Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Temmuz '12

 
Kategori
Deneme
 

Strazburg Güncesi

Strazburg Güncesi
 

GÜNCE

PARC DE LA CİTADELLE (15/07/2012)

Bugün pazar, ıslak rüzgarın kanatlarından zamanın dingin duraklarına iniyorum. Sabah seherinin serinliğinde; kumruların öttüğü, nilüferlerin süzüldüğü, ağaçların mırıldandığı su başındayım. Bir salkım söğütün kenarında sessizce bekleyen ahşap bankta oturmaktayım. Ben bu satırları yazarken salkım söğütün dalları rüzgarın da yardımıyla nilüferlere kavuşmaya çalışıyor. Hiç oralı olmayan nilüferler arkalarını suya dayamış, beyaz çiçekleriyle süzülüp duruyorlar.

Tatildeyim, bütün yoğun düşünceleri ve duyguları da tatile çıkardım. Yalnızca doğanın müşfik kollarında, yeniden enerji toplamak, kendimi dinlemek istiyorum. Bu yüzden sabah kimse uyanmadan Parc De la Citadelle'de yürüyüşe çıkıyorum. Özellikle sabah saatlerinde doğayla arama kimseyi sokmuyorum. Ne kızım, ne oğlum, ne arkadaşım bana eşlik etsin istiyorum.19. yüzyıl romantik yazarları gibi doğada yalnız yürüyüşler yapmak, ruhumu doğaya soymak , yaralarımı kanatırken tedavi etmek, beni bana getirmek istiyorum. ( Romantizmin kurucusu kabul edilen Chateau Brian'ın "Atala" ve "Rene"sindeki yalnız doğa gezileri beni nasıl etkilemişti bu hissettiğim duygular yüzünden.) Parc De La Citadelle'in ulu ağaçlarının altında, kanal kenarında yürürken bedenim dinginliğin sularında yıkanıyor, ruhum rüzgarın kanatlarında ağaçların yapraklarının hışırtısına karışıyor, küçük yağmur damlaları esrikçe etrafa savruluyor.

Avrupa'nın başkentinden ziyade huzurun başkenti olan Strazburg'un hemen hemen  bütün  parklarında bu  yürüyüşleri yaptım. Ama içlerinden yalnızca   Parc Citadelle'e -Türkiye'yi hatırlatan -Rue  D'ankara'dan girdim...

RUE DE VİEİL HOPİTALE (16/07/2012)

Strazburg'ta kültür ve sanat yaz etkinlikleri çerçevesinde Rue De Vieil Hopital'de , her pazartesi akşamı gerçekleşen tango  gösterisi de var. Burada yıl boyunca dans okullarına giden öğrenciler (genç, orta yaşlı, yaşlı) hünerlerini sergilemek üzere açık havada, sokakta dans ederler. Hocaları da başlarındadır yine.

Arkadaşımla katedralin önünde buluşup bu gösteriye gideceğiz. Kızımla birlikte "C" tramından, L'homme De Ferre durağında inip, Place De Kleber'den hızla ilerliyoruz. Place Gutenberg'e yaklaşırken sokak müzisyenlerinin akordeonla çaldıkları şarkı bizi yerimize mıhlıyor. Benim de çok sevdiğim tam bir Fransa seromonisi. Durup şarkıyı dinliyoruz. Daha da kalmak istiyorum, kızım elimden tutup beni çekiştiriyor. Notre Dame Katedrali'nin önünde bizi bekleyen arkadaşımla  buluşup, hemen katedralin 10 adım ilerisinden soldaki Rue Hopital'e dönüyoruz.  Evlerin Dikdörtgen biçiminde oluşturduğu büyük bir alanda çifler dönmeye başlamış bile. "Tango", tutkunun bu büyülü dansı şarkılar eşliğinde hemen sarmalıyor insanı. Danseden çiftlerin karşısında bulunan kafeye oturup kahvelerimizi yudumlarken onları seyrediyoruz. 2010 yılında Üniversite Populaire'de "salsa" dersleri almıştım.  İçimde alevlenen dans etme isteği ile birazdan biz de kalkıp, aldığım derslerin yardımıyla basit figürleri yapmaya çalışacağız. Kahveleri yudumluyoruz , birden kulaklarımıza Candan Erçetin'in "olmaz birtanem" şarkısı çalıyor. Çiftler bu şarkıyla tango yapıyor. Erçetin'in sesinden havalanan kuşlar  gözlerimize konuyor. Hepimizin gözlerinde sevinçle parlayan ışıltı sokağı dolduruyor...

