Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Mayıs '07

 
Kategori
Siyaset
 

Sol dörtlemesi III - Türkiye'de sol siyasetin ikilemleri

Sol dörtlemesi III - Türkiye'de sol siyasetin ikilemleri
 

Aslen dün yayınladığım ve sol siyasetin ikilemleri konulu yazımda yer alabilecek, daha fazla sayıda ikilem mevcuttur. Bunlar arasında üretim/paylaşım ikilemi, finans piyasasası/üretim ekonomisi ikilemi gibi ekonomi temelleri ikilemlerde mevcut ama belki de, üzerinde çok fikir üretemeyeceğim konulara çok girmek istemedim.

Gelelim ülkemizdeki sol siyasetin ikilemlerine;

20. yüzyılın son çeyreğinden, 21. yüzyılın ilk döneminde yer alan günümüze kadar yaşadığımız süreçte, sol siyaset, neoliberal dalganın da katkısı ile oluşan söz konusu ikilemlere karşı kendi ilkelerinden taraf olabileceği çözümleri henüz üretemedi. Ve özellikle gelişmekte olan ülkelerin bir çoğunda muhafazakar ve milliyetçi bir pozisyon almak durumunda kaldılar.

Bu küresel sol siyaset krizi, tüm ekonomik krizlerde olduğu gibi en derin yarayı ülkemizde açtı. Zaten sol siyaset felsefesi derin olmayan, bu siyaseti üretebilecek dinamiklere sahip olmayan ülkemde, solu adı olan ama kendi olmayan bir kavrama dönüştürdü.

Siyasi fikriyatlar elbette ki birbirleri ile tıpatıp uyan siyasetler sergileyemezler farklı ülkelerde. Siyasi aktörlerin geçmişleri, siyaset dinamikleri, siyaset kültürleri, gelişmişlik düzeyleri siyasetlerin duruş ve hareket noktalarını belirler.

Bu noktada Türkiye’nin de kendine has bir siyaset zemini olduğunu kabul edebiliriz ve her siyasetin de kendine ait bir tarzı elbet olacaktır. Ancak bu tarzın kendine ait bir özgünlüğün olabilmesi mümkünken, sahip olduğu siyasal kimliğin ilkelerinden, bu ilkeleri yadsıyacak kadar sapması ise siyasal kimliğin varlığını tartışmalı kılar.

Türkiye’de sol siyasetin isimlendirmesi, ilk olarak 1961 yılında Türkiye İşçi Partisinin kurulması ve ardından bu siyasetin gelişme dinamiklerinin ortaya çıkması ile 1965 yılında İsmet İnönü’nün CHP’nin siyasi yelpazedeki yerinin “ortanın solu” olarak tanımlaması ile başlamıştır.

Ancak isimlendirmenin bu tarihlerde yapılmış olması, bizleri solun köklerini bu tarihlerde başladığı hatasına götürmez. CHP’nin Cumhuriyeti kuran parti olması ve Devlet=CHP formülasyonu yaklaşık 20 sene devam etmesi, Türkiye’de siyasi yelpazenin ayrışmasına uzun süre olanak tanımadı.

Ancak, sol siyaset varlığını ortaya koyduğu andan itibaren, Cumhuriyetin kurulum felsefesini, CHP’yi ve Kemalizm’i sol siyasetin kapsamı içerisinde değerlendirdi. Bunda elbette birçok haklı noktada vardı.

Çünkü Cumhuriyetin kendisi, yerini aldığı mutlakıyetçi ve teokratik idari rejimin yerine halkın kendi kendine yönetimini esas alan bir sistem önerdi ve kökenini inançtan ve törelerden alan hukuk sistemi yerine modern hukuku, feodal toplum düzeni yerine medeni sistemi getirmeye çalıştı.

Bu nitelikleri ile ne kadar jakoben bir özellik taşısa da, uygulamaları tüm dünyada yaşanan devrimlerin kendine has uygulamalarından birisi olarak kabul etmek mümkündü. Ne de olsa her devrim, şiddet yoluyla, ani dönüşümlere yol açan kısa döneme sıkışan dayatmalarla yaşanır.

