Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Nisan '09

 
Kategori
Aile
 

Sevginin en yücesi !

Sevginin en yücesi !
 

 

Allah her kadına böyle sevilmeyi nasip etsin !

Allah her erkeğe böyle bir kadın nasip etsin !

Allah her kadına böyle bir erkek nasip etsin !

Allah herkese böyle bir çocukluk nasip etsin !

Gencecik teğmenin yüreği nasıl da pır pır atıvermiş güzel İzmir’in kara kaşlı, kara gözlü güzelini gördüğünde! Kaybettikleri tek erkek kardeşlerinden sonra geriye kalan dört kızın en büyüğüymüş genç kadın. En alımlı en edalısı da! 1955’in bir bahar günü evlenivermişler. Karısının üzerine titriyormuş genç teğmen. Büyükdere sırtlarındaki derme çatma evlerinde kıt kanaat geçiniyorlarmış. İlk çocuğuna hamile kalmış genç kadın. Çok iyi beslenmesi gerekiyormuş; ama paraları yetmiyormuş. Zatürre olmuş! Kutu kutu penisilin gerekiyormuş. Bulunması da hiç kolay değilmiş. Para bulunsa bile ilacı bulmak zormuş. Ölümlerden dönmüş. Yeter ki yesin diye, “Her kilona bir bilezik.” sözü vermiş genç asker, olmayan parası, var olan umutlarıyla. Dünyaya gelmiş ilk evlatları. Bugünkü gibi aylar öncesinden belirlenen cinsiyet ve özel günlere ısmarlanan doğumlar yokmuş o günlerde. Heyecanla beklenirmiş Süleymaniye'nin kapısında. Pek sevinmiş asker adam erkek evladı olduğuna. İstiklal madalyası sahibi gazi dede ismini koymuş, genç baba da ikincisini.

1959 yılında Kore’ye gönderilmiş genç asker. Böylece biraz para biriktirebilirlermiş. Genç kadın oğluna sarılmış kocasız günlerinde. Olmayan babanın sevgisiyle büyütmüş oğlunu. Asker selamı vermesini öğretmiş. Ucu yanık mektuplar göndermişler birbirlerine. İki sene sonra dönmüş genç asker gurbetten. İzmir’e gemiyle. Asker gemisini karşılamaya gitmişler. İşte, babaları gelmiş sonunda. Çakmış selamı babasını karşısında görünce çocuk. Babası bir de alet getirmiş sesleri kaydeden. Kocaman tekerlekleri varmış üzerinde dönen. Üzerinde ışıklar yanan teneke arabalar da getirmiş oğluna. Çocukluk ne güzel şeymiş, o gün anlamış.

Epey para biriktirmiş genç asker. Yurda döner dönmez tayini Gezköy Erzurum’a çıkmış. Kerpiç evlerinde çok mutlularmış. Kümeslerinde bir sürü tavukları varmış ve her sabah yumurtaları toplamaya oğlu gidermiş folluğa. Nedense kazlar kovalar dururmuş küçük adamı. "Onlar seni çok seviyor aslında." diye gönlünü alırmış oğlunun. 1963’te pilot brövesini takmış ve görev yeri Tuzla İstanbul olmuş. Pendik’e taşınmışlar. Dönümlerce yeşil alan çocuğa oynayabileceği, koşabileceği doğayı sunmuş. Leylekleri beklermiş hep. Bir sürü hayvan dostu da olmuş. Topraktan başını çıkaran solucanlara, "Çabuk sokun kafanızı toprağa, leylekler geliyor." dermiş. İncir ağaçlarına tırmanacağı günleri hayal edermiş. Kendi evlerini yapmaya başlamış babası o yeşilliğin ortasına. Ustalarla o da çalışıyormuş. Küçük delikanlı da tuğla taşıyormuş minik elleriyle. Ne güzel bir ev olmuş. Huzur serilmiş üzerine. Babası pervaneli uçağıyla evin üzerinde dolaşır, bazen de haber torbası atarmış. Karısını ve oğlunu çok sevdiğini yazarmış.

1964’te tayinleri Ağrı’ya çıkmış. Öyle çok, kardeşi olsun istiyormuş ki canı annesiyle babası onu kıramamış. Bir kız kardeşi olmuş. Ağrı’dan sonra Anadolu’nun birçok şehrinde dolaşmışlar yıllar boyu. Asker kimliği onu oğluna karşı daha sert yapmış ve oğlu da dedesi ve babası gibi hep başarılı olmalıymış. Sabahın üçünde oğluyla kalkıp ders çalışırmış. 1977 yılında Albay olarak İstanbul’a dönmüş yorgun asker. Artık tek besinleri evlatlarının mutluluğuymuş. Onlara verdikleri en güzel hediye mutlu bir aile ortamı olmuş. Kendi yalnızlığında yaşamayı seven oğulları onları her zaman çok sevmiş.

