Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Kasım '08

 
Kategori
Siyaset
 

Sol çıkışını arıyor mu? (8)

Zülfü Livaneli… Keşke sanatçı olarak kalsaydı. Siyasette, sanatta olduğu kadar başarılı ve tutarlı değil… Hatta hiç değil… Kemal Derviş gibi, Derya Sazak gibi, Hurşit Güneş gibi, Ertuğrul Günay gibi, Haluk Özdalga vb gibi; sola ve sosyal demokrasiye en çok zarar verenlerden biri… Hâlâ sosyalist geçmişi nedeniyle saygı duyanlar çok… Bense asla saygı duymuyorum.

İnsanın düşünceleri değişebilir elbet. Ama bu değişimi; kitlelerin karşısına çıkar, yiğitçe açıklar. CHP; Zülfü Livaneli bu partiye girip milletvekili olmadan önce de aynıydı. Parti içi demokrasi anlayışı, lider kadrosu, sol siyasetteki yeri hep aynıydı. O zaman da eleştirilecek çok şeyi vardı, şimdi olduğu gibi. Zülfü Livaneli; bu durumdaki CHP’de milletvekili olmayı kabul etti. Emekliliği de elde etti. Şimdi ise siyaset yazılarının çoğunu CHP’yi kötülemeye ayırıyor. Eleştiri değil, kötüleme… Sanırım kızgınlığı, Genel Başkan olamayışından kaynaklanıyor. Ya da bilinmeyen niyetlerinden… Bence ikincisi daha güçlü bir olasılık…

Madem iyi niyetli… Madem umudu kesmiş… Bırak o zaman ne hâlleri varsa görsünler. Çekil siyasetten, sanatına sarıl. Yooo… Öyle bir şey yapmaz. Karıştırması gerekir ortalığı… Çünkü amaç başka!

CHP listesinden meclise girmiş; gitmiş süreğen (müzmin) sol düşmanı Taha Akyol’un TV programında CHP’yi kötülüyor. AKP’nin; Kıbrıs, Irak ve AB konusundaki dış siyasetinin CHP’den iyi olduğunu anıştırıyor (ima). “AKP’nin değişimi savunduğunu, CHP’nin tutucu olduğunu” söylüyor. Sosyal demokrasi konusunda, Taha Akyol’la aynı çizgide bir görüntü veriyor.

Sol hakkındaki son yazılarını okumak; Sayın Livaneli’nin nereye varmak istediğini anlamaya yeter. O, siyasetten umudunu kesmiş değil… O, sol siyaseti bitirmeye yeminlilerden biri olmuştur. Bunda başarılı olmanın en uygun yolu da, bu işi, solcu görünerek yapmaktır. CHP’deyken yapıcı davranarak, solun birleşmesini sağlama olasılığı varken; bilinçli olarak CHP’yi içten yıpratma yolunu seçmiştir. “Liberal sosyal demokrat” lafazanlığı yapanlarla birlikte, solun altını oyma ve parçalama eylemlerine girmiştir.

Şimdi de, Atatürk’ün solcu, Atatürkçülüğün solculuk olmadığını kanıtlayarak; aklınca, solcuların elindeki son kozu da almaya çalışmaktadır. Gerçi Atatürk’ü faşistlikle suçlayan solcular da var bu ülkede. Ama onlar yeteri kadar etkili değil.. Zülfü Livaneli’nin ünü, bu konuda daha inandırıcı olur. Kendisi de bunun bilincinde. Livaneli bunu açıktan söylemiyor. Ne yapıyor? Maddelerle görelim:

A- Önce, “Atatürk solcu değildir” diyor. Kanıt olarak da, Atatürk’ün söylediklerini gösteriyor. Bakalım bu sözlere birlikte:

“Bu milletin siyasi partilerden çok canı yanmıştır. Şunu arz edeyim ki, başka memleketlerde partiler, ekonomik amaçlar üzerine kurulmuş ve kurulmaktadır. Çünkü o memleketlerde çeşitli sınıflar vardır. Bir sınıfın çıkarını korumak için oluşan siyasi partiye karşı, başka bir sınıfın çıkarını korumak amacıyla bir parti kurulur. Bu, pek doğaldır. Güya bizim memleketimizde ayrı ayrı sınıflar varmış gibi kurulan partiler yüzünden tanık olduğumuz sonuçlar bilinmektedir. Oysa Halk Partisi dediğimiz zaman bunun içine bir kısım değil, bütün millet dâhildir.”

