Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Şubat '12

 
Kategori
Kitap
 

Salah Birsel Tarihinden "Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu"

Salah Birsel Tarihinden "Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu"
 

  • Antalya’da, Büyükşehir Belediyesi ve ATSO işbirliğiyle düzenlenen 1.TÜYAP kitap fuarı görülmeye değerdi. “Yurdum insanı kitap kurduymuş da haberimiz yokmuş” babından görüntülere tanık olduk. Dört gün süren fuar süresi içerisinde, fuarın yapıldığı Cam Piramid Kongre Merkezi izdihamlara gark oldu. Antalyalılar kitaplara ve yazarlara ulaşabilmek için birbirlerini adeta ezdiler. Memnuniyet veren bir görüntüydü aslında… Nede olsa yurdum insanı okumaya, kitaba, yazarlara ilgi gösteriyordu.
  • Fuarın 4.günü sabahı eşim ve kızımla bir kez daha gittik fuara. Ve bir anketçi bayan, fuara ilişkin düzenlenmiş anketin sorularını eşime yöneltti. Eşim yanıtladı soruları.
  • Anketçi bayana, “Ankete katılanların fuara bakış açısındaki ortak nokta nedir?” diye bir soru sordum… İki ortak nokta ön plana çıkmış; fuar alanının küçük olması, fuar süresinin kısa olması… Öyle sanıyorum ki, gelecek yıl daha uzun süreli ve daha geniş bir alanda ve daha fazla yayınevi ve yazarın katılımıyla kitap fuarı gerçekleştirilir.
  • Kitap fuarından bir hayli kitap aldık. Özellikle Can Yayınlarından almak istediğim öykü ve romanlar, Sel Yayınlarından Türk edebiyatı tarihine ilişkin kitaplar ve İletişim yayınlarından almak istediğim kitaplar vardı. Nitekim hepsinden gerektiği kadar kitap aldık. Ve geçtiğimiz haftayı sadece okuyarak geçirdik.
  • Geçtiğimiz hafta okuduğum öykü ve romanların dışında, Salah Birsel’in, “Salah Birsel Tarihi” ana başlığı altında, “Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu”  isimli kitabını okumaya başladım ve kitap o denli ilgimi çekti ki, bir gecede okuyup bitirdim kitabı. Kitap bitip de kenara koyduğumda, “Keşke hiç bitmeseydi” dedim.
  • Hani derler ya “En iyi dedikoducular edebiyatçılardır” diye, bence de. Salah Birsel “Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu” kitabında, Beyoğlu’n da günlerini geçiren edebiyatçıların takıldığı kahvehane türü mekânları ve müdavimlerini anlatmış. Markiz, Lebon, Elit Kahvesi, Nisuaz, Tepebaşı Bahçesi, Taksim Bahçesi, Cumhuriyet Pastanesi, Viyana Kahvesi, Petrograd ve daha birçok mekândan bahsetmiş Salah Birsel. Bu mekânlara takılan edebiyatımızın önemli isimlerini, mekânlardaki tavırlarıyla ele almış. Ahmet Mithat, Ahmet Rasim, Mehmet Rauf, Refik Halid Karay, Refi Cevat Ulunay,  Halid Ziya Uşaklıgil, Ahmet Haşim, Ahmet Hamdi Tanpınar, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Necip Fazıl, Reşat Nuri, Atilla İlhan, Oktay Akbal, Sait Faik, Cahit Külebi, Peyami Safa, Yahya Kemal, Demir Özlü, Demirtaş Ceyhun, Hilmi Ziya Ülken, Faruk Nafiz Çamlıbel, Fikret Adil, Fikret Mualla, Orhan Kemal, Orhan Veli, Behçet Necatigil, Necati Cumalı, Yusuf Ziya Ortaç, Oktay Rıfat, Özdemir Asaf, Aziz Nesin, Nurullah Berk, İlhan Berk, Nurullah Ataç, Avni Arbaş, Yakup Kadri, Abdülhak Şinasi, Abdülhak Hamit, Bedri Rahmi, Sabahattin Kudret, Abidin Dino, Nazım Hikmet, Vala Nurettin, Melih Cevdet ve daha niceleri…
