Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Eylül '19

 
Kategori
Öykü
 

Şeyh Hasan

Çiftçilikle uğraşan Hasan ile Mehmet her yıl yaklaşık olarak yirmi kamyon dolusu yonca yetiştiriyorlardı. Duruma göre bir o kadarda diğer çiftçilerden alarak, yeteri kadar hayvan yemi yetiştiremeyen köylere götürüp satıyorlardı. Sattıkları yoncanın karşılığında parası olmayanlardan, küçükbaş veya büyükbaş hayvanlar alıyorlardı. Para yerine hayvan almaları işlerine geliyordu. Sıkı pazarlıkla aldıkları hayvanları birkaç gün ahırda besledikten sonra meydan dedikleri hayvan pazarına götürerek aldıkları fiyatın üzerinde satıyorlardı.

O yıl yine yirmi kamyon dolusu yonca yetiştirdiler. Otuz kamyon dolusu da köydeki diğer çiftçilerden aldılar. İşler iyi giderse almaya devam edeceklerdi. Kolay değildi. Her kamyon dolusu yoncanın satışı en az bir günlerine mal oluyordu. Yonca satılmayıp kamyonun üzerinde kaldığı her gün maliyetin artışı demekti. İkinci üçüncü güne kaldığında kar oranı düşüyordu. Dördüncü gün demek kar edememekti. Beşinci gün zarardı. Zira kamyonu günlük kiralıyorlardı. Kamyoncu için değişen bir şey yoktu. O aldığı parasına bakıyordu. Gerçi iki günden fazla bekledikleri olmamıştı. Bu olmayacak demek değildi.

Kış bastırmadan topladıkları yoncayı elden çıkarmaları gerekiyordu. İlk beş gün istedikleri gibiydi. Altıncı gün hayvanları pazara götürdüler. Beş koyunu, iki danayı o gün istedikleri fiyata sattılar. Akşam bir sonraki günün yoncasını kamyona yüklediler. Sabah namaz vaktiyle yola çıkacaklardı.

O gün Özalp’ın bir köyüne gittiler. İlk defa gittikleri köydü. Gayeleri yeni köyler keşfetmek daha fazla satış yapmaktı. Kamyonu köy meydanına çekip beklediler. Öğlene kadar gelen giden olmadı. Meydandan geçenler kamyona dönüp bakmadılar. Hasan “buradan iş çıkmayacak, vakit kaybetmeden başka köye gidelim” dedi. Mehmet biraz daha beklemekten yanaydı. Başka köye gitseler bile hemen satış yapacaklarının garantisi yoktu.

Bir saat kadar daha zaman geçti. Hala, yoncanın fiyatını bile soran yoktu. Bir kişi çıkıp kaç lira dese; başka köye gitmemek için cüzi bir karla da olsa satmaya razı olacaklardı.   Umutları tükenince Mehmet, “haklısın Şeyh’im; satış yapamayacağız; daha fazla vakit kaybetmeden gidelim” dedi.

Hasan’ın şeyhlikle alakası yoktu. Mehmet’in taktığı lakaptı. O esnada meydandan geçen bir kişi Mehmet’in Şeyh dediğini duyunca dönüp baktı. Hasan sırtını kamyona dayamış hafiften uzayan sakalıyla oynuyordu. Aynı şekilde sırtını kamyona dayayan şoför ile Mehmet sakalsızdı. Köylü, şeyhin kim olduğunu sordu. Mehmet, eliyle işaret ederek “bu zat Şeyh Hasan’dır” dedi. Köylü, Şeyh Hasan’ı hiç duymamıştı. Biraz düşündü. Hafızasını yokladı. Yakın çevrede bu isimde bildiği şeyh yoktu. Bu kez “nerenin şeyhi” dedi.

Sabahtan beri Şoförle, Hasan’dan başkasıyla konuşmayan Mehmet’in muzipliği üstündeydi:

-Erciş’in en ünlü Purul Şeyh’i Hasan’ın adını duymadın mı? Van’da bile tanımayan yoktur.

-Duymadım. Neyse. Sanki Şeyh’ime gidelim dedin. Nereye gideceksiniz?

-Yoncayı satamadık. purul'a döneceğiz.

