Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Mart '07

 
Kategori
Edebiyat
 

Şair dostlarımın sevdiğim şiirleri ( I )

Haydar Ergülen bir yazısında “ Şairler eleştirmeli mi ? Cevabımı hemen vereyim: Hayır. Şairler şairleri eleştirmemeli, daha doğrusu şairler başka şairlerin şiirlerini eleştirmemeli ”Bırakalım herkes şiirini yazsın, geldiği nokta iyi mi kötü mü, bunu biz değil okurlar ve eleştirmenler değerlendirsin. Galiba işi eleştirmenlere bırakmak en doğrusu “ diyor.

Ergülen ‘in bu görüsüne ben de katiliyorum. Benim bu yazilarim hiçbir zaman bir inceleme-elestirme yazisi olarak degerlendirilmemeli. Çünkü siir elestirmeni degilim. Inceleme yazisi yazacak yeterli deneyimim de yok. Benimki olsa, olsa yazimin basligindan da anlasilacagi gibi , sair dostlarimin bana ulastirdiklari siir kitaplarindan yada kitaplasmamis dosyalarindan “sevdigim” dizeler ve siirlerden söz etmek , bu dizelerden ve siirlerden aldigim hazzi ve mutlulugu siir sevenlerle paylasmak olacaktir.

Dil, insanlarin kendilerini ifade etme aracidir. Dili en güzel biçimde kullananlar ise bence o ülkenin sairleri olmalidir. Çünkü sairler siir yazdiklari dilin sözcükleri ile duygu ve düsüncelerini okuyana aktaran sözcük isçileridirler. Bu nedenle sair dostlarimin sevdigim siirlerini bana sevdiren en basta gelen etken dili kullanis biçimleri ve sözcük isçiligine verdikleri emek olmustur.

Bu yazilarima konu edecegim sair dostlarimin sevdigim siirlerini seçerken göz önünde tuttugum ölçüt salt dili güzel kullanmalari degil elbette, baska seyler de var. Örnegin ;sevdigim siir beni alip baska dünyalara götürecek imgelerle yüklü mü ? Daha önce bir baskasi tarafindan söylenmemis söz dizimini yakalamis mi ? Bana ve diger okuyanlara “ – Iste ben bu siiri sevdim “ dedirten sicakligi, durulugu, aydinlik anlatimi birlestirebilmis mi ?

“Erguvani” Sair dostum Ercüment Asaf Yaniç ‘in ilk siir kitabi. Agustos / 2004 ‘de Mozaik yayinlarindan çikti. Iste bu kitapta o kadar güzel bir siir var ki bu güzel dizeleri sizlerle paylasmak istedim. O sicakligi siirsellikle Gaziantep’in unutulmaya yüz tutmus yerel renklerini harmanlayisini çok sevdim.

“Evlenilen Evler” baslikli bu siir söyle basliyor ;

Evlerimiz vardi,
tastan örülmüs duvarlari,
-ki “keymik” derlerdi o taslara, ”keymih”da
Sert mi sert
ve akça mi akça..
Evlerde oturanlarin gururu kadar sert, onurlu
Ve yasayanlarinin yüzleri kadar pakça..
Bahçe duvarlarinin bas örtüsü vardi,
Hiç ölmeyecekmiscesine sevinç üreten
Hemen de gidecekmis gibi üzünç yumagi,
Yasini almis baslardaki kasketler gibi agir
Hem koyu yesil yosunlariyla alimli…

Kapilar, ahsap kapilar…
Budaksiz bedenlerden seçilmis,
Ve kendisine boy,
Ve yeni endamina yeni huy verilmis,
Nacar ustasinin keskisiyle,
Ve talasin kuruttugu elleriyle;
“haldir” mi “kabara mihi” mi ne derlerdi,
Daha bir saglam olsun diye dösenirdi,
Sac giynekli kimileri…
Ve genis, siyah basli çivilerin adedince,
Evin küçük oglani, komsu oglanlarla beraber,
Sayip sayip övünürdü kendince…

Baslarin niyedir, çogu eger de bilmez, ama egildigi,
Ve her seyi olduran “Ulu Ad”in söylendigi,
O ilk giris adimi iledir ki, sag ayakladir,
Ve yekpare, kapkara tastir,
Kapinin esigi…

Bahçeler ki “hayat” derlerdi de,
Hayatin ne oldugunu, eksilenler çogalinca anladik,
Ister akasya deyin, ister salkim,
Size kalmis söylem türü,
Zehir çiçegi ya da zakkum
Beyaz, sari, pespembe ya da morumsu,
Açarlardi yaz boyu;
Kimi akar saril saril,
Kimi fiskirir yagmurumsu,
Kimi beyaz tastan, kimi mermer,
Küçük su havuzlarinin köse baslarinda,
Bazen da,
Kuyunun, belki çesmenin yani basinda…