Ancak her doğruyu yarım yaşayan, her adımı biraz eksik olan, her geçmişi biraz yaşanmamış olan, her tamında biraz eksik olan, her oluru biraz olmaz olan ülkemde devrimler de tabansız, dinamiksiz, altyapısız, sermayesiz, birikimsiz, burjuvasız, işçisiz, filozofsuz yaşandığı için, hiçbir şey tam da olması gerektiği gibi olmadı.

Hele ki, bu değişim süreci 1929 gibi dünyanın en büyük ekonomik krizi ile 1939 yılında başlayan İkinci Dünya Savaşının başlaması ile derinleşen Dünya siyaset krizleri içerisinde yaşanınca, iç dinamikle tamamlanamayan süreç dış dinamiklerce de yeterince desteklenmedi.

Ve çok siyasetli döneme girilmesi ile birlikte, Cumhuriyetin tüm kurucu unsurları için, rejimin korunması geliştirilmesinden daha öncelikli bir gündem maddesi olmaya başladı. İşte bu sürecin kendisi ülkemizdeki sol siyasete de rengini verdi. Bir yanda toplumu dönüştürme projesine sahip çıkmak, diğer yanıyla da bu projenin korunması için aksi yöndeki taleplere karşı tutucu bir siyaset sergilemek ve bununda ancak kurucu parti altında yaşanması, sol siyaseti evrensel niteliklerinden kopardı.

Her tutucu harekette olduğu gibi, akarsuyun kenarında tutunmaya çalışan ama gün geçtikçe kökleri açığa çıkan ve toprağından beslenemeyen ve sürekli akıp geçem suya yenik düşen ağaç ile örnekleyebileceğimiz bir sürece yenik düştü sol siyaset.

Bu noktada, esas gelişme olasılığı, Cumhuriyetin kuruluş doktrini olan Kemalizmi, çağdaş sol siyasetle bezemek, onu toplumun yeni gerekleri doğrultusunda yenileştirmekti. Ve belki de bu gelişme, tüm dünya sol siyaseti için orijinal bir örnek oluştururdu, ancak, Cumhuriyetin var ettiği (ve zaten sol bir felsefeye sahip olmayan ve CHP üzerinde etkin olan) bürokratik elit ve devletle göbek bağı olan tefeci ve burjuva kesim bu anlayışın yeşermesine engel oldu.

Tüm bu yenileşemeyen ve gittikçe koruma içgüdüsü ile yarım kalan, çarpıklaşan anlayış, Türkiye’de yanlış bir sol kavramlaşmanın oluşmasına neden oldu. Ve Türk solunda kendine özgü, Cumhuriyet/demokrasi, laiklik/inanç, devlet dini/laiklik, devletçilik/özelleştirme, ulusçuluk/halkçılık, bağımsızlık/dışa açılımcılık vb. ikilemlerin oluşmasına neden oldu.

Türkiye’nin öylesine kendine has koşullara sahip olduğu iddia edilmeye başlandı ki, bu durum güneşin doğudan değil batıdan doğmasıyla, yer çekiminin zayıflamasıyla, sürtünme kuvvetinin azalmasıyla, yazın sonbaharın ardından gelmesiyle ile örneklenebilecek evrensel kuralların reddiyeciliğini geliştirdi.

Uzun dönemdir, kendisini sol olarak tanımlayan insanların kandırılmışlık hissine kapılmalarına yol açan şey, artık bu çarpıklığın değişmeyeceğine inancının yerleşmeye başlamasıdır.

Sol ilkelerle ilişkisi zaten sınırlı olan CHP’nin, her krizde bu sınırlı ilişkileri kuran köprüleri bir kenara atıyor olması, bu ülkenin sorunlarının, halkın kendi kendine yönetimi, özgürlük, eşitlik ve barış politikaları ile çözülebileceğini düşünen insanlarda yeni arayışlara yol açıyor.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..