Köylü düşünmeye başladı. Aklından bir şeyler geçiyordu. Ne düşündüğünü açıklamadı. Sadece "biraz bekleyin" dedi. Aklından geçenleri açıklamadan oradan ayrıldı.

Yaklaşık on dakika sonra altı kişiyle meydana geldiler.  Bu kişilerden biri köyün ileri gelenlerinden Tahir Ağa idi.  Tahir Ağa Hasan’ın ellerine sarıldı.  “Şeyh’im sen hoş geldin; başım gözüm üstüne geldin” dedikten sonra köylülere döndü:

-Şeyh’im köyümüze yonca getirecek satamadan gidecek. Yakışır mı bize. Hadi bakalım; yoncayı indirin. Sen merak etme Şeyh'im biz aramızda pay ederiz.

Pazarlık bile etmediler. Hasan kaç lira dediyse kabul ettiler. Koyun, keçi verenler Hasan’ın değer biçtiği paraya razı oldular. O an için koyun, keçi önemli değildi. Önemli olan şeyhin, elinin boş dönmemesiydi.

Şeyh köye gelirde yemek yemeden giderse çok ayıp olurdu. Tahir Ağa'nın  evinde sofra kuruldu. Meydana gelenlere dâhil olanlarla birlikte oturup yemek yediler; çay içtiler.

Tahir Ağa'nın küçük oğlu günler öncesinden hastalanmıştı. Yatağından kalkamıyor, dışarı çıkmıyordu. Şeyh evlerine kadar gelmişti. Onlara göre bu Allah’ın bir lütfuydu. Okuyup üflerse iyi geleceğine inanıyorlardı.  Tahir Ağa, “Şeyhim oğluma oku, inşallah senin okumanla iyileşir” dedi.

Şeyh olup da okumamak olur muydu? Ben şeyh değilim de diyemezdi. Mecburen çocuğu kucağına aldı. Yüzüne bakarak, mırıldandı. Hasan dudaklarını oynattıkça orada bulunanlar dua ettiğini sandılar. Oysa “Mehmet, başımıza neler açtın” diyordu. “Ben kim şeyhlik kim. Şeyh olamadığım anlaşılırsa yandık.” İki üç dakika sonra çocuğun ağzını açtı. İçinden "aslında bunu Mehmet hak ediyor” diyerek çocuğun ağzına tükürdü. Yüzüne üfürdükten sonra “Allah’ın izniyle inşallah iyi olacak” dedi.

Daha fazla otururlarsa şeyh olmadığı anlaşılır korkusu vardı. Çocuğu babasına verdikten sonra izin istedi. Yolcu yolunda gerek diyerek evden ayrıldılar.

Aradan on beş gün geçti. Mehmet’in aklına nerden geldiyse “o köye tekrar gidelim” dedi. Hasan kabul etmedi. Yemiş içmiş bir de çocuğun ağzına tükürmüştü. Çocuk iyileşmemişse hiç iyi olmazdı. Muzipliği üstünde olan Mehmet “bir daha okur üflersin” dedi. Bu kez iki kamyonla gitmekte kararlıydı. Sonunda Hasan'ı ikna etti ve o köye tekrar gittiler.

Günlerce yatakta yatan çocuk iki gün sonra ayağa kalkmış köy çocuklarıyla koşuşturmaya, oyunlar oynamaya başlamıştı. Köylüler şeyhin tükürüğünün iyileştirdiğine inanıyordular. Bu inançla şeyhin tekrar köye geldiğini duyanlar meydana koştular. Bir saatin içinde iki kamyon yonca boşaltıldı. Para veremeyenler, inek keçi, dana neleri varsa, yoncanın karşılığında kamyona yüklediler.

Alışveriş bittikten sonra az,  çok, hasta olanlar sıraya girdiler. Hastalanmayayım diye sıraya girenler de vardı. Hasan, hepsinin ağzına tek tek tükürdü.

 

 
Toplam blog
: 45
: 180
Kayıt tarihi
: 17.04.13
 
 

1961 Erciş doğumluyum. İlk öğrenimimi Erciş Emrah ilkokulunda tamamladım. Konya Ereğli İvriz Öğre..