Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Aralık '12

 
Kategori
Kitap
 

Stalin'le konuşmalar

Stalin'le konuşmalar
 

Stalin


Milovan Djilas (Cilas), Yugoslavların komünist liderleri Tito'nun yakın çevresindeki bir kaç kişiden biridir. 1911 yılında Karadağ'da doğmuş, 1932 yılında ülkesinde o zaman için 'yasadışı' olan Komünist Partisi'ne girmiş ve bu yüzden de Krallık Hükümeti tarafından tutuklanarak üç yıl hapis cezası almıştır.

1941 yılında Almanların Yugoslavya'yı işgali üzerine de Cilas (1911-1995) yaptıkları ve direnişteki kararlılığıyla; Partizan(Komünist) liderlerinden biri haline gelmiştir.

Ülkesinde Komünist Partisi yöneticisi olunca, Sovyetler Birliği'ne Stalin ve diğer yetkililerle 'fikir alışverişi'nde bulunmak üzere sık sık yolculuklar yapmaya başlar. Bu seyahatler, hayallerinin ülkesi Sovyetler Birliği ve lideri Stalin'e hayranlık ile başlamışken, günden güne aklında farklı düşüncelerin oluşmasına ve bakış açısında da değişikliklere yolaçar.

İşte Stalin'le Görüşmeler, Cilas'ın bu seyahatlar sırasında tuttuğu notların ileriki yıllarda kitap haline getirilmesinden oluşmaktadır. 

Stalin ve diğer Sovyet idarecilerinin 'kolay lokma' olmadığını anlamaları ve isteklerinin yapılmaması üzerine de, kendisi aleyhinde olumsuz bir kampanya başlattığını iddia eden Cilas'ın, Yugoslav Komünist Partisi idarecileri ile de arası 1953 yılında açılmaya başlar.

1954 yılında Parti'den atılır. Bir yıl sonra da The New York Times gazetesi ile yaptığı ropörtaj dolayısıyla yargılanır ve 'düşmanca propaganda yapmak'tan kaderin bir oyunu olarak yine üç yıl hapse mahkum edilir.

Özellikle de 1960'lı yıllarda Cilas'ın eserleri; kapitalist düzenden yana olanlarca, komünizme karşı kullanılırlar. Çünkü o yıllar, gizli kapıların arkasında, koz olarak kullanılabilecek herbir haberin büyük değeri olduğu Soğuk Savaş yıllarıdır. 

Sovyetler Birliği, İkinci Dünya Savaşı'nın galibiyetinin gururuyla ve Avrupa'nın içlerine kadar süren nüfuzu ile hem kendi ülkesi halkına hem de dış ülkelere propaganda yaparken, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Batılı Devletler de komünizmin güçlenip yayılmasını önlemek için anti propaganda yapmaktadırlar.

Kitabın benim elimdeki baskısının çevirmeni olarak, yine kendisi de bir zamanlar siyasi nedenlerden ve iktidar kavgasından dolayı hapis yatmış eski Demokrat Parti Gaziantep Milletvekili Cevdet San görünmekte.

Günümüzde internete her an gerekli gereksiz, her türde ve konuda sonsuz sayıda bilgi yüklenirken, özellikle de ülkemizde 'internet öncesi' bilgi kaynaklarına ulaşmak maalesef hala imkansıza yakın bir zorluktadır. Bu yüzden de Cevdet San ile ulaşabildiğim bilgiler, işte bu yüzden sadece kitapta kendisi ile ilgili verilenlerle sınırlıdır.

Güncelle de çakışan bir 'İkinci Baskı için Önsöz' yazmıştır o günlerde Cevdet San. 1961 İhtilali ile Kayseri Cezaevi'nde cezasını(!) çeken San, 1961 Anayasası ile getirilen 'Kuvvetler Ayrılığı' ilkesini sorgular, önsözde.

Bu ilkenin neler getireceği konusunda gerçekten de kararsızdır. 'Ayrılık', devlet idaresine güç mü katacak yoksa aksatacak mı? sorusuna yanıtı henüz net değildir. 1977 yılındaki önsözde, Anayasa Mahkemesi'nin, Meclis'in kanun yapma yetkisini üzerine alarak 1974 yılındaki 'Af Kanunu'nu genişletmesini ise hiç de olumlu bulmamaktadır ve Yargıtay/Danıştay'ın 1961 Anayasası ile, Meclis'in de üstünde yetki sahibi olduklarını düşünür.

İşte zaten, kimileri için çok çağdaş ve olması gereken, kimileri için ise anarşiye zemin hazırlayıp ülkeyi bölünmeye götürdüğü söylenen, bir yandan da arka planda 'piyasa düzeni'nde emekçi-sermayedar terazisinde emekçiden yana tavrını koyduğu için çok kabul görmeyen 1961 Anayasası hakkındaki tartışmalar da o günlerde şiddetlenip, nihayet 1980 darbesi ve 1982 Anayasası ile de ancak düzeltilebilmiştir(!).

