Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Temmuz '11

 
Kategori
Türkiye Ekonomisi
 

Size krizi anlatayım mı?

Size krizi anlatayım mı?
 

Kriz geliyormuş duydunuz mu?  

Duyduysanız da konuşulanlardan bir şey anladınız mı?  

…  

Her alanda olduğu gibi iktisatta da onlarca kavram salatası karşımıza çıkar. İktisat eğitimi almamış bireyler için konu dışarıdan bakıldığında son derece karmaşık görünürken, bu eğitimi almışlar ise kabaca ikiye ayrılır: Düzen içi ve düzen dışı iktisatçılar.  

Kimdir bunlar?  

Bir vakıf üniversitesinde ders verirken aynı zamanda holdinglerde görev alan, danışmanlık yapan, bu düzenden beslenen ve bu düzeni besleyen iktisatçılar ve aldıkları ‘biçimlendirilmiş’ iktisat eğitiminin dikenli tellerini aşarak kapitalizm kurgusuyla yüzleşmiş ve onun karşısında emek kesiminin yanında yer almış iktisatçılar.  

İkinci grupta yer alanlardan biri Jim Stanford, herkesin kolayca okuyabileceği, Türkiye’de Yordam Kitap’tan çıkmış, ‘Herkes İçin İktisat’ adlı kitabında her akşam televizyonlarda gördüğümüz iktisatçıları bir kenara bırakmaya, bu kibirli adamların bilgiç konuşmalarını boş verip, kendi hayatlarından yola çıkarak ekonomiyi yorumlamaya davet eder okurlarını.  

Bugün ben de tam bunu yapacağım. Son bir haftada çevremde şahit olduğum iki olayı paylaşarak içinde yaşadığım ekonomiyi –iktisat eğitimi de almış birisi olmama rağmen- kavramlarla değil gerçeklerle yorumlayacağım.  

Sahne 1: 

İş çıkışı Ankara Emek’te metrodan inmiş evime yürümekteyim. Beş adım önümde dal gibi ince upuzun, güneşten ve çöp karıştırmaktan kapkara olmuş bir adam, sırtında boyunca bir çuvalı sırtlanmış yürüyor. Hani şu sokaklardan karton, plastik ya da cam toplayanlardan biri. (Bu insanların dünyamız için Greenpeace’den daha yararlı olduğunu kim yazmıştı?) 8. Cadde’ye çıkan sokaklardan birini dönerken adam önce sağa sonra sola yalpalıyor ve birden dizlerinin üzerine kapaklanıveriyor. Yanına koşuyoruz. Ben ve esnaftan biri daha. Esmer yüzü bembeyaz olmuş adamın gözleri ağlamaklı, biz kolundan tutup kaldırırken bir şeyler geveliyor ama ilk önce anlayamıyoruz dediklerini. ‘Aç mısın?’ diye soruyoruz. ‘Yok abilerim, Allah razı olsun’ diyor. Yakındaki marketten getirdiğimiz suyla yüzünü yıkarken başlıyor hüngür hüngür ağlamaya. İlk defa o an anlıyoruz dakikalardır ağzında döndürdüğü sözleri. ‘Allah’larından bulsunlar, arabamı çaldılar’ diyor. Daha bir hafta önce artık sırtında taşıdığı çuvala dayanamayarak elli liraya bir hurdacıda yaptırmış arabasını. Bizden biraz önce yumurta kutusu almak üzere bir markete girmişken çalıp götürmüşler. Polislere yalvarmış ‘Arabamı bulun, o benim ekmek teknem’ diye, polis, araba dediği demir parçasında ne bir plaka ne bir seri numarası olmadığından bahsedip bir faydasının dokunamayacağını söylemiş. Şimdi kaldırıma yığılıp kalmış bu adam işte o demir yığını için ağlıyor. ‘Ben…’ diyor, ‘ameliyatlıyım. Kimsem yok, iki kız büyütüyorum alnımın teriyle. Sabahın köründen geceye dek çalışıyorum. Kendim için mi, onlar için. Kaç zaman sonra para biriktirip yaptırdım arabamı. Bir hafta oldu çaldı vicdansızlar. Ne yapacağım şimdi?..’ 

Tamam, sakin ol, biraz daha iyi misin?’ diyoruz. Yerinden kalkıyor, bir kez daha ‘Allah razı olsun, sağ olun, iyiyim’ diyip biz daha ‘dur, iyice kendine gel’ diyemeden, ‘Sekiz olmadan çuvalı teslim etmem gerek’ diyerek kollarımızdan kurtuluyor, yine yalpalayarak çuvalını sırtlanıyor ve gözleri yaşlı, burnunu çeke çeke gözden kaybolup gidiyor.  

