Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Mart '19

 
Kategori
Sinema
 

Sibel: Sessiz Çığlık

Çağla Zencirci ve Guillaume Giovanetti’nin yönettiği Sibel filmi, Giresun’un Kuşköy isimli köyünde yaşayan dilsiz bir kızın hikayesini anlatıyor. Filmin oyuncu kadrosunda Damla Sönmez, Erkan Kolçak Köstendil, Emin Gürsoy, Elit İşcan ve Meral Çetinkaya gibi isimler yer alıyor. Karadeniz’in eşsiz doğa görüntüleriyle ile harmanlanan Sibel filmi, izleyicilere taze bir nefes olmaya adıyor kendini.

Çocukken geçirdiği ateşli hastalık sonucu konuşma yetisini kaybeden Sibel (Damla Sönmez), babası ve kız kardeşi ile birlikte yaşamaktadır. Çay tarlalarında çalışıp bir yandan da ıssız yerlerde kurt avına çıkan Sibel bizlere anti-kahraman bir karakterin yansımasını sunuyor.

Dilsizliğini, köy halkının geçmişten beri kullandığı kuş dili sayesinde görünmez kılan Sibel, tıpkı kırmızı başlıklı kız masalındaki gibi kırmızı çizmelerini giyip ormanın derinliklerinde aslında hiç var olmayan bir kurdu avlamaya çıkar. Burada kurt metaforu Sibel’in kendini ispatlama arzusunu temsil ediyor. Eğer kurdu yakalarsa köy halkının ona daha anlayışlı davranacağını düşünüyor.

Filmde hoşlanmadığım birkaç ayrıntıdan bahsetmek istiyorum. Öncelikte filmde yer alan köy halkının yanlış temsil edildiğini ve bu durumun filmin yapısını olumsuz etkilediğini düşünüyorum. Köy halkını katı bir kötü olarak gösterilmesi film açısından sağlıklı bir tablo oluşturmaktan ziyade filme karşı önyargıları besleyen nitelikte adeta. Karadenizli kadınlar çalışkan, onurlu ve engelli bireylere karşı oldukça korumacı insanlardır. Filmde bu korumacı tavır tam tersi olarak ifade edilmiş. Sibel’e karşı yapılan nedensiz psikolojik şiddet filmi daha da aşağıya çekmiş. Bu hatanın sebebi yönetmenlerin toplumu iyi analiz edememesinden kaynaklanıyor.

Hikâyenin akıcı olmaması zaman zaman izleyenlerin filmden kopmasına neden oluyor. Bunun sebebi diyalog yazma konusunda senaristlerin yetersiz olmasından kaynaklanıyor. Anlamsız diyaloglar filmin acemi yönünü daha çok açığa çıkarıyor.

Sibel’in Ali ile karşılaşması kadın – erkek arasındaki değişken güç ilişkisini ifade ediyor. Ali (Ekrem Kolçak Köstendil), jandarma tarafından aranan biridir. Sibel ile aralarındaki soğuk ilişki bana nedense pek inandırıcı gelmedi. Zoraki kurulan diyaloglar samimiyetten tamamen uzak ve oldukça yapaydı.

Şive kullanılmaması da ayrı bir soruna sebep olmuş. Eğer şive kullanılsaydı filmin inandırıcılığı bir tık daha artabilirdi ancak yönetmenler bunu tercih etmeyerek büyük bir hataya düşmüş. Filmin sonunda çalınan soundtrack başarılı ancak filmin genelinde müzik kullanılmaması büyük eksikliğe sebep olmuş.

Filmin bu kadar çiğ kalmasının sebebi tamamen içini dolduramamasından kaynaklanıyor. Doğa görüntüleri bile filmi kurtarmaya yetmiyor. Damla Sönmez’in oyunculuğu gerçekten taktir edilesiydi. Rolüne çalışmak için kuş dili öğrenip karakterini iyice anlaması, işini ne kadar ciddiye aldığının bir göstergesi. Sibel’in duygu durumunu iyi bir şekilde yansıttığını düşünüyorum.

 Narin’in (Meral Çetinkaya) hikayesinin daha işlevsel olmasını beklerdim. Narin’in biraz daha aksi, uyumsuz biri olması hikayesini daha inandırıcı olmasını sağlayabilirdi. Böyle sakin kalması bana çok sönük bir karakter olduğunu hatırlattı izlerken. Meral Çetinkaya’nın oyunculuğuna diyecek sözüm yok çünkü şahane bir insan ama karakteri daha iyi ele alınsaydı ortaya daha güzel sonuç çıkabilirdi. Elit İşcan’ın kötü kız kardeş rolünü iyi bir şekilde yansıtmış. İzlerken ondan nefret edebiliyoruz. O da ablası gibi toplum baskısının kurbanı oluyor.

Bozuk toplum yapısı, bozuk insan ilişkileri, önyargılar, ahlak kavramı gibi unsurlar filmi şekillendiren unsurlar arasında yer alıyor. Bu unsurlara göz ucuyla bakmakla yetinen yönetmenler, inandırıcılıktan uzak zayıf bir toplum yapısını işaret ediyor.

Filmde en çok hoşuma giden sahne Sibel’in sessiz çığlığıydı. O kadar inandırıcı bir sahneydi ki film bittikten sonra hep bu sahneyi düşündüm. Bu kadar başarılı olmasının sebebi gerçekçi olmasından kaynaklanıyor elbette. Bu sahne filmi kurtarmaya yetmiyor tabii ki.

Hayvan haklarını savunan bir yazar olarak avcılığın filmde yer alması beni oldukça rahatsız etti. Zararsız hayvanların avlanma görüntülerinin yer alması filmden uzaklaşmama neden oldu. Bu ilkel yöntem filme hiç yakışmıyor.

Ormanda yer alan yılan aslında toplumun önyargılarını temsil ediyordu. Bu nedenle Sibel ilk önce yılanı görmezden geldi. Ancak daha sonra bu önyargılarla mücadele edemediğini anlayınca yılanı öldürmek zorunda kaldı. Bu sahne filmin dinamik yapısını yükselten bir hareketti.

Gelin kayası kadınlığı temsil eden bir yer. Bu nedenle Sibel’in burada ateş yakması kadınlığın özgür bir yapıya sahip olduğunu ve hiçbir şekilde baskı ve yasaklarla yaşayamayacağını işaret ediyordu aynı zamanda. Herkes yangın var sanıyordu ancak o yanan ateş kadınlığın isyanını temsil ediyordu.

Filmin sonu ise çok sönük kalmış. Daha sağlam bir sonla bitmesini beklerken sadece donuk bakışlarla yetinmişler. Fikir güzel ancak konuyu işleme bakımında oldukça zayıf bir film olduğunu düşünüyorum. Öyle ki Sibel’in sessiz çığlıkları bile filmi kurtarmaya yetmiyor maalesef.

 

 
Toplam blog
: 14
: 170
Kayıt tarihi
: 31.08.12
 
 

Okumayı, yazmayı, dinlemeyi, izlemeyi seven ve bunları sevdikleriyle paylaşmaktan büyük bir keyif..