim henüz ilkyaz olurdu mutlaka. Kıraç, taşlı toprakların üzerinde benden çok önce dikilmiş zeytin ağaçlarının sıcak gölgeliğinde bir hamak. Düzayak taştan bir ev, hayır kocaman olmasına gerek yok, rahatça nefeslenecek kadar olsun yeter. Cır-cır böceklerinin sessizliğinde dingin, talepleri, birbirlerinden beklentileri azaltılmış, sevgi dolu küçücük bir aile. Beni görünce su ve yem koyularlar yoğurt kaselerine. Hayatlarına getirdiğim rengarenk kanat çırpıntılarındaki pırıltılı görüntüler mutlu ediyor onları, gülümsüyorlar birbirlerine. Oğlan mı kız mı olduğu henüz belli olmayacak kadar küçük çocuklarına gösteriyorlar beni sevinçle. Hiç bir korku duymadan sokuluyorum yanlarına. Adam ıslıklarıyla dillendirmek istiyor beni sabırla. Kadın gözlerimdeki gölgelerden anladı, “Boşuna çabalama sana cevap veremez, bilerek yutturmuşlar dilini acıta acıta baksana” diyor. Onun gözlerindeki geçmişten gelen gölgeleri de ben görüyorum o ara. Birbirimizin gözlerinin gölgelikleri uzun-karanlık bir tünel oluşturuyor gözlerimiz karşılaştığında. Bir ürperti sarıyor kısacık bir an ikimizi de.

Kollarıyla sarıyor kadını adam “Üşüdün birden, hasta mısın?” diye soruyor alnından öperken. Ateşin yok diyor öptükten sonra. Oğlan mı kız mı olduğu henüz belli olmayacak kadar küçük çocuk kıskanıyor annesiyle babasını, sarılıyor mızmızlanarak bacaklarına. Üçünün sarmaş-dolaşlığından faydalanarak içiyorum suyu kana kana. Sarmısaklı yoğurtla süslenmiş sebzeler var iğde ağacının altında ki sabit tahta masada. Sepetin içinde dilimlenmiş esmer ekmek. Başlı-kıçlı uzanarak uyuyor iki sarı tüylü köpek evin dibindeki serin gölgelikte. Uzak olmayan bir sahilden denizin tuzlu yosun kokusunu getiriyor ifil-ifil esen rüzgar burnuma.

Kadın fırlayıp eve doğru koşuyor telaşla. Döndüğünde buharı tüten etli pilav tenceresiyle, sımsıcak görünüyor adamın gözlerine. Gözlerindeki o aç ifade bana mı pilava mı anlayamıyorum diyor kadın. Adam, kadının yalın ayaklarından başlayarak gözlerine kadar süzüyor kadını, “Tabi ki pilava” diyor. Kucağında, oğlan mı kız mı olduğu henüz belli olmayacak kadar küçük çocukla birlikte oturuyor masaya. Kadın tabaklara yemekleri koyarken, adam bir çimdik atıyor kadının kalçasına “Eteklerinin büzgüleri kayboldu istersen az ye” diyor. “Senin büzgülerin nerede?” diye soruyor kadın hiç umursamadan keyifle.

Ben sessizce ağlıyorum gördüğüm mutluluk manzarasından. Göğsümdeki renkli tüylere dökülen gözyaşlarım gözlerini kamaştırıyor adamın. Endişe duyuyor adam kaçıp gitmemden ama hiç bir şeyin zorla tutulmayacağını bilecek kadar büyümüş. Kadın uzun bir süre gitmeyeceğimi, yalnız kaldığımızda konuşacağımı biliyor. Endişelenme, çok uzun bir yoldan gelmiş çok yorgundur mutlaka, güvendi bize rahat ol diyor adamın elini sıkarken. Oğlan mı kız mı olduğu henüz belli olmayacak kadar küçük çocuk uykuya kapatıyor gözlerini annesinin kucağında. Adam, masayı topluyor ağır ağır. Tuzlu yosun kokusunu getiren rüzgara karşı uçuyorum, adam arkamdan telaşlanıyor, denizi görmem lazım uzaklığı ne kadar, rengi ne renk, uçsuz bucaklığı kaç saatte aşarım..... ? Uzun uzun dolanıyorum gökyüzünde. Taş eve geri döndüğüme kahvelerini içiyor adamla kadın. Adamın kahvesi sade, kadının ki orta şekerli. Beni görebilecekleri şekilde konuyorum iğde ağacının en alt dallarından birine. Seviniyorlar dönüşüme.

Suskunluklarımın uzun süreceği günlerin başlangıcında mıyım? Konuşacaklarım bitmemiş ama böyle devam ederse yakındır temelli susuşum. Dilsiz bir kuş olsaydım keşke, kanatlarım rengarenk uçar giderdim, gözlerimin görmek istemediklerini görmemek için sessizce. Gözyaşlarımı tutmak zorunda kalmazdım kanatlarım olsaydı, uçardım ağlasam da kimsenin göremeyeceği yerlere. Yutkunmak zorunda kaldığımda çıkardım bir dama avazım çıktığı kadar bağırırdım çığlıklarla aynı martılar gibi, sesin kimden çıktığı belli olmadan.

Rengarenk kanatlarımla ne gideni görürdü gözlerim ne de gidersem kalanı. Kanatlar olunca gidişlerin dönüşleri kolay mı? Kırıldıklarında kadın kuşlar, onların da gözlerinde böyle anlamsız, böyle soğuk-karanlık-ıslak ifadeler oluyor mu acaba?

 
Toplam blog
: 374
: 869
Kayıt tarihi
: 15.01.07
 
 

1965 Akçakoca doğumluyum. Evli ve dört kız annesiyim, küçük bir kızın  anneannesiyim. A.Ü. Halkla..