Yaşamın yorduğu bedeni 1998’de devirmiş koca askeri. Zorlu bir by-pass ameliyatıyla 4 damarı değişmiş. Bir sene sonra da tonton anne hastalanmış. Beyninde Hipofiz Adenomu teşhisiyle hastaneye yatırılmış ve geriye gidiş günleri başlamış. Artık emekli olan komutan, karısının yanından ayrılmıyormuş. Saatler boyu süren ameliyattan sonra dev tümörden kurtulmuş kadın; ama tek gözünü de kaybetmiş. Ahmet Mete Işıkara’nın, "Bu gece herkes dışarıda uyusun, evlerine girmesin." anonsuyla hastanenin yoğun bakımı bile yataklarla hastananenin bahçesine çıkarılmış! Arabaların farlarıyla sağlanan aydınlatma ortamı sahra hastanesine çevirmiş! Beyin sıvısının dışarı akışı bir türlü önlenemeyince de karnına bir torba konmuş yaşlı kadının. Görmeyen bir göz ve hipofiz bezsiz yaşam yaşlı kadının yaşam kalitesini çok düşürmüş. İki kez geçirdiği zatürreden sonra 17 Eylül 2006’da onu çok seven kocasının kollarında hayata veda etmiş.

Yorgun asker hayata küsmüş. Her gün karısına şiirler yazmaya başlamış. Evin tüm duvarlarını karısının resimleri ve de yazdığı şiirlerle doldurmuş. Tanrıya, “Senin adaletin bu mu?” satırlarıyla başlayan mektuplar yazmış. “Ya karımı geri ver ya da beni onun yanına al.“ diye yalvarmış.

Bir pazar sabahı ambulans çağırmış yorgun asker. Ön koltuğa oturup hastaneye gitmiş. Evlatlarına da haber vermemiş. Onları üzmek, telaşa vermek istemiyormuş. İlk muayenesinde, doktorların “Sapasağlamsınız, neden geldiniz ki komutanım?” sorusuna, “Ben artık hanımımın yanına gidiyorum.” demiş. Anlamamışlar bir şey; ama bir-iki saat içinde kötüleşmiş ve yoğun bakıma kaldırılmış. Olanları anlayamıyormuş doktorlar! Adeta yaşama tutunmaktan vazgeçmiş komutanları. Evlatları da babalarını bulmak için hastaneleri arıyorlarmış. Sonunda GATA’da bulmuşlar. Doktorlar hâlâ şaşkınlıklarını atamamışlar. “Babanız tam bir asker. Çaktı selamı, gidiyor.” demişler.

Aile içinde “Patton” dediğimiz babamız, çok sevdiği annemize, onun gidişinden 7 ay sonra kavuştu. 7 ay boyunca tanrıya onu da eşinin yanına alması için yalvardı. Tanrı da bu onurlu askerin yalvarışlarını sonunda kabul etmişti.

Eve gittim. Kapı her zamanki gibi üç kez kilitlenmişti. İçeri girdim. Terlikler kaldırılmıştı. Gaz musluğu ve su vanası kapatılmış, elektrik şalteri indirilmişti. Salondaki tüm koltuklar örtülmüş, balkondaki çiçekler sulanmıştı. Koltuğun üzerinde oğlumun küçükken dedesiyle asker üniformalarıyla çekilmiş büyük bir resmi duruyordu. Oğlumun üzerindeki üniforma benim de çocukluğumda giydiğim üniformaydı. Çerçevenin önünde bir de zarf vardı. Açtım titreyen ellerimle.

Canım torunum Alp,
Ben artık babaannenin özlemine dayanamıyorum ve onun yanına gitmeliyim. O da beni çok özlemiş. Cenazemi çeken top arabasının önünde bu resimle senin yürümeni istiyorum. Seni çok seven deden.

Onurlu asker artık annemsiz yaşamdan bıkmış ve karısının yanına gitmeye hazırlanmıştı. Belli ki kendini iyi hissetmiyor, nihai yolculuğunun yaklaştığını anlıyordu. Sanki tatile gidiyormuş gibi de evi kapamıştı. Kendisinden sonra evlatları sıkıntı çekmesin diye talimatlar da bırakmıştı. Gözlerimi yumdum. Yarım asırlık birlikteliklerinde bir gün olsun birbirlerini üzmemişlerdi. Seslerini yükseltmemişlerdi, hiç kavga etmemişlerdi. Huzurlu ve mutlu bir yuvada büyütmüşlerdi evlatlarını ve bu dünyadan göçerken de aynı özeni göstermişlerdi. Şimdi aynı mezarlıkta yan yana uyuyorlar ve eminim çok mutlulardır. Sık sık gidip konuşuyorum onlarla. 5 gün sonra 54'üncü evlilik yıl dönümleri ve gidip uzun uzun oturacağım onlarla.

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..