Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Temmuz '17

 
Kategori
Öykü
 

Son Para...

Son Para...
 

Henüz yirmi yaşıma yeni girmiştim. Hayatta yalnızdım. Ayaklarımın üzerinde durabilmek ve hiç kimseye muhtaç olmamak için, gece gündüz durmaksızın, çalışmam gerekiyordu. Lakin çalıştığım firma dolandırıcı çıktı. Pazarlama yaparken meğer, milleti kandırıyor ve mağdur ediyormuşuz. Bunu öğrendiğimde artık çok geçti. Yüzlerce insanın kandırılmasına sebep olmuştum. Patronun tanıdığı diye Kurtuluş’ta yerin dibinde, bir bodrum altı ev tutmuştum. Rutubetli berbat bir evdi. İyi kötü birkaç eşyam vardı. Yemekleri ekseri dışarıda yerdim. Patron benim üç aylık maaşımı diğerlerinin birer aylık maaşını alarak ortadan kaybolmuştu. Cebimde, azıcık para ile sap gibi ortada kalmak! Herhalde kira ödeyen bir insanın, düşmek istemeyip de düşeceği en zor durumdu.

Rabbim hiç kimseyi işsiz bırakmasın...

 Yine sıfırdan başlamak ve yoluma devam etmek zorundaydım. O dönem, seçim zamanı olduğu için partiler tam gaz çalışıyordu. Ben de iş bulurum ümidi ile gidip üye oldum. Konu dağılmasın, cebimde, üç otobüs bileti alacak kadar, param kalmıştı.  

Sabahları, otobüsle gidip akşamları yürürüm diye düşünmüştüm. Sonrasında, Allah Kerim… Ertesi sabah evden çıkıp, bilet almak için bakkala gittim. Aldığım biletle durağa doğru tam geçiyordum ki, çöpleri karıştıran bir adam gördüm. Uzun saçlı meczup gibi bir adamdı. Tam baktığım sırada, adam çöpten çıkardığı yiyeceği ağzına attı ve yedi. Kaskatı kesilmiştim. O para, zaten benim işimi görmüyordu... Hiç değilse birinin az da olsa karnını doyurabilirdi. Derhal geri döndüm bileti geri verip, kalan paramla, yarım ekmek içine kaşar birde minik meyve sularından almıştım. Hiç unutmam param sadece ona yetmişti. Bakkal görmüş olacak ki ,arkamdan telaşla seslendi, " Abla o deli değmez ona bırak boş ver" sinirlenmiştim, ' Sonuçta bir insan değil mi? Bakkal abi' deyince, öfkeyle içeriye geri girdi. 

 Hiç bir şey olmamış gibi çöpü karıştırmaya devam eden adamın usulca yanına geldim. Benden korkup, hani şu sokaklarda bazı kedileri sevmek için uzandığımızda,  acizce siner kalırlar ya, aynen öyle sinip yere kapandı. Titriyordu. Yüzü gözü, morluklarla doluydu. Konuşamıyordu. Ona, benden korkmaması gerektiğini, ekmeği yavaşça yere serdiği muşambanın üzerine bırakacağımı söyledim. Birden gözlerime baktı. Bakarken, ekmeği çevik bir hamle ile alarak,  aslan gibi büyükçe bir ısırık aldı. O an çok duygulandım. Arkamı dönüp tam giderken, tuhaf sesler çıkarmaya başladı.  Arkama doğru baktığımda, şahadet parmağıyla yukarıyı işaret ediyordu. Sevgiyle karışık bir hüzünle ağlarken, uzunca yolumda keyifle yürümeye devam ettim.

Derneğe geç kalmıştım ki, herkes beni arıyordu. O gün çok yoğundu. Milletvekili adayları arkasında rapor tutuyordum. Gece tam, on birde işimiz bitti. Eve tabi ki yine yürüdüm. Çünkü para isteyecek kimsem yoktu. Olsa da isteyemezdim ki. Evde hiç bir şey yoktu ve o yoğunluktan yemek de yiyememiştim. ‘Ne olacak oruç tutmadın mı hiç be canım?’ dedim kendime  ya, öyle olmadı. Sanki beyin olmayan şeyleri karnıma bıçak gibi saplıyordu. Eve gelince, ev sahibinin ayrı oturan kızına gidip, "Feyza, fırınla bakkal kapanmış da, köfte yapacaktım. Köftelik ekmeğin var mı?'

