Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Şubat '09

 
Kategori
Öykü
 

Su peşinde

Su peşinde
 


“Perişan olduk, baba” diyor, Muhtar. Yaşlı adamsa yanıt vermiyor oğluna ve dikmiş gözlerini, evinin önündeki bahçeye bakıyor. Birkaç damla gözyaşı da kayboluyor uzun sakalında. Sararıp solmuş bitkiler. Biraz daha dayanıklı olanların yaprakları da sarkıp büzüşmüş. Toprağın dudağı çatlamış, dili damağı kurumuş.
Bir süre suskun kaldıktan sonra, oğluna “Allahın hikmeti” diyor baba “verirse yağar, vermezse de kendi bilir.” Muhtar başını kaşıyor, ayağını yere vuruyor birkaç kez. “O Hacı denen sefih var ya, işte bunu fırsat bilecek şimdi. Hakkımda atıp tutacak. Ben bundan korkuyorum” diye sızlanıyor. “Korkma yavrum, Allah büyüktür. Onun da bir çaresi bulunur elbette” yanıtını veriyor baba “haydi, git şimdi. İşine gücüne bak.” “Hoşça kal, baba. Camide görüşürüz” diyerek ayrılıyor, Muhtar.
Ötmez olmuş kuşlar, böcekler. Gökyüzü kızgın saca dönmüş. Köyün yukarısındaki çıplak dağların yalçın kayaları ateş püskürüyor. Aşağıdaysa kum alev kusuyor, deniz buharlaşıyor.
Yaşlı adam, başını kaldırıp bakıyor gökyüzüne. Güneş tam tepede, fırlatıyor ateşten oklarını.
“Ben namaza gidiyorum” diyor adam ama yanıt alamıyor karısından. “Sağır mısın be kadın, sana söylüyorum” diyor bir kez daha. “Güle güle, ağam. Allah kabul etsin” deyince karısı, adam değneğine dayanarak yola düşüyor. Yürüyor yavaş adımlarla. İkide bir duruyor; şapkasını çıkarıyor, siliyor kel başını, kocaman bez mendiliyle. Asasını bacakları arasına sıkıştırıyor ve ellerini göğe açıyor. "İçimizdeki sefihler yüzünden bizleri felakete atma ya Rabbi" diyerek dua ediyor. Ardından yeniden atıyor adımlarını. Yağmur boşanıyor teninden. Sırılsıklam varıyor caminin önüne. Çeşme başında sıraya girmiş birkaç yaşlı. Taş oluktan akan suysa serçeparmak kalınlığında.
Abdest alan geçiyor koca incirin gölgesine. Biraz dinlendikten sonra abdestini tazeleyen yaşlı adam da katılıyor onlara.
Namaz çıkışı kuraklıktan nasıl kurtulacaklarını tartışıyorlar. Muhtar söz alıyor: "Allahın bu kadar afet vereceğini öngöremedik. Müslümanlar köyümüz için dua etsin" diyor. “Hamdolsun! Beterin beteri var. Ama biz yine de yağmur duasına çıkalım” diye ekliyor İmam Efendi “herkes eşini, çocuklarını ve hayvanları alıp yarın dere kenarında toplansın. Yiyecek, içecek de getirilsin.”
Haber yayılıyor köye. Evlerde büyük bir telaş, kadınlar yemek yapmaya başlıyor. Geçen dönem muhtarlık seçimini kaybeden Hacı Bulut’un evindeyse büyük sevinç yaşanıyor. Hacı, “Bu çok büyük bir fırsat” diyor karısına “süslü püslü bir teke götürüp keseceğim. Bundan daha güzel propaganda mı olur? Keşke şu bizim su arayıcıları da geliverse yarın!”
Ertesi gün kuşluk vaktine doğru tüm köy yola düşüyor. Hoca efendi eşeğe, muhtarın babası ise ata binmiş. İlerliyorlar. Hacı Bulut katmış önüne süslü tekeyi, kostaklanarak yürüyor, arkasında da ata binmiş karısı. Büyük oğlu ise kap kacak yüklü eşeği sürüyor. Çocuklar gülüşüyor, oğlaklar meleşiyor, sığırlar böğürüyor. Toz duman içinde dönemeçli dar yol. Genç yaşlı, kadın erkek, kiminin elinde yiyecek kimininkinde içecek ilerliyor köylüler.
