Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Nisan '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Şımarmak güzel aslında!

Şımarmak güzel aslında!
 

Kaynak:İnternet


Yine bir hafta sonu, yine ben şımarık kız çocuğu!...

Çok canımı sıkan bir şey olmadıkça hafta sonları anılar, aşk-meşkli yazılar yazmayı seviyorum; kendimce böyle bir kural koydum!

Ülke sıkıntılarına kısa bir ara, insani duygulara fora!...

Hatta, en sevdiğim geçmişte yaptığım hatalar; hani o dönemlerde yer yarılsın da içine gireyim deyip de, sonradan çokça güldüğüm şeyler!...

Aklıma düştükçe yazıyorum işte…

Bu arada “şımarık” diyorum ya kendim için, sevgiden aşırı neşelenme halleri falandır sözünü ettiğim; yoksa, gerçek anlamındaki şımarıklığa prim vermem; yani seven kişileri kullanma gibi bir lüksüm olabileceğini aklımdan bile geçirmem!

Hani, anlatmak istediğim: Aile içi toplantılarda “Oku bakayım kızım bilmem ne şiirini” derler de, okuduğunda alkışlarlar; sonra sen bir tane daha okumak istersin ilgi karşısında, yine alkışlarlar… Benim durumum budur!

Üçüncüyü, beşinciyi okumaya kalkışmak ise şımarıklıktır, yani bana göre…

******

Her bir kelime karşısında yazdığı şiirlerden dem vuranlar vardır; bir şey söylersin, karşılığında şiiriyle cevap verir!

Selam verirsin, dört kıtalık şiiri ile yanıtlanırsın!

Haklılardır muhtemelen, lakin sevemedim gitti bu tür işleri; yeri geldi şiir de yazdım, belki de benzememek için hiçbir şiirim ezberimde değildir!

Oysa, kuzenim İstiklal Marşı’nın tamamını ezberlemeye çalışırken, yanında olan ben, beş yaşımdayken ezberlemiştim!

Ezber problemim yok da, reddetme gibi bir durum söz konusu!

“İzle bak” diyerek bir video açtı Hakan, video çok hoş, şiir de fena değilmiş dedim, ayol şiir benimmiş, Hakan da jest olsun diye video haline getirmiş!

******

Yalnız var ya, ilkokulda önemli günlerde şiir okumak acayip mest ederdi insanı; artık beceri mi, hırs mı, kendini kanıtlama duygusu mu, yoksa ön planda olma isteği mi, tam olarak adını koyamadım.

Hiç istemeyenler de olurdu muhtemelen, benim onları o yaşlarda anlama kapasitem henüz mevcut değildi!

Sahne önünde olmak için mi yaratılmışım, ne?

Solo bir şiir okumam olmazsa, ilkokuldan firar ederdim, herhalde!

Nasıl bir özgüvense artık o vakitlerde!...

******

Küme çalışmaları yapılıyor ilkokulda, dört müyüz, beş mi, tam anımsayamıyorum.

Her kümenin bir başkanı var, her kümenin anlatacağı konular, keza…

Üç puan ise yaratıcılıktan!

Yani, hangi küme nasıl bir yaratıcılık sunar ise, bilgi, beceri ötesinde alacağı üç puan var.

“Yaratıcılık mı dediniz?” Ayol, balığı sınıf önünde kesmiş, içinden çıkan yumurtalara hem şaşmış, hem de pek üzülmüş biri olarak küme başkanı sıfatıyla kolları sıvadım hemen!

Mizansenleri hazırladım, pamuklardan sakallar yaptım, falan…

Kümedekileri havaya soktum, filan!

Çalıştık, ettik, sonuçta kaybettik!

Niye?

Tam da o zamanlarda yeni tanışmaya başladığımız televizyon; Hande’nin babası ki kendisi mimardır ve Vakko İzmir’in yaratıcısıdır, tarafından sınıfın ortasına getirildi!

Kahverengi kartondan yapılmış, düğmeleri diş macunu kapaklarından olan bir maket televizyon.

Hande ve grubu sunumlarını bu maket televizyon arkasından yaptılar; pek şıktılar doğrusu!

Bir puan ile kaybedince Perihan Öğretmen’e sormuştum, neden kaybettik?