Atatürk bu söylevinde; ülkemizin ekonomik durumunun belirlediği sosyal yapısının analizini yapıyor. Bizim ülkemizde burjuvazi sınıfının ve işçi sınıfının olmadığını söylüyor. Bu yüzden sınıf partilerinin kurulmasının anlamsızlığını açıklıyor. Sınıfların oluştuğu ülkelerde, sınıf partilerinin kurulmasını da doğal görüyor. Bu söylemden Atatürk’ün solcu olmadığı sonucu çıkarılamaz. Ama Sayın Livaneli çıkarmak istiyor nedense!

Atatürk’ün 7 Kasım 1923 yılındaki sözlerini örnek veriyor sonra. Görelim:

“Biliyorsunuz ki ülkemiz çiftçi ülkesidir. O halde milletimizin büyük bir çoğunluğu çiftçi veya çobandır. Bu böyle olunca, ona karşı büyük toprak ve çiftlik sahiplerinin varlığı akla gelebilir. Bizde kaç kişi büyük toprağa sahiptir? İncelenirse görülür ki ülkemizin büyüklüğüne oranla hiç kimse büyük toprak sahibi değildir. Dolayısıyla bu arazi sahipleri de korunacak insanlardır.

Sonra zanaat sahipleriyle, kasabalarda ticaret yapan küçük tüccar gelir. Elbette bunların da çıkarlarını, şimdiki ve gelecekteki durumlarını korumak zorundayız...
Kaç milyonerimiz var? Hiç. Dolayısıyla biraz parası olanlara düşman olacak değiliz. Tam tersine, ülkemizde birçok milyonerin hatta milyarderin yetişmesine çalışacağız.

Bugün ülkemizde fabrika, imalathane gibi kurumlar çok sınırlıdır. İşçilerimizin sayısı yirmi bini geçmez. Oysa ülkeyi kalkındırmak için çok fabrikalara muhtacız. Dolayısıyla tarlada çalışan çiftçilerden farkı olmayan işçileri de korumak ve yardım etmek gerekir.

Bundan sonra aydınlar ve bilim adamları denilen kişiler gelir...

İşte ben milletimizi böyle görüyorum.

Dolayısıyla çeşitli meslek mensuplarının çıkarları birbiriyle bağlantılı olduğundan, onları sınıflara ayırmak olanağı yoktur ve tamamı halktan ibarettir.”

Atatürk’ün bu sözlerinden sonra, Livaneli’nin yaptığı yoruma bakalım:

“Şimdi kararı size bırakıyorum: Atatürk o dönemdeki sosyalist ülkeler gibi işçi sınıfı öncülüğüne dayanan bir düzen kurup mülkiyeti ve üretim araçlarını devlet kontrolüne mi almak istemişti yoksa özel sektörün güçlenerek para kazanacağı ve devletten yardım göreceği bir karma ekonomik model mi kurmuştu?

Atatürk gibi bir büyük dahiyi anlamak için onu daha çok okuyalım. Kulaktan dolma sözlerle bir kanıya varmayalım.”

Cumhuriyet’in ilânından dokuz gün sonra yapılan konuşmanın değerlendirmesini bu biçimde yapmak, hiçbir aydına yakışmaz. Solcu bir aydına hiç yakışmaz. Yeni doğmuş bir cumhuriyeti, tüm halka benimsetmek için yapılan birleştirici bir konuşma bu. Üstelik cumhuriyet düşmanları fırsat kolluyorlar. Büyük toprak sahiplerine bile ılımlı yaklaşmasının nedeni, kuvözdeki cumhuriyeti koruyup kollamaktır. Daha sonraki toprak reformu çabaları, bunun kanıtıdır.

Atatürk bunları söylerken, ülkede sanayi “yok” denecek düzeyde. Sanayi olmayınca, doğal olarak işçi sınıfı da öyle. Yeni savaştan çıkmış, yoksul bir feodal toplum… Halkının %95’i okuma yazma bilmiyor. Böyle bir ülkede sosyalist düzenin kurulamayacağını bilir Sayın Livaneli. İşçi sınıfı olmayan bir ülkede, işçi sınıfının erki olan sosyalist düzen… Olmayacak bir şey… Atatürk, o dönemde yapılması gerekenin en iyisin yapmıştır. Sanayinin gelişmesi, ülke ekonomisinin büyümesi için karma ekonomi modelini yerleştirmiştir. O dönemde, Avrupa’daki sosyal demokrat iktidarlar da aynı şeyi yapıyordu. 1930’lu yıllarda İskandinav ülkelerinde sosyal demokratlar iktidardaydı. Onlarda da özel sektörün yanında, devlet sektörü vardı.