Hayatta en zor yalan, olmayan bir şeyi varmış gibi göstermektir. Onurlu her insan, bunu çok iyi bilir. Derken, kupkuru yarım ekmeği alarak eve geçtim. Bir bardak su ile yumuşatarak yediğim kuru ekmeğe, ağlayarak şükürler ediyordum. Öyle ki, gözümden akan yaşlar ekmeğin tadını tuzlu yapmıştı. Ertesi sabah partiye gittiğimde, o mahallenin hatırlı saygın sakinlerinden biri,  semtlerinde yeni açılan ve kendisinin de ortağı olduğu bir hastanenin, tanıtımı için beni önermiş üstelik de bana kefil olmuştu. Öğlen vaktine doğru, artık parasız bir işsizdim. O da ayrı bir zorluk! Yok diyemiyorsun. Var desen yalan olur

Akşama doğru tam paydos edilecek her yeri monitör gibi görmeye başlamıştım. Kampanya programları bitmişti. İşi aldım diye bütün gücümle çalışmış, bana kefil olan abiyi mahcup etmemek için elimden geleni yapmıştım... Torpil olaylarını hiç sevmeyen biri olarak kendimi çok rahatsız diken üzerinde, hissediyordum…

Baş hekim beni odasına çağırdı ve eşi  Dilek hanımla tanıştırdı. Bana, ' Meryem hanım, eşime market alışverişinde eşlik eder misiniz?' Dediğinde,  onca yorgunluk üzerine, bir tuhaf geldiyse de, ‘patrondur’ deyip, Eyvallah dedim de, homurdanıp duruyordum. Of puff ederken, markette Dilek hanımın her şeyden iki tane aldığını fark ettim. Sorduğumda tebessüm ederek, cevap vermedi. Sağ sol durumları vardı o zamanlar ve gergindi ortamlar ya, bende de çömezlik işte, yanlış anlamıştım. Derken kasaya geldik. Büyük bir titizlikle, ayrı, ayrı poşetledik alınan ürünleri...

Ardından, tam kapıya çıktık,

 - ' Meryem Hanım bizim çalışanlarımıza uygulamamızdır. Bu poşetler sizindir. Evime ne aldıysam, size de aynından, aldım. Bu da yarım avansınız… Bu şekilde verdiğim için kusura bakmayın. Acelem var da, kızım bekliyor ' dedi ve bana parayı uzattı. Ne kadar sevinçli ama ne kadar mahcuptum… Çok aceleci bir mizacım vardı o zamanlar. Zararını da gördüm faydasını da… Dilek hanımın ellerini sevgiyle ve minnetle sıkarken, ‘Özür dilerim, sizi yanlış anladım’ dediğimde, gülümseyerek, ‘ olur böyle şeyler, sıkmayın canınızı, aramıza hoş geldiniz’ dedi… Kuş olup uçtum eve ama nasıl? Taksiyle... Eve giderken, et döner yaptırmıştım. Yanına kola ve en sevdiğimden bir dilim pasta ile, eve girdim. Bir güzel oturdum, büyük bir iştahla ekmeğimi yiyordum. Çok mutluydum. Birden aklıma, önceki gün, ekmek aldığım abinin, göğe yükselen şahadet parmağı  gelivermişti…  Hıçkırıklarla ağlamaya başladım. Bunlar; sevinç, mutluluk ve şükür gözyaşlarıydı. Yaşadığım hayat her zaman mücadeleden ibaretti. Son kalan paramın, böyle bir güzelliğe dönüşmesini sizlerle paylaşmak istedim…

Selam ve saygılar… 

MERYEM KADIOĞLU

 
Toplam blog
: 42
: 672
Kayıt tarihi
: 07.02.17
 
 

İstanbul'da doğdu. İstanbul'da yaşıyor. Evli, ev hanımı ve çocuklarının annesi. Aklına estikçe yaza..