Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Temmuz '13

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Sokak terapisi

Sokak terapisi
 

Haziran ayının zihnimizde bıraktığı berrak izler yerini puslu bir geleceğin endişesine bırakırken kısaca “bunlaaarrrr” diye tabir edilen bir kısım yurdum insanı bir aylık terapiyi geride bırakmanın zihin bulanıklığıyla kendini her geçen gün yeniden keşfediyor. Terapi malum zor bir süreç; insanın içini başka bir insana açması, başka bir insana içini açtıkça içindeki yabancı ile tanışması, içindeki yabancı ile tanıştıkça kendisine yakınlaşması... Dile kolay, ama pratikte zor süreçler. Otoriter bir babanın özgürlük aşığı çocukları olan bizler yaralı ruhlarımızın tedavisi için yıllardır gitmeye tembellik ettiğimiz, korktuğumuz, belki de kendimize yediremediğimiz için gidemediğimiz terapi seansına Mayıs ayının son akşamı, ancak tek yumurta ikizlerinde rastlanabilecek türden telepatik ve spontane bir senkronizasyon dahilinde, koşar adım gider bulduk kendimizi. Yıllarca korktuğumuz, kapalı kapılar ardında, dikenli teller arkasında duran; uzaktan, mesafeli bir şekilde başımızı okşayan ama hiçbir zaman bize sevgiyle sarılmamış ceberrut babamız ile yüzyüze gelmek, yıllardır içimizde tuttuğumuz sözleri yüzüne karşı söylemek için çıktık yola. Onu gerçekten tanımak, ve gerçek bizi ona tanıtmak için. Birer birey olduğumuzu, bizi sadece millet ya da halk olduğumuzda sevmemesi gerektiğini ona anlatmak için. Onun bizi değil, bizim onu yarattığımızı ona hatırlatmak için. Onu, kendimizi ve birbirimizi affetmek istediğimizi haykırmak için sokaklardaydık.

İnsan ailesini seçemiyor. Yapılmış seçimlerin sonucunu yaşamak zorunda kalır çekirdek ailelerin tohumları. Biz yıllarca yanlış bir seçimin sonucu gibi hırpalanarak, horlanarak büyümek zorunda kaldık. Koruyucu babamızın kaba kuvveti karşısında bedenlerimizden çok ruhlarımız yara aldı. Annemizi hiç tanımadık. Adalet saraylarının önünde bir kadın figürünün annemiz olabileceğinden şüphelendik hep. Babamızın hoyratlığı karşısında taş kesilmiş ve gözlerini kapatmıştı o da. Bir elinde terazisi, bir elinde kılıcıyla erkek egemen bir dünyada dengede ve hayatta kalmaya çalışmaktan biz çocuklarına ayıracak vakti olmamıştı hiç. Bir anne şefkatinden yoksun büyüdük yıllarca. Biz hep oyuna getirilen, dış mihraklar tarafından yönlendirilen, sokma akıllı, kendi iradesiyle bir seçim yapabileceği öngörülemeyen, yanlış şeylere inanan, uygunsuz seçimleri olan, saygısız çocuklardık. Kendi evimizde bir kiracı tedirginliğiyle yaşadık yıllarca. Biz o akşam bedenimiz, hayatımız ve seçimlerimiz bize aittir, özel hayatlarımızdan elini çek demek için oradaydık, ve açlığını çektiğimiz anne şefkatini doğada aramak için. En çocuk halimizle bir parka doluştuk. Ağzımızda maske, gözümüzde deniz gözlüğü...

