Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Şubat '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Sokaklarda insanlar, insanlarda yaşamlar vardı...

Sokaklarda insanlar, insanlarda yaşamlar vardı...
 

İnsanın bir günü, başlı başına bir hayat aslında. Bir günde doğup, yaşayıp, yaşlanıp ölebiliyoruz. Bakın size kısa bir hayat anlatacağım.

Bugün dersanenin balkonunda hayata dair kafamı kurcaladımve buldum ki, çok kurcalayınca uyku yapıyormuş... (Sonra derste uyudum da o yüzden.) Ama yine de insanlar sizin baktığınızı bilmiyorken onlara tepeden bakmak güzelmiş. Hayır küçük görmek kabilinden değil. Sadece tepeden bakarken daha geniş bir bakış açısına sahip oluyorsunuz ve kendinizi hayatın normal akışından soyutlayarak daha nesnel bakabiliyorsunuz olaylara.

Karşı balkonun kenarında ahenkle ve büyük bir istekle dönen rüzgar gülü koca sokakta çok küçük bir ayrıntıydı belki, ama kimbilir belki bir çocuğun saatlerce harcadığı emeği, belki zor kazanan bir ailenin çocuklarını sevindirmek için yaptıkları bir fedakarlıktı. Harap bir evdi ya biraz, eski gibi hani, oradan aklıma geldi. Evin eskiliği ve uzun süredir boyanmamışlığı daha anlamlı kılıyordu o rüzgar gülünü. İçten bir gülümsemenin satın alınamayacağını ispatlıyordu. O rüzgar gülünün sahibine çok teşekkür ederim. Beni gülümsettiği için...

Hayvanlar aslında çok zeki de bize mi çaktırmıyorlar, yoksa biz insanlar çok aptalız da, kendimizi "Bizde akıl var hayvanlarda yok." diye avutuyoruz? Şimdiye kadar gördüğüm aklı başında köpek sayısı, aklı başında insan sayısından daha fazla da... Sokak köpeklerini hep sevmişimdir zaten. O mamayla beslenen ev köpeklerine benzemezler. İki tas yemek için sahibinin elinde oyuncak olan ev köpeklerine acıyan gözlerle, biraz da tiksinerek bakarım. Bana çıkarcı ve hain insanları hatırlatırlar. (Köpekler sadıktır ama değil mi? Haksızlık mı ettim yoksa.) Tamam en iyi dostlarımız olabilirler ama ne bileyim, sokak köpekleri biraz daha özgür, biraz daha mağrur gelir bana. Feleğin çemberinden geçmiş gibi...

Neyse, bugün gördüğüm sokak köpeği tam bir serseriydi. Ama lanet serserilerden değil. Gelin serseri demeyelim de avare diyelim ona. Zararsızdı çünkü. Önce onun bunun peşinde dolandı bir süre. El ele yürüyen bir çiftin arkasına takıldı, adamın kovması üzerine vazgeçti. Yaşlı bir amcanın arkasına takıldı, ama ilgi göremediği için bıraktı. Birkaç kişinin daha arkasına takıldı, hatta duran insanlara yılışmaya çalıştı ama kimse onunla ilgilenmiyordu. Zavallı köpek belki de yalnızca biraz şefkat, birkaç güzel sözdü istediği. Biraz başı okşansa mutlu olacaktı belki. Ama kimseden umduğunu bulamadı. Neden sonra, (bunu lafı hiç sevmemişimdir ama romancılar hep kullanıyor.) orada jilet, el feneri gibi envai çeşit ıvır zıvır satmakta olan seyyar satıcının yanına geldi. Başı önde, biraz da ezik gibiydi. Her zamanki sokak köpeği işte. Adamın yanında duran, zannedersem oraya satılmak üzere konmuş naylon ip yumağını kokladı biraz. Seyyar satıcının umrumda bile değildi köpek. Belli ki seyyar satıcı alışmıştı ona. Sonra köpek yumağı dişinin ucuyla tutup sürüklemeye başlayınca satıcı olaya uyandı. Ama hınzır köpek öyle bir çekiyor ki, bir gözü satıcıda, bir gözü yumakta, yavaş yavaş geriye yürüyor. Satıcı köpeği epey bir kovaladı. Kovaladı dediğim arkasından koşmadı, sözle taciz ve hakarette bulundu yalnızca. Ama kaşarlanmış olan köpek buna pek aldırmıyordu. Mahallenin tilki gençleri gibi adama yaltaklanıyordu hala. O köpeğe de teşekkür ederim, bana bir insan manzarası çizdiği için.

