Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Nisan '08

 
Kategori
Futbol
 

Rodin'in Önünde Galatasaray ve Fenerbahçe

Rodin'in Önünde Galatasaray ve Fenerbahçe
 

7 Mart 1990 tarihli Güneş Gazetesi’nde bir haber vardı: “Bakırköylü doktorlar Erzik’e 26 İmzalı dilekçe gönderdiler ‘Hastalarımız çoğalıyor’”.

Bundan tam 18 yıl önceydi ama daha dün gibi anımsıyorum. Haber çok ilginçti. Okuduğum zaman çok kafam karışmıştı. Haber doğru muydu? Doğruysa bu habere konu olan dilekçe gerçek miydi? Eğer dilekçe gerçekse, bir başka soru; “dilekçedeki serzeniş gerçek miydi?”. Yoksa hakem hatalarını kamuoyuna duyurmak için Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi doktorları ilginç bir yöntem mi bulmuşlardı?

Bu iç içe geçen sorulara o zamanlar yanıt bulamamış, işin aslını da öğrenememiştim. Bu ilginç haber kafamın bir köşesinde hep kaldı. Ta ki 2005 yılında İthaki Yayınları’ndan Kaan Arslanoğlu’nun “Futbolun Psikiyatrisi” kitabı piyasaya çıkıncaya kadar. Bir de ne göreyim? Kitabın 387 ve 388. sayfalarında bu habere atıf yapılıyor. İmzacı doktorlar içinde kitabın yazarı Kaan Arslanoğlu da var. Arslanoğlu, kendisinin ve arkadaşlarının isim ve imza örneklerini de kitaba koymuş. Meğer haber gerçekmiş.

7 Mart 1990 tarihli Güneş Gazetesi’ndeki haber aynen şöyleydi: “Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi doktorları, Futbol Federasyonu Başkanı Şenez Erzik’e, altında 26 tane imza bulunan bir dilekçe sundular ve ‘hakem hataları yüzünden Beşiktaşlı hastalarımız çoğalıyor’ dediler”.

“Beşiktaş gibi şampiyonluğa oynayan bir takımın puanlarının hakemler tarafından çalındığını bildiren doktorlar, dilekçelerinde şu görüşlere yer verdiler: ‘Fanatik taraftarların çıkardığı olaylardan yakınıldığı ve bu konuda tedbirler alındığının ifade edildiği şu günlerde adeta olayları kışkırtırcasına hakem hataları tekrarlanıyor. Bu konuda tedbir almak federasyon başkanı olarak sizin görevinizdir. Önerimiz, her dalda yabancı uzmanlara başvurulduğu bu dönemde-ki milli takımımız için bile yabancı hoca getirilmiştir-kritik maçlar için yabancı hakem görevlendirilmesidir’” (7 Mart 1990 Güneş Gazetesi).

Aynı kulüp bu sefer başka bir gündemle yine kamuoyuna girmiştir. Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün futbol taraftarlarının hakem hatalarından dert yanıp, taraftarlarının daha çok hasta olduklarından hareketle bir grup doktorun dilekçe vermesinden çok sonra, şimdilerde gündemde olduğu gibi, her zaman da gündemde olacağı gibi ve gelecekte de yine ara sıra gündeme getirileceği gibi “teşvik” primleri’nin hak veya hak olmadığı hep konuşulacaktır. 29 Nisan 2003 tarihli Tempo dergisinde Beşiktaş Jimnastik Kulübü Futbol Takımı’nın eski yöneticilerinden İhsan Kalkavan’ın zamanında teşvik primi verdiğinin itirafını okuyuverdik. Bu itirafı Arslanoğlu adı geçen eserinin 386. sayfasında “saflık” olarak nitelemiştir. Birçok kulüp bu yönteme başvurmuştur, ama itiraf eden bir tek İhsan Kalkavan olmuştur.

Doktorların dilekçesine göre 1990 yılında da hakem hataları varmış, şimdi de var. Bundan sonra da olmaya devam edecektir. Dünya Futbol Şampiyonalarında bile vardır, olmuştur, Türkiye’de de olmuştur, olacaktır da. Atletizm’deki gibi yarışmaların ve şampiyonların santimetre ve kronometre cinsinden ölçülerek belirlenemediği ve her zaman hakemlerin belirleyici olarak rol aldıkları tüm spor branşlarında hakem hataları olmuştur ve bundan sonra da olmaya devam edecektir.