  • Gerçekten de en iyi, en sıkı dedikoducular edebiyatçılarmış. Salah Birsel’in kaleminden bu durumu bir kez daha iyice anlamış oldum. Salah Birsel, edebiyatçılar arası dedikoduları, birbirlerini övmeleri, zaman zaman birbirlerini yermeleri, küslükleri, barışmaları, çıkardıkları edebiyat dergilerinin durumları… Hepsini bütün detaylarıyla vermeye çalışmış. Tabi dönem 1930’lu, 1940’lı, 1950’li, 1960’lı yıllar. Edebiyatçıların kimisinin bir araya gelerek çıkardıkları dergilerin ömürlerinin kısa oluşu ki, espri tam da burada… Yeni çıkan bir dergiyi Anadolu’daki kitabevlerine de gönderirlermiş. Anadolu’daki kitabevi sahipleri ise yılda bir kez İstanbul’a geldiğinden, ancak o zaman kendilerine gönderilmiş olan dergilerin bedelini yayıncıya ödermiş. Lakin o yıllarda çıkan hiçbir dergi bir yıl ömre sahip olmadığı için, bir yıl sonra İstanbul’a gelen bir kitabevi sahibi, parayı ödeyecek muhatap bulamazmış. Dolayısıyla çoğu edebiyatçının ekonomik açıdan durumu pek de içi açıcı değilmiş. O gün ellerine geçen parayı çoğunlukla Beyoğlu’n da yerlermiş.
  • Nisuaz…
  • Kitapta en fazla dikkatimi çeken mekân Nisuaz oldu. Bir edebiyat akademisi olarak da nitelenebilir Nisuaz. Salah Birsel, hafta sonları, hele hele Cumartesi akşamları Nisuaz’da ki edebiyat sohbetlerinin çekiciliğini öyle bir vermiş ki… Şiiri, edebiyat akımlarını, Serveti Fünuncuları, Fecriaticileri, Garipçileri, Yeni edebiyatçıları, eskilerini… Bu akımların birbirleriyle olan çatışmalarını… Nisuaz özelinde, Salah Birsel’in kaleminden hem Beyoğlu’nu, hem Beyoğlu tarihini ve Türk Edebiyat tarihini daha yakından tanıma fırsatına ulaşıyorsunuz.
  •  
  • Şöyle ki, Salah Birsel’in “ Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu” kitabını okumayanın, Beyoğlu üzerine kelam etmesinin pek de bir anlamı olmuyor. Bir an için düşünseniz e, Sait Faik ada vapuruyla Karaköy’e gelmiş ve Karaköy’den, Yüksek Kaldırım’a, oradan Tünel’e çıkmış. Ve Taksim’e doğru yürürken, önüne çıkan kahvelere bir bir girmiş. Bir selam bırakıyor her mekâna. Kimisinde demli tarafından bir çay yudumluyor, kimisinde bir tek atıyor. Hemen her noktasına nefesini salıyor Sait Faik. Tabi diğerleri de… Ama en derbeder şair de Sait Faik. Başka kitaplarda da, Sait Faik’in derbederliğine şahit oldum. Hele ki, Aleksandra’ya aşık olması yok mu? Her akşam Beyoğlu’nun ara sokaklarından dolaşıp, Aleksandra’yı evine bırakması… Ve sonra, gerisin geri yine o Beyoğlu’nun tarihe mal olmuş mekânlarına dönmesi…  Aleksandra’yla evlilik kararı alamasına karşın, annesinin karşı çıkması ve ille de Sait Faik’in diretmesi… Sonrası ise don derece hazin bir şekilde bitiyor.