“Yaratıcılıktan dolayı 3 puanı Hande’lerin grubuna verdim” demişti, “Hande ve arkadaşları değil de, babasına vermişsiniz o puanları, ki bu haksızlıktır!” demiştim…

Çok içerlemiştim, çok!

İfade ettiğim ve dinlendiğim için az yaraladı beni desem de, yine de anılarımdan söz ederken aklıma düştüğüne göre…

Oooo, emek hırsızlığına karşı o günlerden başlayan bir zemin oluşmuş bende!

******

Ne garip!

Neler ile cebelleşip, özgüven ile büyüyüp, sonra da bir aşka düşüp, yerle yeksan edebiliyor insan kendisini…

Yalnızca kişisel bir düşüncedir: Becerikli kadınlar ikili ilişkilerinde aradıklarını tam olarak bulamazlar!

Şey gibi; hani bir işte çok tecrübelisinizdir, ama iş bulmanız gerekmektedir. Müdür değil de altı, hatta onun da altı olsa çalışabilirim dersiniz, ama işe bir türlü alınmazsınız!

Zira, birikim ve becerileriniz korkutur, çözüm olarak “madem bu kadar tecrübeli, nasıl kabul edebilir böyle bir mevkii” denilerek geçiştirilir!

Oysa, müdüründen, şefine yerimden olur muyum korkusu sarmıştır; size olur vermeleri mümkün değildir!

İkili ilişkilerde de böyle!

Mesela, ayakları üzerinde duran bir kadın bir erkeğe çok çekici geliyor!

Espri yeteneği, kendinden maddi bir beklentide bulunmaması da ayrı bir çekicilik katıyor; adam bu kadına deli aşık oluyor!

Bu kadında adama aşık olduğunda bir süre yer yerinden oynuyor!

Lakin, adam böyle bir kadın tarafından tercih edilmekten dolayı duyduğu minneti ve sevinci bir süre sonra kendine yediremiyor!

Bir kere, madem böyle bir kadın tarafından tercih edildim, daha da iyilerine layığım düşüncesi içini kemirirken, nasıl yaparım da erkekliğimi kanıtlar, üstünlük kurarım fikri ilişkiyi yemeğe başlar!

Adam, her şeyi bir kenara bırakıp, erkek baskısını kurmak isterken, kadın adamı kucaklamaya devam eder; lakin bir şeylerin yolunda gitmediğinden emindir!

Çok da uzatmaya gerek yok!

Eni konu benzer şeyleri yaşıyoruz; genelde adamlar ulaşamayacağı kadınlara aşık oluyorlar; o kadınlar tarafından kabul gördüklerinde önce sevinçten ne yapacaklarını şaşırıyor, deli aşık sendromu yaşıyor, sonrasında ise fazlasıyla havalanıyorlar!

O, etrafında erkek ordusu dolaşan kadın, bir şeyine tutulmuş olup da, bir dolu nahoş davranışını görmezden gelen kadın, ilk tanıdığı haliyle adamı kabul ettiğinden dolayı konduramıyor bu yaptıklarını!

Yok oydu, yok buydu derken, en çok kadınlar öz eleştiri yapıyorlar!...

Adamlar hep haklı!

Öyle öğrenmişler, öyle de gidiyorlar…

Becerikli kadınlara aşık olup da, o yüzden terk ediyorlar!

Zira, erkek gibi hissedemiyorlar kendilerini…

“Para ver” denmiyor, “Çeşme akıyor” diye şikayet edilmiyor…

Kendini tam teşekküllü erkek olarak hissetmeyince bahaneler hazırda bekliyor!

Garip tabii ki!

Güçlü kadınlara aşık oluyor, güçsüz kadınlarla yaşıyor erkekler!

Sonra, bir sohbet masasında karısını çekiştiriyor, güçlü bir kadına aşık oluyor, falan feşmekan…

******

Neyse…

Nerelerden nerelere geldim yine ben böyle!

Hafta sonu ya, iyice saldım kendimi çayıra…

“Mevlam kayıra” diyeceğim ama, hem o hem de siz anlayış gösterirseniz daha bir fazla sevineceğim!

******

Şımarmak; sevdiği insana en dokunulmaz yanlarını açmak; sevildiğini sandığı kişi tarafından sırtından bıçaklanmak en çok bu yüzden dokunuyor ya insana!

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..