- Kategori
- Gündelik Yaşam
Suçlu Havuçlu Kek, Bir de Sezen!
Epeydir canım bir şey yazmak istemiyordu
İki kelime yan yana gelmek istemez ya hani, işte tam öyle bir durum
Bazen vakit olmuyor, bazen o yazma heyecanın
Derken geldi o yazma hissi
Sezen mesaiye başladı ilk önce; ”Kaç kişiyiz savunan sevdayı”, “Benim yerimedeee sev”…
Kulağım Sezen’de, gözlerim klavyede
Böyle başladım günün ilk ışıklarında yazmaya…
Lakin anladım ki hep yazmalıyım
Yazmak önceleri heves şimdi ise bağımlı gibi
Kanser hastasının kemoterapi seansı gibi.
Temmuz sıcağında tarlada çalışan emekçinin meşe altında verdiği soğuk su molası gibi.
Yarin saçını okşamak, çınar gölgesinde çay içmek gibi.
Askerin çarşı izni gibi.
Akşamüstü sahilde yürümek gibi yazmak.
Adana’da kebap, Gaziantep’de baklava, Bozcaada’da kahve içmek gibi
Yazmak hayat gibi.
Yazınca ayaklarım yere daha az basıyor, tatlı bir meltem ufak ufak esiyor ekrandan yüzüme doğru.
Hayatın ritmi yavaşlıyor, oturduğum koltuk; denize karşı bir balkonda, üç kişilik salıncakta, onunla ikimiz.
Dışarısı Temmuz sıcağı, balkon serin.
Yanımda yar.
Hemen yanda mutfaktan gelen güzel kokular -fırında havuçlu kek gibi bir şey olmalı- denizden gelen iyot-yosun kokularıyla karışıyor.
Gözlerimi kapıyorum, ne olur bu rüyadan uyanmayayım diyorum.
Arada tuşlara bakmak için kısık kısık gözlerle klavyeme bakıyorum o kadar.
Kahvaltımı da yaptım ama, ne işi var bu havuçlu kekin bu romantik hayalde?
Karşıda deniz, balkonda üç kişilik salıncak ve yar.
Denizden gelen iyot-yosun kokusu.
Yeter aslında adam olana çok bile.
Obursun Songül, gözün bir doysun!
Aç gözünü, bir bak.
Karşında denizin neminden ıslanmış tozlu bir masa ve kumlu tozlu bir ekran.
Daha da tozlu bir klavye.
Ve tek başına.
Her zamanki yalnızlığınla.
Mendil-mouse yan yana.
Telefonlar sus-pus, kapım tıksız.
Bu şartlarda hayal kurmak bile yetenek.
Şu “havuçlu kek” işi bozdu, bir de Sezen…
Hayaller kısa sürdü.
Güzel başlamıştım, fakat son iyi olmadı
Yine seyirciyi üzdü yönetmen
Olsun be hayal kurmak nasılsa bedava!