Kel bir adam geçti aşağıdan. Ama yürüyüşü falan fiyakalı. Zannımca bir üst düzey yönetici, ya da doktor gibi biri. Koltuğunun altında da küçük bir çanta vardı. Belki de mali müşavirdir. Ama o adamın hızlı ve kendinden emin yürüyüşüyle, arkasından yürüyen ve büyük ihtimalle dedikodu yapan kızların kikirdemeleri, bir de yolun karşısından gelmekte olan gencin eğik ve hafif ezik yürüyüşü tezat, hatta tezatlar oluşturuyordu. O insanlar aynı yolu kullanıyor, aynı havayı soluyor, birbirlerini görüyorlardı, ama birbirlerinden haberleri bile yoktu. Kalabalık içinde yalnızlık, böyle bir şey mi? Belki... Hepsine teşekkür ediyorum.

Balkonda hep yalnız oturmadım elbette, içeride sıkılan, balkona çıkıyordu. Sınıf ahalisinin biri girdi, biri çıktı. Ama ben hep balkondaydım. Hancı, yolcu misali... Çoğu üzgün, sıkkın olduğumu sandı. Hatta hemen hepsi elini omzuma koyup "Erkut iyi misin? Üzgün müsün?" diye sordu. Hayır üzgün değildim, sadece boş gözlerle sokağı izliyordum. Onlar belki de canımın sıkkın olduğunu ve onlara söylemek istemediğimi, belki de ÖSS'ye çalışmak yerine boşa zaman geçirdiğimi düşündüler. Hayır! Ben hayata hazırlanıyordum, aynı zamanda ÖSS'ye de hazırlanıyordum. Beynimi normalden daha yoğun kullanabilmek için önce bir normalimin olması gerek değil mi? Ama yine de dostlar arasında olduğumu hissetmek güzeldi. Hepsine teşekkür ederim.

Balkondan güneşin batışını izlemek keyifliydi. Rüzgar da azalmış, rüzgar gülü durmuştu. Ama yarım saat önce bir bulutun arkasına girmiş olan güneş artık ısıtmıyordu ve ben şapkamı kafama geçirip, izlemeye devam ettim. Bey Camii'nin arkasından batıyordu güneş. Minareye dokundu önce, bu sıcak dokunuştan ürken minare bir ezan patlatıverdi. Belli ki alışık değildi böyle şeylere. Ama sokak güzeldi hala, insanlarla doluydu çünkü. Biliyor musunuz boş sokakta yürümenin ne kadar can sıkıcı olduğunu? Sokağı sokak yapan içindeki insanlardır aslında. Ölü bir sokak, sokak olmuş, cadde olmuş ne fark eder? İnsan olmadan değerli olacak kaç şey var çevremizde?

Belki güneşin dokunuşundan ürkmüştü minare, ama o da alışmıştı güneşe belli ki, nitekim son kırmızılık batıda kaybolurken, minare de güneşin ardından son melodileri döküyordu... Ardından ağlıyordu belki kim bilir. Minareye, güneşe ve gözlerimde bir görüntü olmuş herkese teşekkür ederim, bir günümü oluşturdukları için...

 
Toplam blog
: 12
: 3326
Kayıt tarihi
: 21.02.07
 
 

Dünyanın bir yerinde, sizi tanıyan, takip eden, belki de sizinle aynı duyguları taşıyan insanların o..