Bu iki kere ikinin dört etmesi kadar gerçektir. Hata olmazsa, doğanın yasasına terstir. Çünkü, doğada bulunan canlıların hata yapma şansları vardır. Avını iyi gözlemeyip zamanında hamle yapamayan vahşi doğa hayvanları avını nasıl kaçırırsa veya derenin kenarında su içerken etrafını iyi gözleyemeyen ve kana kana su içmeye başlayan ceylan nasıl av olursa, hakem gözü de zaman zaman olayları iyi görmeyebilir veya gördüğü yanlış olabilir. Bir ceylan bile bile av olmak istemez, hakem de istemez. Ceylan’ın yaşamı sonlanır, hakemin hakemliği devam eder. Aradaki tek fark budur. Bu yaşamın sonlanması bir başka canlının yaşamının devamı için gereklidir. Futbolda da bir başka takımın yaşamı, bir hakemin elinde olabilir. Birininki sonlanırken diğerininkini devam eder. Bir spor adamı ve naçizane bir spor bilimcisi olarak, istikrarlı ve kararlı olarak sürekli hata yapıldığına hiç inanmak istemiyorum.

Kirli işler yok mudur? Tabi ki vardır. Bu da bir doğa yasasıdır. İnsanoğlu, yanar şaşar. Hani derler ya: “İnsan çiğ süt emmiştir”. Her yerde her şeyde olduğu gibi, kirli işler ve kirli kişiler her zaman olabilir. Menfaat, insanoğlunun en büyük hırsıdır. Ama aynı zamanda da en büyük ayıbıdır. Bunun önüne geçilmez. Önlenmesi için tedbirler alınır ama yine de önlenemez. Bazen bilerek de tedbirler alınmaz, ama alındığı söylenir. Şiddet önlenmeli derken, aynı televizyon kanalında silahla atış denemeleri yayınlanır. Çünkü ortam, bu tedbirsizliklerden beslenir. Beslenmesi istenir. Bu beslenme, futbol takımının ve taraftarın kendisi dışındaki kazanımlar içindir. Bu da acımasız endüstriyel kapitalizmin bir gerçeğidir. Gazete satışlarından tutun da, yayıncı kuruluşun dekoder satışlarına kadar, planlı bir yöntem izlenir. Varolan taraftarlara suni taraftarlar eklenmek istenir. Olayların gerçek nedenlerinin üzerlerinin örtülmesi, varolan taraftarın keskinliklerini artırmak içindir. Kısaca, taraftar kendisi dışında gelişen ve planlanan sistemin farkında bile değildir. “Falana penaltı verildi, bize verilmedi” denmesi istenir. Bu ortamda çirkinlikler ve kötü niyetliler olabilir. Olacaktır da. Ancak hep ideali ve iyiyi düşünmek zorundayız. Kötü ortam ve sistem, dünyanın her yerinde vardır. 10 Mart 2008’de yazdığım “Kötünün İyisi: Galatasaray ve Fenerbahçe” (http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=97661) başlıklı yazımda da belirttiğim gibi, bu kadar olumsuzluklara rağmen bizdeki taraftarlıklar, Avrupa’nın birçok ülkesinde olduğu gibi kötü de değildir.

27 Nisan 2008 günü Galatasaray ve Fenerbahçe Spor Kulüpleri’nin Futbol Takımları bir maç yapacaklar. Kulüp yönetimi açısından birçok sıkıntı yaşayan Galatasaray Spor Kulübü’nün parası da pulu da Fenerbahçe Spor Kulübü’ne göre yoktur. Stadı çok eskidir ve seyirci kapasitesi de yine Fenerbahçe Spor Kulübü’ne göre çok azdır. Üstüne üstelik takımının başında Teknik Direktörü de yoktur. Bir süre önce görevine son verilen Teknik Direktör yerine, takımın başında antrenörler çıkmaktadır. Bu maça kadar son 3 haftaya 70 puanla, tabir caizse her iki takım da kafa kafaya girmişlerdir. Galip gelen takım şampiyonluk yolunda çok önemli bir avantaj elde edecektir.

