Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Temmuz '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Sizi birine benzettim de (!)

Sizi birine benzettim de (!)
 

Kimse bu güzel kadına benzeyemez, ben dahil (!)


İnsanız ya, benzeriz birbirimize. Huylarımız benzer, tavırlarımız benzer, şeklen de benzeriz. Üstelik bu benzerlik için ille de tek yumurta ikizi filan da olmak gerekmez. Dünyanın bir ucundaki başka birine benzetiliriz bazen.

Buraya kadar Herşey normal öyle değil mi? Sizin de başınıza gelmiştir. Birilerine benzetirler bazen.

Eskiden beni de arada benzetirlerdi. Fakat gittikçe genel bir tipe mi kaymaya başladım nedir bilmiyorum, son zamanlarda çok sıkça başıma gelir oldu. Bir, iki, üç, durma birilerine benzetiliyorum, sonumuz hayrolur inşallah. Korkum, bir gün bir gangster yahut da mafyadan birileri, beni başka birine benzetip vuracaklar, işte o zaman harbiden şu bir şey yoluna giden Niyazi durumuna düşeceğim.

İşin komik yanı benzetilme sıklığımla doğru orantılı olarak verdiğim yanıtlarda pervasızlaşıyorum. En kötüsü ise bu pervasızlıktan inanılmaz keyif almaya başlamam!

Durun size iki tanesini anlatayım, pervasızlıkla keyifin ne derecede olduğunu siz de görün.

İlk anlatacağımın üzerinden daha bir ay geçmedi.

Akşamüstü, çok sevdiğim hanım arkadaşımla bir lokantaya girdik. Yedik içtik, parlattık da. Keyifler çakır, gece güzel. Hesabı ödedik, kalktık. Arkadaşım koluma girdi, tam kapıdan çıkacağız, arkamızdan bize doğru koşturan bir çift ayak sesiyle birlikte;

—Af edersiniz, diyen sempatik yüzlü, sarışın, hoş giyimli bir hanım.

—Buyurun, dedim.

—İsminiz Songül mü? diye sorup; devam etti: Bir arkadaşıma benzettim sizi de.

—Hayır değil, ama beni hep birilerine benzetirler, siz beni bir de sevişirken görün! Tıpkı Angelina Jolie’ye benziyorum, deyiverdim.

Arkadaşım çimdiği ile kolumu kopardı ve fakat kadının gözlerinin fal taşı vaziyeti o çimdiğin acısına değerdi! O kadar şaşırdı ki garibim, “iyi akşamlar” lafı ancak geri dönüp, geldiği masasına yaklaşırken ağzından çıkabildi.

Dışarı çıktık; arkadaşım bir yandan yerlere yatarak gülüyor, bir yandan da;

—Var ya, bu kızcağız senin yüzünden bir daha asla Songül’le konuşmayacak. Belki bir daha bu mekâna bile gelmeyecek. Ne yaptın sen ya? Diyordu.

—O’na uzunca bir süre unutamayacağı bir anı verdim, ne var bunda, alla alla, dedim ama ben de yarılıyorum gülmekten…

Gelelim ikinci benzetmeye:

Daha dün akşamüstü. Yine aynı arkadaşla otoparka gidiyoruz. Arabasını oraya bırakmış, oradan arabayı alacağız, o beni eve bırakacak. Sohbet ede ede içeri girdik. Otoparkçı yerinden kalktı, anahtarı almaya gitti. Geldi, tam anahtarı arkadaşa verirken gözleri bana dikti:

—Vay hocam!

“Bismillah” dedim içimden. Adamı tanımıyorum.

—Buyurun, dedim her zamanki repliğimle.

Müsaade etsem adam fena buyuracakmış gibi bakıyor gözlerime. Adamı daha önce hiç görmemişim, hani estetik olmamışsa, genelde simaları asla unutmam. Fakat bu adam zerrece tanıdık gelmiyor. Öte yandan adam duracak gibi değil!

—Hocam ya! Sizi burada görmek ne tesadüf! Gelir miydiniz siz buralara?

—Ya, af edersiniz sanırım birine benzettiniz beni.

—Yok ya, ben asla benzetmem! (Süzme! Şu özgüvene bakar mısınız! ‘Asla benzetmezmiş’!) Sizsiniz işte! Nasıl unutursunuz?! Hani siz saz çalıyordunuz, hep birlikte eğleniyorduk, demez mi?

“Fesüphanallah yahu, çattık belaya” diye düşünüyorum. (Bir yandan da, benzetildiğim hatunu hayal ediyorum. Ne fettan, ne can yakan bir avratmış ki; adamın gözlerinde ateş dansı kıvılcımları uçuşuyor!)

