Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Temmuz '11

 
Kategori
Öykü
 

ŞÜKÜR-BEREKET TERZİHANESİ (I)

ŞÜKÜR-BEREKET TERZİHANESİ (I)
 

bazen tek kare resim ne kadar çok şey anlatır insana


İlk mektebi bitirdiğim yaz babam elimden tutup Adil Ustanın yanına götürdü beni.”Al dedi bu benim oğlan. Okumaya niyeti yok bu haylazın hiç değilse senin gibi mahir ellerden ustalık öğrensin.”
Bizim terzihane insanın çıkarken soluk soluğa kaldığı şehrin en dik yokuşunu kesen arnavut kaldırımlı sokağın en sonundaki eski çınaraltı pasajının içindedir. Üç katlı pasajın her katını ayrı meslek erbapları mesken edinmiştir kendilerine. İlk katta terzihaneler, ikinci katta çeşit çeşit, renk renk iplik, incik boncuk satan tuhafiyeciler, son katta ise cam eşya, çaydanlık, güğüm gibi öte beri satan dükkanlar sıralanmıştır. Pasajın içine girildiğinde göze ilişen tek yazı bizim dükkanın camındadır. Büyük harflerle yazdırmış ustam “ŞÜKÜR-BEREKET TERZİHANESİ” Şükretmesini bilir ustam. Yaşadığı her güne, sıhhatle aldığı her nefese, kazandığı her helal kuruşa binlerce şükreder ve bana da ”Bak evlat azından ama hep helalinden kazan kazandıkça Allah’a şükret, şükret ki kazancımızın bereketi artsın,” der. Girişte cama dayanmış cansız manken, siyah renkli eski iki dikiş makinesi, çeşitli boyda sıralanmış dikiş iplikleri, makaslar, iğneler, dikilmek için sırasını bekleyen raflarda duran top top kumaşlar, elbise kalıpları babamın beni ustama emanet ettiği günden beri hem işim hem de evim olan terzihanemizde ilk göze çarpan şeylerdir. Terzihanenin asma katında ustamın dedesinden kalma mushafı, vakit buldukça okuduğu kitapları, eski bir el radyosu ve birde benim yatağım vardır. Köyden babamla ilk geldiğim vakit ustam “Yatacak yerin var mı?” diye sormuştu. Olmadığını öğrenince bak burası boş duruyor bizim evde eski bir divan var onu koyarız burada yatar kalkarsın hem böylece gece de dükkana göz kulak olursun demişti. O gün bu gündür burası hem nafakamı kazandığım ekmek kapım hem de beni sarıp sarmalayan mutluluklarımı, özlemlerimi yaşadığım sıcacık yuvam oldu.
Şimdilerde altmışlı yaşların sonuna gelen ustam bir zamanlar bu küçük şehrin en ünlü terzisiymiş. Terzihanesine uğrayıp bir elbise diktirmek için insanlar sıraya girerler, hatta ününü duyanlar civar şehirlerden akın ederlermiş bizim ustanın terzihanesine. ”Ne vali, ne kaymakamlar giydirdim ben, bu şehrin kızları, kadınları benim elbiselerimle kutladılar en güzel günlerini; erkekler benim diktiğim pantolonlarla, ceketlerle çıktılar yavuklularının karşılarına; genç kızlar çeyiz sandıklarında benim diktiğim elmasiyeleri, bindallıları taşıdılar,” der eski günlerini özlemle yad ederek. Neredeyse her gün “Ben öldükten sonra bu işi sen devam ettireceksin, neyim var neyim yok hepsi senin olacak. Allah bana kendi kanımdan, kendi canımdan bir evlat vermedi ama senin gibi pırlanta değerinde bir çırak gönderdi, öldükten sonra gözüm arkamda kalmayacak,” diye söyler durur ustam.
Konfeksiyon işi çıktığından beri işlerin eski tadı kalmasa da geçmişten taşıdığı haklı ünüyle dükkanımızın kazancı hiç bitmedi. Ustam da ben de geçinip gidiyoruz işte. Ustamla tanıştığım on iki yaşımdan bu yana sekiz yıl geçmiş. Ustamın gözünde köyden gelen kara kuru, sümüklü çırağı olsam da duvarda asılı duran belge kalfa olduğumu söylüyor artık.