Dere ile denizin birleştiği yere varınca duruyorlar. Dere akmaz olmuş. Yer yer su birikintileri var. Hacı Bulut, çekiyor tekeyi bir söğüdün dibine. Küçük bir çukur açıyor koca bıçağıyla. İki arkadaşı yardıma geliyor. Yatırıyorlar hayvanı kıbleye. Çalıyor bıçağı Hacı, tekenin boğazına. Kan fışkırıyor sıcak toprağa. Ateş yakılıyor, kızıl güneşin altında. Bez yolluklar, çullar, kilimler seriliyor kuma.
Yemekler yeniliyor, sular içiliyor. Genç kızların taşıdıkları güğümlerdeki suyla abdest alıyor erkekler. Hoca Efendi namaz kıldırmaya başlıyor. Dualar ediliyor. Eller göğe açılıyor, yalvarıyorlar Tanrıya.
Namaz sonrası, eline taş alan fırlatıyor denize. Atılan kafa taşların etkisiyle yağmur damlacıkları oluşuyor mavi suyun üstünde.
İmam Efendi fısıldıyor Muhtar ve yanındakilere “Türbe’ye de uğrayalım. Bir dua da orada okuyalım.”
“Öğle namazında, camide görüşürüz” deyince İmam, dağılıyor kalabalık. Kimi köye dönüyor, kimi hayvanları otlatmaya götürüyor ormana. Ara sıra gökyüzüne çevriliyor gözler, kara bulutlar geliyor mu diye.
“Aferin, sana be Hacı” diyor arkadaşları “iyi düşünmüşsün şu kurban işini.” Aralarından biri de, “Vallahi kulaklarımla duydum, ‘Helal olsun Hacı’ya. Görmüş geçirmiş adam belli oluyor. Eli de açık maşallah’ diyenler vardı.” Hacı’nın “İşte bu kutlanır; akşama bizdesiniz” sözleri alkışlanıyor arkadaşlarınca. Tıknazca biri, “Ben hazırlıklı geldim. Şöyle bir balığa bakalım mı o zaman” diye sorunca, “Balığa ne gerek var canım, ben size oğlak keserim” yanıtını veriyor Hacı Bulut da. Bir alkış tufanı daha kopuyor ve “En büyük muhtar, bizim muhtar” sözleri yükseliyor göğe doğru.
Öğle vakti, üzerinde vinç, önünde kocaman harflerle “Su Sondajı ve Zemin Etüdü” yazılı bir kamyonet geliyor köye. Köylüler sarıyor araçtan inen kişilerin çevresini. “Selamünaleyküm, ağalar” diyor içlerinden biri, “Biz, Hacı Bulut’u arıyoruz.” Muhtarın babası, “Aleykümselâm, hoş gelmişsiniz” dedikten sonra soruyor: “Hayrola? Ne işiniz var Hacı’yla? Yeni gelenlerden birinin “Tarlasına kuyu vuracağız da” yanıtı üzerine “Şu sefihe bak, sen” diye mırıldanıyor. “Benim oğlan da çatal kazıkla su bulan birine haber salmıştı, akşam sabah o da gelir” diyor çevresindekilere.
Köylüler soru yağmuruna tutuyor sucuları: “Kesin buluyor musunuz?”, “Kaça yapıyorsunuz?”, “Ya su bulamazsanız, yine de para alıyor musunuz?”, “Benim tarlaya da bakar mısınız?”
Hacı duymuş sucuların geldiğini de böbürlenerek yürüyor arabaya doğru. Köylüler koşuyor onu karşılamaya. “Ağam, bize de yardımcı ol, altında kalmayız bu iyiliğinin. Sana söz veriyoruz. Bu sefer…”
Kalabalığın arasından el sallıyor Hacı, “Hoş gelmişsiniz, Mühendis Bey” diyor. Sonra da kucaklaşıyorlar. Köylüler sorularını sürdürüyor: “Kaç gün sürer Hacı Ağa’nın işi?”, “Ben de denemek istiyorum”, “Taksitle olur mu?”, “Kredi kartıyla ödeme yapılır mı?”