…  

Sahne 2: 

Çalıştığım ofiste yemek ve temizlik işlerini yapmak üzere işe yeni başlayan bayanın, personel dosyasının açılması için gereken kimlik fotokopisini bir türlü vermediğini öğreniyorum. Bir kez de ben kendisiyle konuşup kimliğini getirmesini istiyorum.  

Öğleden sonra odamda sıcaktan bunalmışken sessizce içeri süzülüyor. Daha önce, taşıdığım isim üzerinden aramızda geçen diyalog sırasında beni kendine yakın gördüğünden olsa gerek, ‘Ben bir şey söyleyeceğim ama lütfen aramızda kalsın’ diyor. Ardından önce işe girerken belirttiği üzre yaşının elli beş değil altmış olduğunu söylüyor ardındansa beni asıl sarsan bilgiyi veriyor: ‘Ben emekli öğretmenim…’ 

Konuşuyoruz, dertleşiyoruz. Eşinden ayrıldığından, iki çocuk okuttuğundan, yirmi beş yıl devlette öğretmen olarak çalıştıktan sonra mecburen yedi yıl dershanelerde çalıştığından, sonra bir gün yaşı ilerlediği için dershanelerde de iş bulamaz olduğundan bahsediyor. ‘Ben çalışmak zorundayım’ diyor, ‘okuyan çocuklarım, ödediğim krediler, geçindirdiğim bir ev var. Emekli maaşım hangi birine yetsin?..’ 

Anlıyorum ki günlerdir ortaya çıkmayan kimliğin sebebi de bu. Altmış yaşında olduğu ortaya çıkarsa işin verilmeyeceğinden korkmuş. Bir de kimlik bilgileri alınınca sigortasından, emekli öğretmen olduğunun ortaya çıkacağından.  

Sinema filmlerinde, gazete haberlerinden gördüğümüz sahne en canlı haliyle karşımda duruyor. Bir emekli öğretmen, kimliğini gizleyerek, geçinmek için yemek, temizlik işinde çalışıyor.  

…  

Jim Stanford’un dediği gibi, ekonomi halka tepeden bakan düzen iktisatçılarının kapitalizm çığırtkanlıklarından ibaret değil. Ekonomi kendimizle, çevremizde olan bitenlerle, neler ürettiğimizle, o üretimin karşılığında elimize geçenlerle, bölüşümle, emeğimizin karşılığını alıp alamadığımızla, iyi ve rahat bir hayat sürüp süremediğimizle ilgili.  

Ekonomi, soyut rakamlar, karmaşık kavramlar, takım elbiseli, kravatlı adamlarla ilgili değil, bizimle ilgili.  

Sokakta çöp toplarken elli liralık arabası çalınınca üzüntüden bayılan genç adamla…  

Bu ülkeye yirmi beş yıl öğrenci yetiştirmiş, buna rağmen altmış yaşında ofis temizleyen öğretmenle ilgili…  

Ve size bir şey söyleyeyim mi?  

Bir ülkede genç adamlar gözleri yaşlı çöp karıştırıyor, emekli öğretmenler ofis temizliyor, genç insanlar sermaye emrinde on saat on iki saat çalışıp bu köle düzenine alet ediliyorsa…  

Sekiz on yaşında çocuklar, yaşıtları yaz tatilindeyken tarlalarda pamuk topluyorsa…  

Açlıktan ölenler, borçları yüzünden ailesini katledenlere rastlanılıyorsa gazetelerin üçüncü sayfalarında…  

İnsanlar başlarını huzurla koyamıyorlarsa geceleri yastıklarına…  

Yani emeğini satarak yaşamını sürdüren halk kesiminin, bu emeği karşılığını bulamıyor aksine sermayenin sömürüsüne sunuluyorsa…  

Ve buna rağmen o süslü püslü düzen iktisatçıları ‘kriz geliyor’ dedi diye ülkenin Başbakanı mikrofon başına koşup, ‘Geçen sefer kriz bizi teğet geçecek demiştim, bu sefer teğet bile geçmeyecek’ diyebiliyorsa…  

O ülkede kriz vardır.  

O ülkede derin kriz vardır.  

Adını siz koyun…  

 

www.taylanozbay.com 

 
Toplam blog
: 74
: 1874
Kayıt tarihi
: 06.05.07
 
 

Zonguldak’ta doğdu. On altı yaşından beri çeşitli yerel, bölgesel ve ulusal gazete-dergilerde, ay..