  • Aleksandra ile evlilik kararında daha net olabilmek adına Sabahattin Kudret’le birlikte bir oyun tertip ediyor Sait Faik. Ada vapurunda Aleksandra’yla güya tesadüfen karşılaşacaktır Sabahattin Kudret. Ve aynen öyle oluyor. Sabahattin Kudret Aleksandra’yla daha önceden tanışmaktadır ve ada vapuruyla adaya giderken, Aleksandra’nın yanına oturur. Bir süre sonra Aleksandra’ya hafta sonu gezme teklifinde bulunur Sabahattin Kudret. “Ya Sait duyarsa” diye karşılık verir. Sabahttin Kudret “Sait’in Çamlıcayı bilmediğini” söyler ve Aleksandra, Sabahattin’in teklifini kabul eder. Vapur adaya gelir ve Sabahattin iskele de beklemekte olan Sait Faik’e, göz işaretini yapar, yani “Sen bu kızdan uzak dur” dercesine bir göz işaretidir. Sonrası mı? Sait Faik, Aleksandra’yla, isekelde duran bir kabine girer ve kısa bir süre sonra Aleksandra kabinden bağırarak, çığlık çığlığa çıkar.
  • Bir süre sonra Sait Faik, Aziz Nesin’le Beyoğlu’n da bir mekânda dertleşmektedir. Ve birlikte kalkıp ille de Aleksandra’nın evinin önüne gitmeyi önerir. Birlikte kalkıp Aleksandra’nın evinin önüne kadar gelirler. O esnada Aleksandra başka birisiyle el ele eve girmektedir. Sait Faik ve Aziz Nesin hiçbir şey konuşmadan gerisin geri Beyoğlu’na dönerler.
  •  
  • Atatürk ile Reşit Galip arasında geçenleri sanırım bilmeyen yoktur. Reşit Galip, Dolmabahçe’de, bir akşam sofrasında Milli Eğitim hususunda İsmet İnönü’yü eleştirir. Bu durum karşısında Atatürk, İsmet İnönü’yü, Reşit Galip’in eleştirileri karşısında korumaya çalışır. Reşit Galip eleştirilerini sürdürmeye devam edince, Atatürk, Reşit Galip’den masayı terk etmesini ister. Reşit Galip, Atatürk’e dönerek “Bu masa milletin masasıdır, terk etmiyorum” diye karşılık verir. Bunun üzerine Atatürk masayı terk eder. Bir süre sonra da Atatürk, Reşit Galip’i Milli Eğitim Bakanlığına önerir.
  • Salah Birsel bu durumu daha farklı bir şekilde anlatır.
  • Bir Cumartesi akşamı Atatürk ve beraberindekiler, Nuri Conker, Salih Bozok, Reşit Galip ve saireler Nisuaz’a gelirler. Edebiyatın ileri gelenleri de Nisuaz’dadır o akşam. Atatürk bir masaya oturur ve mekânı işletmekte olan bayana işlerinin nasıl olduğunu sorar. Mekândakiler, Atatürk’ün bu sorusuna mütevazi bir cevap beklerken, işletmeci bayan başlar Atatürk’e dert yanmaya. Dört aylık kirasını ödeyemediğinden girer, geçim derdi çektiğinden bahseder. Atatürk yanındakilere emir verir ve mekânın dört aylık kira bedeli ödenir. Atatürk mekândan ayrılırken garsonlara da bol miktar da bahşiş bırakır. Dolmabahçe’ye geldiklerinde sofra kurulur ve masada Reşit Galip, Atatürk’ü eleştirmeye başlar ve “Paşam siz insanların cebinde ne kadar para olduğunu nereden biliyorsunuz? Her ağlayana böyle para dağıtılır mı?” diye çıkışır. Atatürk bunun üzerine Reşit Galip’den masayı terk etmesini ister. Reşit Galip terk etmeyince masayı, “O zaman ben kalkarım” der ve masadan kalkar. Bir süre sonra da Reşit Galip’i Milli Eğitim Bakanlığı için önerir.
  •  
  • Salah Birsel’in “Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu” isimli kitabını edebiyat ve Beyoğlu severlere şiddetle öneririm. Zira Beyoğlu için laf edeceklerin, Beyoğlu adına edinebilecekleri en nadide bilgi kaynağının bu kitap olduğunu söyleyebilirim.
 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..