“Durun, ağalar. Rahat bırakın misafirleri. Adamlar uzak yoldan geldi. Bir bakalım hele, açlar mı susuzlar mı? Yine konuşuruz. Hele bir durun” diyor Hacı Bulut. Ardından kollarına giriyor gelenlerin; “Haydi, eve gidelim” diyor “neylersin, burası köy işte. Ne lokantamız var ne otelimiz. Misafirimsiniz. Sizi evimde ağırlayacağım. Kusura bakmazsınız, umarım…” Mühendis hemen sözünü kesiyor Hacı Bulut’un. “Ne demek Hacı Bey! Rica ederiz. Sağ olun, teşekkür ederiz. Gönüller bir olduktan sonra, gerisi önemli değil.”
Durumdan haberdar olan Muhtar, hışımla geliyor kalabalığın yanına. Konuşuyor susmadan: “İnanmayın ağalar, o Hacı Bulut denen adama. Görmez misiniz onun ne biçim bir adam olduğunu. İşi gücü, yiyip içmek, karı kız oynatmak. Sefihin biridir, o. Baksanıza namaz vakti almış adamları çekip gitmiş evine. Onun adamları da kendine benzer, elbette. Kanmayın tanımadığınız insanlara. Bakın yakında benim de adamın gelecek, o da su arıyor çöple. Bana verin paranızı ben yardımcı olayım size.”
Yemekten sonra Hacı oğluna “İyisinden bir davar kes. Akşama kalabalık olacağız. Pirzola, kavurma falan hazırlasın anan da” diye tembih ediyor. Ardından misafirleriyle caminin önüne bırakılan arabanın yanına gidiyorlar. Aracı alıp dağın eteğindeki denize nazır, birkaç dönümlük tarlanın yolunu tutuyorlar. Giderlerken mühendis soruyor Hacı’ya:
—Şu aşağıdaki tarla kimin, hani içinde eğri büğrü, yan yatmış iki ağaç bulunan?
—Köy malı, beyim.
Mühendis başını sallıyor ve gülümsüyor.
—Hacı Bey, sen geçen dönem seçimi kaybettin. Bu dönem sana kesinlikle kazandırırım. Ama bir şartım var.
—Söyle şartını bakalım. Aklıma yatarsa, neden kabul etmeyeyim ki!
—Önce köy yerine sondaj yapacağız, seninkinin yarı fiyatına. Bunu sen ödeyeceksin. Sonra da kuyunun önüne üstü kapalı kocaman bir havuz ile bir de çeşme. Bunun parası da köy bütçesinden karşılanacak. Eğer kabul edersen, ikna et köy halkını, muhtarını, ihtiyar meclisi üyelerini. Önce köyün ortak kullanımı için açalım kuyuyu. Onlarla bahse bile gir. Su bulamazsak zaten para almayacağım. Bulursak da yarısını sen ödeyeceksin. Zaten sen bu paradan çok daha fazlasını harcayacaksın önümüzdeki seçimde. Ama suyu bulduk mu işin garanti.
Kabul ediyor Hacı Bulut.
Tarlayı gezip gördükten sonra dönüyorlar köy kahvesine. Yine sarıyor köylüler misafirlerin çevresini. “Bakın, ağalar” diyerek söze başlıyor Hacı Bulut. “Eğer muhtar ben olsaydım, sizi susuz bırakmazdım. Ama şimdi öyle mi ya? Geldiğimiz şu hale bakın. Cayır cayır yanıyor ortalık. Canımız, malımız tehlikede. Yağmur duasına da çıktık. Bekleyeceğiz sonucunu. Duydum ki Muhtar Seyfi’nin adamı gelecek, değnekle su arayacakmış. Belki de bulur, onu ben bilemem ama ayağımıza kadar gelmiş bir mühendis var. Önce köy malına vurduralım sondajı. Su çıkmazsa, para yok. Çıkarsa, masrafı bana ait ama Muhtar ve azalar da söz versinler kuyunun önüne kapalı bir havuz ile bir de çeşme yaptıracaklarına. Böyle olursa hem biz hem de hayvanlarımız susuz kalmayız. Haydi, çağırın Muhtar’ı. Gelsin ihtiyar heyetiyle de görüşelim.”