Cilas kitabını üç bölümde toplamış. Her bir bölümün başlığı, aslında yazarın o günlerdeki ruh hallerini de yansıtır. 1- Hayranlık Devri, 2- Şüphe Devri, 3- Hayal Kırıklığı Devri.

İlk Moskova seyahatine gerçekten de çok büyük beklentiler ve hayallerle gittiğinden bahseder ve karşılaştığı aksaklıkları da görmeyecek kadar 'kör' olduğu sonradan yazar. Yoğun bürokrasi, insan ilişkilerindeki mesafe, aynı ideal için çalışmalarına karşın kendilerine soğuk davranılması, çözüme yönelik hiçbir çaba görmemeleri Cilas'ın tadını kaçırmaya yetmez çünkü dediği gibi o gerçekten de gönülden davasına bağlı bir komünisttir.

Sonra şüphe ile bakmaya başladığı yıllarda bile sistemi değil de sadece insanları eleştirir. Olumsuzlukların, komünizmden değil de onun liderlerinden yada etrafındaki kişilerden olduğunu kendi kendisine söyler. Son 'Hayalkırıklığı' aşamasında ise Sovyetler Birliği'nin, komünizm kisvesi ile klasik bir emperyalist devlet gibi kendi çevresine sömüreceği ve her istediğini kolayca yaptırabileceği peyk devletler toplamaya çalıştığına karar verir.

Stalin'i, her dediği tartışılmadan yapılması gereken bir diktatör olarak tanımlar ve çevresinde kümelenmiş grupların bir şeyler yapıyormuş gibi görünmekle beraber aslında Stalin'in emir ve talimatları olmadan hiçbir şey yapmadıklarına dikkat çeker. Fikirlerinin tartışılmazlığının, mutlak itaate ve dolayısıyla da sıfır muhalefete neden olduğunu iddia eder.

Kolay anlaşılır ve objektif olmaya çalışan yazar, anlattıklarını somut olaylarla süsleyerek bu amacına ulaşır. Birebir yaşanmış, tarihe tanıklık edilmiş olayların, yanlı da olsa birinci ağızdan bu kadar açık anlatımı her zaman kolay karşılaşılabilir bir şey değildir. 

Elli yıl önce yazılmış bir kitabı bugün okuduğunuzda, tarihin; aslında oyuncuları değişmekle beraber öz itibarıyla sürekli kendisini tekrar eden bir metin olduğunu görürsünüz.

Her devrin kendine göre iyileri- kötüleri, bu rollere soyunmuş yöneticileri ve kaderlerine razı yönetilenleri sürekli bir savaş halindedirler. Kutuplaşmalar, ithamlar, tek doğrunun kendisininki olduğunu iddia edip peşine milyonları takan liderler her zaman vardır.

Bir ülkenin çok kısa süredeki değişimi de gözler önüne serilir ve günümüzdeki durumunu da bilerek hayretler içerisinde herşeyin ne kadar hızlı değişebildiğini görebilirsiniz. Yugoslav Kralı'ndan, komünizme ardından da içinden 'şimdilik' yedi ülkenin çıktığı topraklar, büyük dramı gözler önüne serer. Sırbistan, Slovenya, Karadağ, Bosna Hersek, Makedonya, Hırvatistan, Kosova ve devam eden anlaşmazlıklar...

Anıları okurken, 'resmi tarih'in yazmadığı şeylerin farkına varırsınız. Bize okullarda hep, kim kiminle savaştı, kaç askeri vardı, kim kazandı hangi anlaşma ile nereleri kazandı dışında bir şey öğretmedikleri için gerçek diplomasiye uyum da en küçüğümüzden en büyüğümüze kadar hep sorun yaşamışızdır.

Bir savaşta kaç asker olmasındansa o savaşın gerçek sebebini görmek, görebilmek daha doğru değil midir? İşte yazar yorumlarını kattığı anıları ile İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Sovyetler Birliği ile Arnavutluk, Yugoslavya, Macaristan, Bulgaristan ve biraz da Çekoslavakya ilişkilerinde hangi kararlar hangi düşüncelerin sonucunda alındı, amaç neydi bunu görmemize yardımcı olur.

Yazılanları teker teker masaya döküp tartışmak gibi bir amacım yok çünkü uzayan kitap eleştirileri bir noktadan sonra okunmuyorlar ancak gerçekten de bu yıllara ilgi duyanların ve Rus tarihi meraklılarının okumasını şiddetle önereceğim bir kitap. Tabi yeni baskısı olmadığı için ancak ya internet sitelerinden ya da sahaflardan 5-10 TL arası bir fiyata edinilebileceğini de söylemek zorundayım. 

 
Toplam blog
: 344
: 1122
Kayıt tarihi
: 22.07.09
 
 

Okur yazarım. Okur yazarlıktan kastım, okuduklarımı yazmamdır ki, bu yazılarımı genellikle 'kitap..