Ve ekinlikler…
Her as doyumu sonrasi sofra kirintilarinin birakildigi,
“her is yapilmaz cumalar da” kesilen tirnaklarin atildigi,
Ve güvercinlerin, serçelerin, kumrularin,
Ve arilarin, karincalarin,
Kisacasi kurtlarin kuslarin, börülerin böcülerin
Bulustuklari ve doyduklari gönüllerince,
O ekinlikler…
Balikagzi, papatya, kasimpati yüklü,
Fulyali, leylakli, eksi narli,
Ille de kokulu koruklu, arisli ekinlikler…

Kara bir kiskançlikla ve kenar taslariyla çevirip,
Ve disariya birakmadigi topragini ekinligin,
Hayat denen o uçsuz bucaksiz çocuk gözlerde,
O bahçelerin kalan kismi kara taslarla döseme…
Ve bir kösesinde “ocaklik” derlerdi de,
Bilmezdik “ocagin tütsün” ne demektir?
Ocak söndüren degil, çocuktuk,
Düsünemezdik de…
Ev sendigini doyuracak as kazani da ordan gelirdi,
Küllerle parlatilmis kalayli kacaklar da,
Yikanmis, arinmis donlar da, mintanlar da,
Hep ocakliktan gelirdi…
Kimin kestigi teke, kiminin düve etidir,
O bahçelerde kesilip, ocaklikta tikelenir,
Çocuk aklimizla “ocaklik eti” derdik “topaç”,
Bazen “kara kavurma” edilirdi…
Geçinip gidenlerin, helallesip ilkin iskatçiyla imamla,
Oraya sigdirilmis tenesir sicakliginda,
Evle de, evdekilerle de, bir el sallamasi sonrasi,
Musalla tasina yönelirdi, mahalleli…
Bu eller üstünde çikilan ilk yolculuktur,
Son durak yolcusunun da,
O ocakliklar ki, yola çikis yeriydi…

Ve o tas duvarlarda yankilanan,
Ezan sesleridir ki, bitiminde her zaman,
Ellerin açilip, yüzlerin döndügü kutlu yöne,
Kible’ye dönük yüzleriyle o evler…
Bes on basim tas basamaklarla çikilan,
Pasa mangalli livanlarin karsiladigi evler…
Sabah günesinin isitip,
Sonra poyrazinda kendini saklayip,
Temmuzda içindekileri üsüten evler…
Çati saçaklarinin hemen altinda,
Ve tas ustasinin usta parmaklarinda,
Masaldaki saray kapisina benzerdi,
Ve kuslarin yuvalanip, ev bildikleri,
O “kus tagalari” nin betinde bereketinde,
O evlerde bas göz olup, evlenenlerinin de,
Bir ömrü geçirip, geçindigi evler…

Artik kalmadi o evlere evlenen de,
O evlerle evlenenler de…
Onlar tek baslarina magrur ve sessiz,
Direnmekteler, hayatta neyin nasil oldugunu bilmeden,
Ve yapayalniz, kimsesiz, çileli,
Ve asi boyalarla bezeliydi bir zamanlar,
Sizlamakta simdik, gül kokusu bilmez burunlara inat,
Nakis islemeli, süslemeli,
Gül desenli, o tavan direkleri…

Onlar ki, birer hayati olan,
Bazen öksüz, bazen yetim, kimi dul kalan,
Onlar ki bir baslarina,
Tastan evlerdi…
Ve zamani sert taslarinda unufak eden,
Ve dahasi bilinmez, kimlerin evi,
Hangi mahalleli, bilinmez kaç yasinda,
O evler ki, tükenmekte artik,
Eski, yikik Antep Evleri…
Sevgili dostum Ercüment Asaf Yaniç’in buram buram Antep kokan bu siirinin tamamini okumanizi istedim bölüp bir kismini buraya almaya gönlüm elvermedi.Bu kitapta beni sarip sarmalayan birde “Leylakli Dayi “ siiri var ki bu siiri de çok sevdim. Onu da merak edenler “Erguvani” yi bir sekilde edinsin ve okusun diyorum.

 
Toplam blog
: 19
: 502
Kayıt tarihi
: 02.03.07
 
 

Ali ÇAPAN 10.03.1948'de Gaziantep'in Oğuzeli ilçesinde doğdu. Ankara İTİ Akademisini bitirdi. 30 yıl..