Atatürk İlkeleri incelenirse, Atatürkçülüğün, sosyal demokrasiyle ne denli uyumlu olduğu görülür. Cumhuriyetçilik, lâiklik ve milliyetçilik ilkeleri, liberalizmden esinlenerek alınmıştır. Devletçilik, Halkçılık ve devrimcilik ilkeleri ise sosyalizmden… Sosyal demokrasi de, liberalizmle sosyalizmin bir sentezi değil midir? Merhum siyaset bilimci Ahmet Taner Kışlalı da aynı düşüncededir.

Asıl, Atatürk’ü çok okuyup iyi anlaması gereken Sayın Livaneli’dir bence.

B- Atatürk’ün solcu olmadığını kanıtlamaya çalışan Livaneli, solcuların ulusalcı olamayacağını savunuyor. Atatürk İlkelerinde ulusalcılığın varlığı bilinen bir gerçek. Ne çıkarmalı buradan? “Atatürk solcu değildir!”…

Oysa Atatürk’ün ulusalcılığı, ırkçılığa, Lenin’in ulusalcılığından daha uzaktır. Solcuların çok kızacağını biliyorum ama bu bir gerçektir. Atatürk ulusu tanımlarken; ırkı değil, yurdu temel almıştır. Yurt sınırları içerisinde yaşayan ve o yurda, yurttaşlık bağıyla bağlı olan insanların tümünü “ulus” kavramının içerisine almıştır. Leninizm’deki “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı” ırkçılık değilse; Atatürk’ün tanımladığı ulusalcılık, hiç değildir. Böyle bir ulusalcılık, solculukla çelişmez. Demem o ki; Atatürk’ün ulusalcılık anlayışını, genel anlamdaki ulusalcılıktan ayırmak gerekir.

C- Ulusalcılığın nasyonalizm olduğunu da savunan Livaneli’nin savları birleştirilirse nasıl bir sonuca varılır? Bakalım: “a- Atatürk solcu değildir. b- Solcular ulusalcı olamaz. c- Ulusalcılık nasyonalizmdir.” Sonuç: Atatürk de ulusalcı olduğuna göre; solcu da olmadığına göre nasyonalisttir!

Açık anlatımı böyle değil elbet. Ama Livaneli’nin köşe yazılarındaki ve söyleşideki savları birleştirilince, böyle bir sonuç çıkıyor. Bu da en basit anlatımla saçmalıktır. Eğer amaç bu değilse; Atatürk’ün ulusalcılık anlayışını ayrı tuttuğunu belirtmesi gerekirdi.

Atatürk, Nazım Hikmet’in, Yaşar Kemal’in ya da ordunun tanımlamasına göre, kılıktan kılığa sokulacak biri değildir. Atatürk; tüm gerçekliği ile, dünya tarihine damgasını vurmuş bir liderdir. Şunu da unutmamak gerekir ki; halkçılığı, devletçiliği ve devrimciliği yüreğinde birleştiren herkes solcudur. Hatta tek başına “halkçılık” bile solculuktur. Solculuğu, bir ideolojinin sınırlarına sığdırmaya çalışmak haksızlıktır. Koşullar yenilendikçe, ideolojiler eskir. Her zaman halkın yanında olan, paylaşımcı, özgürlükçü ve devrimci solculuk; yeni koşullarda, uygun çözümlemelerle ve ürettiği yeni çarelerle sonsuza kadar yaşar.

Bir konuda Sayın Livaneli’ye katılıyorum. Artık ulusalcılığın yerine yurtseverliği koymanın daha birleştirici olduğu kavranmalıdır. Türkiye tablosundaki renkleri birleştirmenin tek yolu budur. Yurtseverlik çatısı altında toplanmak… Ancak bu süreci çok özenle ve akıllıca yönetmek gerekir. Öncelikle halk, ruhbilimsel (psikolojik) olarak hazırlanmalı bu sürece. Bunun için güçlü bir sol iktidara gereksinim vardır.

Livaneli; söyleşinin sonunda, CHP’yi silip atıyor. Yeni bir sol partinin de “aynı hastalık” nedeniyle başarılı olmasının zorluğunu benimsiyor. Böylesi bir umutsuzluğu topluma yaymanın nasıl bir yararı olduğunu bilemiyorum. Belki de Livaneli açısından bir yararı vardır!

Not: Dokuzuncu bölümde, Sayın Eşber Yağmurdereli’nin önerilerini değerlendireceğim.

 
Toplam blog
: 71
: 774
Kayıt tarihi
: 01.03.07
 
 

Emekli Öğretmenim. Anadolu Üniversitesi, AÖF, Eğitim Önlisans Programı mezunuyum. İlgi Alanım: Si..