Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ekim '15

 
Kategori
Blog
 

Selam olsun bu sitenin öğretmenlerine, selam olsun.

Selam olsun bu sitenin öğretmenlerine, selam olsun.
 

Büyüklerinden “Cihan Harbi” öykülerini dinlemiş; “2. Dünya Savaşı’nın “o yokluk dolu günlerini birebir yaşamışlardı, bizden bir önceki kuşak! O sıkıntılı ve karneli günlerin verdiği alışkanlıkla ne zamansız yanan bir ampule tahammülleri vardı, ne erkenden yanan bir sobaya, ne de boşa akıtılan suya, Tasarruf ön plandaydı.


Pragmatist, yani “yararcıydılar”! Sakınımlı ve ince hesaplı! Gereksiz yere yakılan bir kibrit çöpü bile onların yüreklerini dağlardı! Tabaklarda yemek bırakılmaz, çöpe ekmek atılmaz, giysiler ters yüz edilerek Singer marka dikiş makinelerinde yeni bedenlere uygun hale getirilirdi!


Adam olacak çocuk şeyinden belli olduğu için “ilköğretim” sonunda bir karar vermek gerekirdi. Hedef; elbette devlete kapılanmaktı ama her çocuk bunun kıymetini bilmez ve çalışma yaşamının ilk durağı olan “çıraklıkta” bulurdu kendini. Altın bir bilezik; devlet kapısında bir yer kapmak kadar önemli olmasa bile geçerli bir “alternatifti”!


“Getir len, götür len” hayhuyunda bu çocuklar pişer; ama az, ama çok haftalıklarıyla aile bütçesine katkıda bulunurlardı

.
Savaş zilleti görmüş ailelerin okumaya meyilli çocukları için ilk planda “parasız yatılı” olanağı düşünülür; imtihan başarılı geçse de o olanaktan yararlanmak her çocuğa nasip olmazdı. Torpil diye bir şey vardı ve her zaman olduğu gibi “yeteneği” sollardı! “Harbiye” olmasa bile “gedikli” okulları “devletti” aileler için! Ölüsü paraydı memurun, dirisi para! Tee Osmanlı’dan gelen bir alışkanlıktı bu!


Popolarını devlete yasla(ya)mayan “çıraklar”  zamanla kademe atlar ve “kalfa” olurlardı! Haftalıkları aile bütçesini “tahkim” ederken, kendilerine az da olsa bir şeyler kalırdı. Façalarına dikkat ederler, hafta sonlarının yegâne eğlencesi olan sinemaları da ihmal etmezlerdi. “Okumak”; muhallebi çocuklarının işiydi!


Alınacaksa kırmızı bir bisiklet; ders notları gözetilerek alınırdı okuyan kesim için. Haftalıkların artması da yine ders notlarıyla ilgiliydi ama eninde sonunda ortak bir noktada “sulh” olurdu taraflar!


Okullarda matematikten ziyade “hal ve gidişe”, Türkçe ’den ziyade “ anma törenlerine” ağırlık verilirdi. Ezberciliğe dayalı, evlere şenlik bir müfredat vardı ve çok “zart zurttu” eli cetvelli hocalar! Sınıflardaki kitaplığa değil el sürmek, yan gözle bile bakmak yasaktı!


“Askerden döner dönmez evlenmek” şiarı okumuşunu da bağlardı, okumamışını da! Sakınımlı aileler hemen devreye girer; “aşk, sevda, flört” engellerini bir güzel aşarak erkekleri gözü henüz açılmamış “ev kızlarıyla” baş göz ederlerdi! İnanın kimse de buna itiraz etmezdi zira herkes birbirine benzerdi!


***


Janjanlı olmasa da bir “restoranda”  ailece yemeğe gitmek… Hani yani ayda yılda bir!


Hayal bile edilmezdi.


  Çalışan kesim için “aşçıya gitmek” mümkündü ama çiçeği burnunda “nişanlılar” bile göze alamazlardı “restoran” deneyimini. Kötü yağlı pastalara eşlik eden limonata ve loş sinema ışıkları yetip artardı bile, genç nişanlılar için. Hoş; mevcut yerler hali vakti yerinde “esnafa” ve “üst düzey memur kesimine” yönelik olurdu.  Onlar da bu “kadınsız” mekânlarda akşam rakılarını içerler, işi fazla uzatmadan evlerinin yolunu tutarlardı!


Dış dünyaya kapalıydı toplum. Daha değişik yaşam düzeni kurmak için pek örnek yoktu. İnsanlar; bulundukları çevreye adapte olan bukalemunlar gibi tek renkti.


Böyle yetiştirildi benim talihsiz kuşağım.


Sporun her türlüsü haytalık; ders harici kitaplara olan ilgi yaramazlık; edebiyata meyletmek ise serserilik olarak değerlendirilirdi. Öncelik; “bir baltaya sap olmaya” verilmişti ve “odun” muamelesi gören çocuklar için başka alternatif yoktu!


(Ara not: “Meslek hayatımda birçok keresteye biçim verdim” diyen değerli üye Mesut Selek hocam yerden göğe kadar haklıydı.)


***


Bugün yaş ortalaması yüksek üyelerin şereflendirdiği şu güzide sitede yalaza kesecek “kıvılcımlar” çakmıyorsa…


Ortalık bir devlet dairesi soğukluğuna ve resmiyetine sahipse…


“Ne anlatayım” telaşı “nasıl anlatayım ”özenine baskın çıkıyorsa…


Pek fakirse sözcük hazineleri ve kupkuruysa kurulan tümceler…


Bu duruma pek şaşmamak ve anlayışla karşılamak gerekir!


Bizler böyle yetiştirildik!


Durgun bataklık göllerinde gemiyi batırmadan süzülmek önemliydi. Bol fırtınalı açık denizlere yelken açmak ise kimsenin ne aklına, ne de işine gelirdi.


Bizden önceki “bahçıvanlar” böyle uygun gördüler… Marangozların denetiminde büyüyüp serpildik…


Meyvesiz bir ağaç gibiyiz ama en azından “gölge” verebiliyoruz, teselli niyetine.


Teknolojinin esir aldığı genç kuşaklara gelince…


Onlar da bizim kuşağın marifeti işte!


Allah yardımcıları olsun, efendim.


Ne diyeyim?


 

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..