Kimlik sorunlu büyümüştük. İkiye ayrılıyorduk senin gözünde. Biz asker doğanlardık, diğerleri terörist doğanlar. Biz o akşam asker ya da terörist doğmayan insanlar tanıdık. Yazılı ve görsel medya tarafından uzun yıllardır sistemli bir şekilde beynimize işlenen şüphelerimizden bir gecede arınmamız mümkün olmasa da, yıllarca bir evladını terörist diye dışlayan babamızın, diğer evladı kendisine karşı geldiğinde onu da terörist yerine koymakta bir an bile tereddüt etmediğini görünce, aklımızın bir köşesine soru işaretleri iliştirmeye başladık. Televizyonlarımızın karşısına geçtiğimizde parlak bir ekranın karşısında olduğumuzda anlatılanlarla, ekranın içinde olduğumuzda anlatılanlar arasındaki farkı anladık. Herkes farklı ve herkes eşitti o akşam. Mustafa Kemal’in askeriyiz diyenlerle biz kimsenin askeri değiliz diyenler yanyana yürüdü, dönme-yiz diyen LGBT’lilerle homofobiden muzdarip muhafazakarlar birlikte barikat kurdu, daha birkaç ay önce birbirine küfürler eden Beşiktaş, Fener ve Galatasaray taraftarları; dünya yansa bir araya gelmeyiz diyen Karşıyakalılar ile Göztepeliler omuz omuza slogan attı, inançlara saygısı olmadığını bellettiğin solcular namaz kılan insanların etrafında nöbet tuttu. Gündüz açık hava kütüphanesinde, akşam piyano resitalindeydik. Sen ezbere demeçler verirken, biz ezberlerimizi bozduk. Sen hepimize düşman olurken bizler birbirimizin yaşlı gözlerine limon sıka sıka, barışmaya başladık.

Hepimiz oradaydık baba. Solcusu, sağcısı, muhafazakarı, müslümanı, hristiyanı, yahudisi, ateisti, deisti, alevisi, sünnisi, fenerlisi, beşiktaşlısı, aşırısı, ılımlısı, gay’i, lezbiyeni, transeksüeli, homofobiği. Yıllardır isim takarak birbirine düşürmeye çalıştığın tüm çocukların. Hepimiz oradaydık. Sen ne kadar fazla parçaya bölmeye çalışsanda insanların sadece iyi ve kötü insanlar olarak ikiye ayrıldığını gördük gaz bombalarından kaçarken ara sokaklarda. Hem kendi içimizde, hem de birbirimizin içinde yıllardır sadece siyah ve beyaz renklere mahkum kalmış katı değerlerimizin arasındaki gökkuşağını keşfettik birbirimizin yaralarını sararken. Her rengin kendine özgülüğünün yaydığı mucizevi yaşam enerjisinin tadına vardık. Başka bir hayatın, daha güzel bir hayatın varolabileceğini gördük. Gerçek devrimin birbirimizi değiştirmeye çalışarak değil, değişime kendimizden başlayarak mümkün olabileceğini anladık. Önce kendimizle barıştık biz. Sonra da birbirimizle.

Bu bir süreç. Bir ayda olup bitecek kadar sığ bir süreç de değil. Yıllar alacak. Bu daha başlangıç. Barışa barışa yaşamaya değer kılacağız bu hayatı. Barışa barışa kazanacağız birbirimizi. Birbirimizle barışa barışa devletten ebeveynlik beklememeyi, kendine ebeveynlik rolü biçen yöneticiler karşısında boyun eğmemeyi öğreneceğiz. Kendimizle barışa barışa yarattığımız sistemlerin kölesi olmamayı öğrenecek, samimiyetin temelinde eşitliğin yattığını göreceğiz. Uzun lafın kısası, bu terapi bize çok iyi geldi baba.  Gerçi sen psikiyatriyi bizden öğrenecek değilsindir ama senin kadar olmasa da psikiyatri’den az çok anlayan Engin Geçtan’ın bir lafı vardır:  “Terapiye genelde ailenin yanlış bireyleri gelir” der. Haklı olabilir mi, ne dersin?

 
Toplam blog
: 89
: 618
Kayıt tarihi
: 16.12.06
 
 

İlk kitabımı, 'Pal Sokağı Çocukları'nı okuduğumdan beri yazıyorum. Yazmak beni o çocuklar gibi öz..