Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Ağustos '11

 
Kategori
Anılar
 

Sevginin Dili

Sevginin Dili
 

amcam oral oşkuner'i sonsuzluğa bakarken fotoğraflamıştım ...


Doğanın cömert davrandığı Gündoğan beldesinde, kıyıdan gökyüzüne doğru boy vermiş ağaçların serin gölgesine uzanmış, sabırla beklerdi. Yanında duran sehpanın üzerine fındık tanelerini özenerek yerleştirir, arada bir yan gözle orada bir hareketin belirmesini dikizlerdi. Bu eylemi zaman zaman yinelerdi kır saçlı esmer adam. Tek başınalığını, yalnızlığa dönüştürmeksizin, her çeşit canlı ile iletişimde kalarak, doğasında var olan sevgi ve içtenlikle zenginleştirebilirdi. 

Sonunda kahverengi küçük bir hareket yumağı ağaçların tepesinden aşağıya, oradan da sehpanın üzerine süzülüyor. Adam, bulunduğu yerden devinimsizce, ürkütmek istemediği sincabın fındıkları keyifle yeme seremonisini izliyor, beklediği bu anın tadını çıkartıyordu. Sincap önce güvende olup olmadığını anlamak için sağına soluna hızlı bir bakış attıktan sonra fındığa hamle yapıyor. Sonra minik ellerinde fındığı, bir topu çeviren usta oyuncu gibi hızla döndürmeye başlıyor. Döndürüyor, döndürüyor, ağzına götürüp dişleriyle kemire kemire yutuyor, bitiriyor. Doyduktan sonra kalan fındığı da alıp, acıktığında gelip bulacağı toprağa gizler şekilde bırakıp kapatıyordu. Kendinden büyük kuyruğu havada sallanırken, davranışları showunu bitirmiş oyuncunun selamlaşmasına benziyordu. Finalde sincap yine hızla ağacın dalları arasına karışıyor ve yok oluyordu. Adamın yüzündeki gamzeler derinleşiyor, tebessümüyse sanki bu oyuna ortak olmanın keyfini yaşayan muzip bir çocuğu andırıyordu. Kimi zaman karıncaların bir artık etrafındaki kalabalık ama düzenli koşuşturması, birbirlerine çarpıp şaşırmaksızın parçacıkları taşıdıkları yuvaya, boyutlarından beklenmeyen bir hızla yol almaları, kimi zaman da salyangozların sürünerek uzun bitkilerin ucundaki yaprağa ulaşmış olmayı başarmaları adamı şaşırtıyordu. Duruyor, onları keyifle izliyor, izlerken de farkında olmaksızın kendi kendine konuştuğu dışarıdan bakınca bile belli olan, bir baş sallama hareketi yapıyordu. Doğada her canlı farklı ama kendince anlamlı bir eylemi içgüdüsel olarak takip ediyor, onların doğa içindeki varlıkları ve davranışları sanki bize de doğru yolu göstermek için yeterli bir kılavuz oluşturuyor, diye düşünüyordu. Bir biçimde canlıların sessiz dilini okumaya çalışıyor, kurduğu böylesi iletişimle kafasındaki soruların yanıtlarını doğada bulmanın mutluluğunu yaşıyordu. 

Bazen uzun kahvaltılarımız sırasındaki sohbetlerimizde bize doğadaki gözlemlerini anlatıyordu amcam. Aynı duyguyu karşımızda adeta yaşıyordu anlatırken, uçlara doğru inikleşen kısık gözleri ışıl ışıl parlıyor ve yine gamzeleri yüzünde çiçekler gibi açıyordu. 

Doğayı tanımlarken onu nasıl görüyor ve anlatıyorsak, aslında kendi özelliklerimize de ayna tutuyoruz. Amcamın doğa üzerine gözlemlerini dinlerken bir kez daha kafamdaki amca imajını teyit etmiş oluyorum. Sincaplar kadar hızlı, oyuncu, temkinli ve sabırlı. Karıncalar gibi sosyal eylem içinde uyumlu, ötekine karşı saygılı, serzenişsiz ve çalışkan. Salyangozlar misali, evi yaşadığı yer olan gezginci, düşmekten korkmaksızın yükseğe tırmanmakta kararlı ve vazgeçmeyen. Tavuklar gibi her su içişinde başını havaya kaldırıp şükreden. Martılar kadar da birey olarak tek başınalığın özgürlüğünde tavizsiz ama topluluk içinde yalnız olmaksızın bütünlüğün bir parçası olmayı başaran sevgi dolu maskesiz kişiliğini, diğer canlıları anlatırken ki derinliklerde buluyorum. 