Ustamla birlikte yıllara meydan okuyan ekmek kapımız da yaşlandı. Ortaya koyduğumuz dökme soba yerini çoktan kalorifere bıraktı. Adil Ustamın yüzünün çizgileri gibi duvarlarımızın çizgileri de arttı. Yıllar ustamın saçlarına ak, duvarlarımıza is, pas olarak yerleşti. Terzihaneye babamla geldiğimiz ilk gün hayretler içinde kalıp canlı zannettiğim, hatta biraz korktuğum ustamın diktiği her elbiseyi defalarca giydirip baktığı, mankenimiz de yıllarla birlikte yorgun düştü. Kimsesiz karanlık gecelerimde yarenlik ettiğim bu dostuma her ne kadar kıyamasam da güneşten solan yüzü, kırılan kolları ile artık diktiğimiz kıyafetleri taşıyamaz hale geldiği için ayrılma vakti geldi. Ustam bir gün “Oğlum ben İstanbul’dan yeni manken sipariş ettim bu eskiyi kaldıralım artık, hatta yer kaplamasın çöpe atıver” dedi. Demesi kolay da ustacığım insanın dostundan ayrılması o kadar kolay mı? O benim çocukluğumun, uzun, karanlık, soğuk kış gecelerinin tek şahidi. Onu atarsam hayatımın bir parçasını da kesip atacağım. Çöpe atmak yerine acaba gömsem mi? Ya da evet buldum ! Suya atayım. Böylece onu şehrin pis kokan çöplüğü yerine pırıl pırıl akan berrak sulara bırakmış vicdanen biraz daha rahatlamış olacağım. Kim bilir belki yalnızlık çeken bir çocuk onu bulup kendine dost edinir benim gibi onunda yalnız gecelerini, umutlarını düşlerini paylaşır ağzı dili olmayan fakat her daim beni dinleyen eski dostum. Yalnız veda etmeden önce yılların hatırına ona yaraşır bir şeyler dikmeliyim hatta bunlar en güzel kıyafetleri olmalı onun.
Dostuma geçen gün hali vakti yerinde olan Hacı Hüseyin Efendiye diktiğimiz takımdan arta kalan gri kaşe kumaştan bir takım elbise dikmem tam bir haftamı alsa da uğraştığıma değdi. Bayramlıklarını giyinmiş çocuklara döndü gri renkli takımını giyinince. Bu akşam saat sekiz sularında veda ettim dostuma. Ustamın eski model kırmızı arabasının arka koltuğuna koyup şehrin dışında gürül gürül akıp tarlalara bereket taşıyan Karacasu nehrine bırakmam en fazla yarım saatimi aldı. Hatta bir ara ondan ayrılmamayı düşündüm bir süre başında öylece bekledim; ama ayrılık zamanı gelip çatmıştı. Her veda töreni gibi bizimki de buruk ve üzüntülüydü. Dönüşte içimde bir şeylerin eksildiğini hissettim ama terzihaneye gelip dünden kalan işlere dalınca üzüntümü çabuk unuttum.
Sabaha karşı yumruklanan, tekmelenen kapının sesi ile derin uykumdan sıçrayarak uyandım. Bu vakitte hayırdır inşallah diye söylene söylene kapıyı açmamla iki polisi karşımda görmem bir oldu. Uykulu gözlerle polislerin yüzüne bakarak bu saatte burada benim gibi birinin kapısında ne işleri olduğunu anlamaya çalışıyordum ki uzun boyu, iri cüssesiyle, güreş müsabakalarından dönen zafer kazanmış güreşçi edasıyla duran polis davudi sesiyle adeta kükreyerek:
-Nuri Ziya sen misin?
-Evet benim
-Bizimle karakola kadar geleceksin.
-Hayırdır neden geleceğim karakola?
-Sen nedenini daha iyi bilirsin.
-Nerden bileyim abi. Ben kimseye bir şey yapmadım. Bir yanlışlık olmasın. Benim gibi bir garibanın kiminle ne işi olur?
-Hadi fazla uzatma işte. Geleceksin dedik o kadar. Ne olduğunu karakolda öğrenirsin. Hem kim bilir belki de bizim senden öğreneceklerimiz vardır, dedi.

 
Toplam blog
: 30
: 966
Kayıt tarihi
: 11.12.06
 
 

Bir nisan sabahı Eskişehirde doğmuşum. O nedenle bahar aylarını özellikle nisanı çok severim. Küçükk..