LA PETİTE FRANCE(21/07/2012)

Bugün saat 8:30'da evden çıkıp, trama binerek Petite France'ın (Küçük Fransa)  yolunu tuttum. Günlerden beri ilk kez güneş gülümsüyordu. Sabahın yağmur kokan bulutları arasında parlayan güneşin aydınlattığı  Petite France 'ın dar sokaklarında kaybettim kendimi.Safranbolu evlerini çağrıştıran , fakat ahşabının daha ince, daha fazla kullanımı bakımından farklılık gösteren bu mimariye hayran olmamak mümkün değildi. İşçiliğin oldukça fazla kullanıldığı Alsace evlerinin ahşap kokan sokaklarında dolandım durdum. Kanal sularının ve ve kuşların cıvıltılarının birbirine karıştığı o eşsiz sesin eşliğinde kendi ruhumun sesini dinledim. Rue de Moulins (Değirmen Sokağı) nda gezerken , kendi çoçukluğumun değirmeninde  dönen sularına döndürdüm zamanı. Kilometrelerce uzakta bulunan yabancı şehrin tarihinde kendi tarihimin izlerini aradım. Küçük bir kasabanın, Kızılırmak kenarında bulunan değirmenin hemen üst tarafında; iki odalı , toprak bacalı bir evde dünyaya geldiğim evin kilitli kapısından içeri girdim. İlk çığlığımı attığım odanın küçük penceresinden açıldığım dünyanın büyük pencereleri bile yetmezken gözlerimin büyüklüğüne, ben dar sokakların gizemli ve büyülü yollarında dünyamı küçültüyorum. Değirmen zamanı öğütüp un ufak ediyor. Biz büyüdükçe zaman küçülüyor. Zaman yağmur damlasına dönüşüyor. Yağmur başlıyor.  Havanın güneşli olduğuna aldanarak şemsiyemi yanıma almamışım. Sokakta bulunan ve şemsiyesi olmayanlar kaçışıyor, ben inadına ıslanıyorum. Islanıyorum anıların sessiz çığlığından düşen damlalarla...

 EV (22/07/20120)

 Oğlumla sohbet ediyoruz. 11 yaşındaki kızımı bir dostumuz evlerine götürmüş. Laf dönüp dolaşıp sinemaya geliyor. Oğlum, Marc  Bloch Üniversitesinde sinema okuyor. Son günlerde evde izlediğim filmin kriterlerini yapıyoruz. Onun önerileriyle seyrettiğim bir kaç film var. Bunların içinde İran filmi olan "Bir Ayrılık" ta var. O filmi kızımla beraber izlemiştik. Hikayesi kısmen de olsa benim hikayeme benzediği için ve filmdeki kız çocuğunun yaşı da 11 olduğu için izlemesinde bir sakınca olmadığını düşünmüştüm. Bu film  ve İran'daki yaşam tarzı üzerine konuşurken ona: "En çok beğendiğin Türk yönetmenler kim?" diye soruyorum. Üç yönetmen sayıyor: "Reha Erdem, Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz" "Reha Erdem mi? sahi ben onun hiç bir filmini izlemedim" diyorum. "Kosmos'u izlemedin mi?"diye soruyor. "Hayır, ben o filmin bilim kurgu olduğunu düşünmüştüm" diyorum. "Ben iki kez sinemada, bir kez de evde izledim, çok etkileyici bir film" diyor. "Hadi bir kez de benimle izle" diyorum. Oldukça büyük ekranlı olan bilgisayarın karşısına geçip filmi birlikte  izlemeye başlıyoruz. Oğlum üç defa izlemesine rağmen zaman zaman ağlayarak, gözleri dolu dolu izliyor. Filmin acıklı olmasından değil göz yaşları, filmdeki sanatsal anlatımdan çok etkileniyor anladığım kadarıyla. Ben de çok etkileniyorum. Şiirsel bir anlatım, onun kadar olmasa da zaman zaman benim de gözlerim doluyor. Nasıl olup ta bu filmi izlemediğime hayıflanıyorum. Oysa her yıl Kasım ayında gerçekleşen, Faruk Günaltay'ın yöneticiliğini yaptığı sinema Odyssee'de Türk Filmleri Festivalinde bir çok film izlemiştim. " Kosmos" denilince direk bilim kurgu zannettiğim için olacak herhalde. Film bizi öylesine etkiliyor ki, ev daralmaya başlıyor, "Hadi oğlum, ev bizi boğacak sana Galya'da bir kahve ısmarlayayım, kendimize geliriz belki" dedikten sonra Kanal kenarında bulunan gemilerde, o güzel manzarada kahve içmek için yola koyuluyoruz...

 
Toplam blog
: 71
: 1292
Kayıt tarihi
: 10.08.11
 
 

Hacettepe Fransız Dili ve Edebiyatı mezunuyum. Öğretmenim, şu anda yurt dışında görev yapıyorum. ..