Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Temmuz '09

 
Kategori
Anılar
 

Sahipsiz anılar

Sahipsiz anılar
 

Bir zaman herkes çocuktu


Nihat'la Cihat

Bahçeyi ayıran ufak, tahta bir çit vardı. Yediveren gülleri, arsız sarmaşıklar çiti bütün güzelliğiyle sarmış, adeta çiçekten bir duvar yapmıştı iki evin arasına.. Onlar öbür taraftaki evde oturuyorlardı. Genç anne, baba on ve onbir yaşlarında iki erkek çocuk.

Kız çok severdi onları. Dokuz yaşlarında şarışın, kıvırcık çok yaramaz, duygulu bir çocuktu. Ömrü boyuncada duygularını hep uçlarda yaşadı zaten. Çok sevdi, çok üzüldü, çok mutlu oldu.

Kız onların evine gitmek için bahçe kapısını hiç kullanmaz, her defasında çitin üstünden atlayarak geçerdi. Önce gülleri okşar, koklar ne olur canımı acıtmayın diye yalvarır, sonra da bacakları çizik, bereler içinde kendini öbür tarafta bulurdu.

1950'li yıllar verem hastalığının genç, yaşlı demeden kasıp kavurduğu yıllardı. Şimdi kanser, nasılsa o zamanlarda veremin pek çaresi yoktu. Tıpta böyle çok gelişmemeşti zaten.

Kız kendi ailesinin 'sana da geçer' diye koyduğu yasağa rağmen her fırsatta onlarla olmaktan hiç vaz geçmedi. Çok sevdiği arkadaşlarının, hasta annelerinin sessiz hüzünlerine, bitmeyen ümitlerine hep ortak oldu kendince. Aslında kendisini o hep solgun, öksüren güzel anneyle sırdaş sanıyordu. O zamanlar seyrettiği Türk filimlerinde de çoğunlukla bu tema işlenirdi. Birbirini seven aşıklar kavuşamaz verem olurlardı. Aslında sonunda hep ağlayarak çıktığımız filmler, Türkiye'nin o zamanki gerçekleriydi şimdi daha iyi anlıyorum. E...o da evli, çocuklarıda var, ümitsiz bir aşka düştü verem oldu. Çocuk hayalleriyle böyle yorumluyor, başkalarıda bu sırrı anlarsa diye çok korkuyordu.

Bir kaç ev ileride oturan, yakışıklılığı dillere destan Cemal ağbide bu yüzden vereme yakalanmıştı ya... Cemal ağbisinin seside çok güzeldi. Kapısının önündeki antik taşın üstüne oturur, o zamanlar çok moda olan Kızılırmak türküsünü söylerdi. Hani Kızılırmak'a uçup onlarca insanın ölümüne sebeb olan kara tren için yazılan ağıt. Cemal'in deliler gibi kızda o trendeydi. Ceylan gözlü, yiğit Vahab'ın kızı Zeyno... Cemal onun ölümünden sonra hastalanmış, öylesine yaşıyordu işte..

Cemal ağbisi sazını eline alıp Kızılırmak Türküsü'nü yanık, yanık her söyleyişinde kız kalbinde hiç duymadığı bir hüzünle isimlendiremediği hisler yaşardı. Kızılırmak o koca nehir içinde akardı sanki. O sular kalbinden gözlerine yol bulur akar giderdi her seferinde.

Komşularının gelini Rukiye'de veremdi. Daha onaltı yaşında, ama bir senelik evliydi. Komşular nasılsa küçük kız anlamaz diye her türlü dedikoduyu konuşurlardı yanında. Kocası Rukiye ile bir ay beraber olmuş. O zamandan beri karısına el sürmüyormuş. Ayrı odalarda yatıyorlarmış. Zaten kaynanada aslan gibi oğlum bu illetli, hastalıklı kıza nereden düştü diye çok üzülüyormuş. Hemen boşatırmış ama Allah korkusu varmış. Zaten oğlunun şehirde yavuklusu varmış..

Küçük kız anlamadan ve dinlemiyormuş gibi yapıyor ama çok üzülüyordu. Rukiye'nin kocasınada çok kızıyordu içinden. Bir insan sevdiğini okşamadan şefkat göstermeden nasıl durabilirdi ki? Üstelik Rukiye, karısı hastaydı. Kendisi arkadaşlarının annesini hep öpüyor, ellerini tutuyor saatlerce başında oturuyordu. Eve dönünce de annesi ellerini kolanyalıyor bir güzel banyoda yıkıyor, hastalıkda hiç geçmiyordu ona... Yaramazlıklar, okul yılları çocukluk...

Bir gün ''Cihat'la Nihat'ın annesi öldü '' dedi babası onu kucaklıyarak. Kız anlamadı ölümü. Evlerine koştu hemen. O incecik, güzel kadının yatağı boştu ve bir sürü ağlayan insan vardı evde. Çok sevdiği arkadaşlarınında ağlamalarını durduramıyordu.. Zaman içinde ne yapsa olmadı. Yaptığı komiklikler, şaklabanlıklar bile güldüremiyordu onları.. Sonra onları ve kendini mutlu edecek çareyi buldu. Böylece onlarla bir ömür beraber olacaktı...

Kız büyüyüp evliliğin, hayatın manasını anlayacak yaşa gelene kadar, her gece Allaha yalvardı dua etti uzun zaman... ''Allahım beni hemen ya Nihat'la ya Cihat'la evlendir.
Kız yıllar sonra Nihatla karşılaştı. Yanında güzel karısı ve iki çocuğuyla beraber. Çocukluklarının, o tertemiz günlerinin hasretiyle kucaklaştılar Hep beraber... Bir çayhanede kadın bu hikayeyi anlattı onlara. Kendi çocuklarınada. Çok güldüler o saflıklara çocukluk anılarına. İçlerindeki ince hüzüne hiç dokunmadan.... Cansın Erol

 
Toplam blog
: 181
: 613
Kayıt tarihi
: 15.01.08
 
 

Öğretmen olan anne ve babam. Ankara'da geçen cocukluk ve gençlik yıllarım. Evimize sık,sık gelen bab..