Maç öncesinde futbolda galibiyet, mağlubiyet ve beraberliğin olabileceği üç sonuç da düşünülür ama maç sonunda bu gerçeklerden “mağlubiyet” olanı, “mağlup olan” tarafından hiçbir zaman kabul edilmez. Bakmayın siz bazı hamasi lâflara, mağlup olmanın bir bahanesi her zaman bulunur. Hakem de en büyük suçludur. Çünkü maçı katletmiştir.

Eğer Galatasaray mağlup olursa, futbol yazarlarına göre mağlubiyetin nedeni normaldir:

“Takım zaten buraya kadar parasız pulsuz gelmiştir. Takımın başında hacı da hoca da yoktur. Ancak buraya kadardır. Fenerbahçe’nin açık ara önde olması gerekirken, son 3 haftaya kafa kafaya puanla girilmiştir. Bu da bir başarıdır. Maçtan önce mağlup olması kesin gözüyle bakılan ama takımı olumsuz etkilememesi için gündeme getirilmeyen maçın hakemi maçı katletmiştir. Hakemleri denetleyen bir kurumun başında Fenerbahçe’li Kemal Dinçer vardır, mağlup olması da normaldir”.

Ya Fenerbahçe mağlup olursa?

İşte o zaman asıl fırtına kopar. Futbol yazarlarına göre, Fenerbahçe, elindeki “avı” kaçırmıştır:

“İki yıl önce parasız pulsuz da şampiyon olunacağını ispatlamıştır. Şimdi ise hacısız hocasız da şampiyon olunacağını ispatlayacaktır.”.

İşte o zaman yandı gülüm keten helva.

Acaba böyle midir?

Böyle mi olacaktır?

Bahaneleri yazmıyorum bile artık. O, Allah’ın değil ama, “futbol yazarlarının” emridir. Mutlaka bir neden bulunacaktır. Hakem satılmıştır, maçı katletmiştir. Üstelik hakemleri denetleyen bir kurumun başında olan Fenerbahçe’li Kemal Dinçer’e rağmen, hakem maçı katletmiştir”.

14 Ekim 2001 tarihli Radikal Gazetesi’nde Yiğiter Uluğ, paranın bir futbol takımında ne denli önemli olduğuna işaret ettikten sonra, Fatih Terim’in Galatasaray Spor Kulübü Futbol Takımı’na katkısını şöyle yazmaktadır: “Yanlış anlaşılmasın, Terim’in kulübe para bulduğunu söyleyecek değilim.. Sadece paranın olmadığı bir ortamda, bir işyerini modern bir kışlaya çevirerek, futbolcularını korkutarak kurduğu otoritenin, gördüğü saygının altını çizmeye çalışıyorum. Hepsi gayet iyi biliyorlardı ki, Fatih hocaları kaşlarını çatarak bir tehdit savuruyorsa eğer, onu pekâlâ gerçekleştirebilir”.

27 Nisan 2008 günü oynanacak maçta, Galatasaray Spor Kulübü Futbol Takımı’nın başında kaş çatacak, otorite kuracak hoca da yoktur. Para zaten yoktur. Fenerbahçe Spor Kulübü Futbol Takımı es kazara bir yenilirse, işte seyreyleyin siz o zaman gümbürtüyü. Buna “gümbürtü” diyorum, çünkü böyle bir ortamın oluşturulacağını biliyorum. Aslında bu bir futbol maçıdır, yenmek de vardır yenilmek de. Gümbürtü mümbürtü değildir ama böyle denecektir. Mağlubiyeti kabullenmek olası değildir fanatik yazarlara göre. Liverpool’a 8-0 yenilen Beşiktaş Jimnastik Kulübü Futbol Takımı’nın bile basında yazıldığı gibi “rezil ve kepaze” olmadığını 8 Kasım 2007 tarihli yazımda “Hangi Reziller Hangi Kepazeler” başlığıyla yazmıştım

(http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=74618).

Normal hastalık iyidir, gelir geçer. Ama Rodin’in heykeli önünde gezinirken sürekli olarak hakeme ve rakip takıma küfür ederek dolaşanların hastalığı kolay kolay geçmez.

28 Nisan 2008 günü Futbol Federasyonu Başkanlığına, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi doktorlarından yeni bir dilekçe verilir mi dersiniz?

Rodin’in önünde hasta sayıları artar mı ve hangi taraftan olur acaba?

 
Toplam blog
: 135
: 1226
Kayıt tarihi
: 11.10.06
 
 

Ankara Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu Öğretim Üyesi. Spor Sosyolojisi, Popüler Kültü..