Sessizlik bozuluyor, homurdanmalar başlıyor kahvehanede. Birkaç kişi Muhtar’ı çağırmaya gidiyor. Kahveciyse dağıtıyor çayları. “Çay paraları, benden” diyor, Hacı Bulut. “Sağ ol, Hacı Ağa. Vallahi bilemedik kıymetini” sesleri yankılanıyor kahvehanede. Mühendis, Hacı Bulut’a bakıyor ve başını sallıyor tebessümle.
Muhtar geliyor, yanında azalarıyla.
—Ne diyorsun, sen Hacı Bulut? Köylüyü isyana mı teşvik ediyorsun?
—Bağırma, Muhtar. Önce dinlemesini öğren.
—Gunna da görelim sağlam mı cılk mı yumurtan.
—Terbiyeli ol ve dinle. Sondajı önce köy yerine vurduralım, diyorum. Su çıkmazsa, para yok. Çıkarsa parasını ben ödeyeceğim, köyüm için helal olsun ama sen de kuyunun önüne kapalı bir havuz ile bir de çeşme yaptıracaksın. Varsan, görelim erkekliğini.
Muhtar bakıyor azalara ve “Varım, pilavdan dönenin kaşığı kırılsın” diyor. Hacı da çağırıyor kahveciyi “Herkese birer çay daha ver” diyor.
Hava kararmaya başlayınca, dağılıyor kalabalık. Hacı da misafirleriyle yutuyor evin yolunu.
Dama çul serilmiş, sofra hazır. Bir lüks lambasının kuvvetli ışığı aydınlatıyor ortalığı. Hacı’nın arkadaşları da geliyor, birinin elinde saz, diğerininkinde darbuka. Üçüncüsü elindeki torbayı açıyor ve ortaya iki büyük rakı koyuyor. Hacı da tanıştırıyor arkadaşlarını misafirleriyle.
Hacı’nın büyük oğlu yapıyor servisi. Sac kavurmasını getirip koyuyor ortaya. Söğüş domates, salatalık, taze soğan, acı biber getiriliyor ardından. Mühendis dönüyor Hacı’ya:
—Köyde su yok, nereden buluyorsunuz, Hacı Bey, bu yeşilliği?
—Köyde yoksa şehirde de yok değil ya, Mühendis Bey!
Gülüşüyorlar. Rakı dolduruluyor bardaklara. Cam sesleri sarıyor ortalığı. Mühendis ekliyor:
—Bugün büyük iş başardın vallahi, hem köylülerin için hem de kendin için. Yarın suyu da akıttık mı kimse engel olamaz sana.
—Büyük adamdır bizim arkadaşımız da anlamıyor bu köylü milleti.
—Anladı, anladı, diyor Mühendis. Yarın daha iyi anlayacak Hacı Bey’in kıymetini.
Sazlı sözlü eğleniyorlar şişeler boşalana kadar.
Kahvaltıdan sonra varıyorlar arabanın yanına. Köy halkı toplanmış, davulla zurnayla karşılıyor gelenleri. Muhtar, halka “Orda görüşürüz” diyor arabaya binerken. Hacı ve diğerleri yaya gidiyorlar çalgıcıların eşliğinde.
İki eğri büğrü badem ağacının arasına çektiriyor, Mühendis arabayı. “İşte tam şuraya vur sondajı” diyor adamına. Az sonra çalışmaya başlıyor su sondaj makinesi.
Muhtar, eli belinde izliyor çalışmaları. Halk çömelmiş, ellerini havaya açmış, dua ediyor. Öğleye doğruysa baldır kalınlığında su akmaya başlıyor. Köylüler, “Köyümüz, sesinle gurur duyuyor” sloganıyla Hacı’ya doğru koşuyor ve onu havada zıplatıyor...

 
Toplam blog
: 95
: 1738
Kayıt tarihi
: 12.06.07
 
 

Emekli öğretim görevlisi, çevirmen, öykü yazarı, kültür ve düşün dergisi Gerçemek'in sahibi ve ge..