Bir şeyi ancak sevdiğin kadar bilebilirsin. Sevgisiz baktığında her nesne, insan veya doğa, kusurlardan ibaretmiş gibi dile gelir bakan tarafından. Sevmeden baktığın hiçbir şeyle sahici anlamda ilgilenemez, ilgilenmediğin hiç bir şey hakkında da bilgilenemez olursun. Sevmek cehaletin panzehiridir. Doğadaki her nesne ve canlıya seven gözlerle bakıp yaklaşan insanın zengin hazinesi olan özü, yaşamına ve yüzüne yansımışsa artık o, tek başına olsa bile yalnız değildir, alabildiğine bilgedir, varsıl değilse bile tükenmek bilmeyen hazinesi sayesinde de zengindir. 

Amcam yıllarca işi nedeniyle, arabayla tek başına neredeyse tüm yurdu gezerdi. İzmir’e yolu ne zaman düşse bizlere uğrar, elinde bolca demetlenmiş kokulu çiçekler, bir paket tatlı ve gülen yüzüyle kapımızda belirirdi. Evde hazırlanmış bir sofra ve çok sevdiği yeğenlerini etrafında mutlu görmek ona huzur verirdi. Kendi ile ilgili varsa bile sıkıntılarından bahsetmezdi. Keyifli yolculuklarını, yaşadığı güzel maceraları, karşılaştığında mutlaka iletişime geçtiği bebek-yaşlı tüm güzel insanları sevgiyle anlatırdı. Öte yandan insanlık sorunları ve haksızlıklar olduğuna tanık olduğu durumları, değiştirebilmek için bitimsiz bir enerjiyle varlığını ortaya koymaktan da kaçınmazdı. 

Şimdi emekli olan amcam, geçen yılını Gündoğan’daki evinde tek başına, her gün yürüyüş yaparak, sincaplarla konuşarak, okuyarak geçirmişti. Yolu İzmir’e düşünce de onunla birliktelikten bulduğumuz huzuru sürekli kılmak için aramıza katılmıştır. 20 yıl önce kaybettiğim çok sevdiğim babama olan özlemim, amcamın kız evlat sahibi olma özlemiyle buluşunca, kızım, ben ve amcamdan oluşan temeli sağlam, manifestosu güçlü bir aile olma halimiz kendiliğinden gelişiverdi. Sabah uyandığımızda vazolarımız mis gibi çiçeklerle dolu, mutfağımızda ise sıcak simitlerimiz hazır oluyor, “günaydın amcacım” diyen sesimizi duyar duymaz elindeki gazeteyi anında yan tarafına savurup, kollarını kocaman açıyor, önce kızım Ekin’e sarılıyor. “Günaydın, günaydın…” sonra da “ çok şükür Allahım, ben ne kadar şanslı bir adamım” diyor. Ardından vazolardaki çiçeklerin eve geliş hikâyesini kıssadan hisseler barındıran çeşitlemelerle anlatıyor, gülümsüyoruz. Bazen eve gelen kırmızı bir gül, kızıma prenses olduğunu hissetticek bir bilinmezlikle hikâyeleştiriliyor amcam tarafından. Bazen de mor ortancalar çocukluk günlerimizin yaramazlığını geri çağırıyor. Aslına bakarsanız yaşadığımız hayat da ellerimize tutuşturulmuş rengârenk bir çiçek demedi gibiydi. Kimi insanlar bunu bir kenara savurur, yolar, soldurur, susuz bırakır ve kuruturlar, tekrar toprağa düşmeden öldürürler. Kimi insanlar da onların hayat olduğunu görür, sever, anlamını bilir, kokusunu, kattığı huzuru, rengini, dikenine karşın güzelliğini ve tüm varlığı ile elindeki çiçekleri korumaya, çoğaltmaya, güzelleştirmeye çalışırlar. Tek başına doğup, aynen tek başına ölecek olan insan tüm sevdiklerinin içine ektiği tohumlarla, yaşanmışlıkların güzelliği ile yeniden filizlenir, yalnız olmaksızın çoğalır ve anılır olurlar. 

 
Toplam blog
: 25
: 1059
Kayıt tarihi
: 16.01.08
 
 

İşletmecilik eğitimi ve sonrasında finans sektöründe bir dönem profesyönel çalışmanın dışında, 19..