Ben “yanılıyorsunuz” dedikçe adam; tam tersine benim yanıldığıma dair, beni iknaya çalışıyor. Sanki hafıza kaybına uğramışım da, bana eski günleri anımsatmaya çalışan bir yakınım gibi.

—Ne günlerdi hocam ya! Sizin bir ekibiniz de vardı, uf hocam uf! (Benzetildiğim hatuna bakın hele. Ekibiyle dolaşan bir tip, artık nasıl bir sazende, nasıl bir musikişinassa, of yavrum of, durumları.)

—Durun durun, fena halde yanılıyorsunuz, eğitim dışındaki hiçbir alanda ekibim olmadı benim. Hele müzik ekibi, ı ıh! Siz beni birine benzetiyorsunuz, diyorum.

O esnada koluma girmiş olan cadı arkadaşım, kulağıma eğilip; sadece benim duyabileceğim fısıltıyla;

—Sıkıyorsa, buna da Angelina Jolie esprisini yapsana, demez mi?

İki taraftan saldırıya uğruyorum. Bir yanda, beni kim bilir kime benzeten bir adam, beri yanda durumdan eğlenen arkadaşım.

İşte tam o esnada, adamı haklı çıkarmaya karar verdim. Şöyle parmaklarımı alnıma koyup, ovuşturur gibi yaptıktan sonra, bir parmak şıklatmasıyla;

—Tabii ya! Hay Allah! Nasıl unuturum o dönemi! Dedim. Adamın gözlerindeki ateş dansı yangınlara dönüştü. Sevinçten uçacak;

—Elbette hocam ya! Unutulası günler miydi Allah aşkına, derken, ben şu benzediğim ateşli hatunu daha çok merak ediyorum. Nasıl bir iz bıraktıysa artık!

Eh, sohbeti devam ettirmek lazım elbette. Şimdi öyle bir isim bulmalı ve onu sormalıyım ki; adam o ismi anımsayamadığı için kendisi madara olsun. Tabii ki, “dur biraz düşüneyim” diyebileceğim kadar zamanım olmadığından, aklıma gelen ilk ismi soruveriyorum:

—Sahi, Selami nerelerde?

İçimden de, 'nasılsa bu isimde biri yokmuştur, şimdi sen hönk ol da göreyim Allahın safı', diye geçiriyorum.

Bendeki şansa bakın!

—Ouu! Hatırlıyorsunuz demek Selami’yi. O, şimdi Bakırlı tarafında kendi dükkanını açtı. Gayet de iyi, dediği sıra, hapı yuttuğumu düşünmeye başlıyorum.

Allah kahretsin ki; Selami diye biri varmış ve bu saatten sonra “ben şaka yaptım, aslında hiç birinizi tanımıyorum” filan demeye kalksam, adam kesin tepinecek! E, böylesi bir durumda ne yapılır, el mecbur oyuna devam edilir.

—Demek sen de burayı işletiyorsun, öyle mi? Diyerek konuyu kendisine ve oradan bizim çıkışa getirmeyi planlıyorum.

—Evet hocam, ben de buradayım işte, diyor ve devam ediyor; peki siz hocam? Nerelerdesiniz? Çalıp söylediğiniz bir yer var mı? Hani gelmek isteriz bir akşam.

—Yok, hayır, hiçbir yerde çalıp söylemiyorum artık. Sadece geleceğin virtüözlerini yetiştirmeye adadım kendimi. (Ne virtüözü yetiştiriyorsam artık? Tövbe estağfurullah! İnsanın aklına bin bir türlü çalgı aleti geliyor, sanki şeytanın ikametgâh adresi ruhum!) Seni gördüğüme sevindim, haydi hoşça kal, deyip; kurtulmaya niyetlenip; arabaya yöneliyorum.

Mümkün mü bıraksın? (Len bu hatun nasıl bir hatunmuş böyle?)

—Hocam bir çayımı kahvemi içmeden hayatta bırakmam!

O kadar da değil artık. İş zıvanadan çıktı çıkacak. Bırak zıvanayı ben hepten telleri kırma noktasına geliyorum.

Saatime bakıp;

—Çok isterdim ama yetişmem gereken bir dersim var. Fakat en kısa zamanda çayını içmeye gelirim, dedim.

Lanet olsun, azıcık eğleneyim diye hatırlamış numarası yaptım, ama sıkıntı bastı.

Hâsılı apar topar çıktık otoparktan. Bir daha o civarlara uğrarsam ne olayım?! Ne olacak virtüöz yetiştiricisi vakti zamanın çalan söyleyen meşreplerinden biri olacağım.

“Benzemez kimse sana” desin biri yahu(!)

...

 
Toplam blog
: 135
: 3170
Kayıt tarihi
: 23.07.08
 
 

Eğitim sürecinin bazı bölümleri Almanya ve İngiltere'de olmak üzere en son PAÜ'den eğitim uzmanlı..