Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mayıs '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Sülün Osman'ı rahmetle anıyoruz

Sülün Osman'ı rahmetle anıyoruz
 

Osman Ziya Sülün. Mesleğinin inceliklerini Kumkapılı bir Rum'dan öğrendiği rivayet edilir.


Vakti zamanında Galata Köprüsü’nü ve de kulesini, Eminönü’ndeki meydan saatini, İstiklal Caddesi’nde seyir halinde olan tramvayları saf ama paralı vatandaşlarımıza kelepir fiyatlarla satarak onları “yatırımcılığa” ilk alıştıran rahmetli Sülün Osman’dır.

Ama köprülerin altından çok sular akmış, zaman da değişmiştir. Rahmetle andığımız Sülün Osman (ki bu işlerin piridir) bugün yaşıyor olsaydı, ayağındaki pantolona mukayyet olmaktan iş çıkaramaz ve aç kalırdı.

Kabul, bugün bile Boğaziçi Köprüsü’nü 12 ay taksitle alarak “yatırımcılığa” yönelmek isteyen zeki ve parası bol vatandaşlarımız mevcuttur ama dedik ya zaman da değişmiştir.

Nafakalarını bu tür “yatırımcılardan” çıkaran zanaatkârlara eskiden zarfçı, şık şıkçı, üçkâğıtçı, vay babamcı, dernekçi, koçancı(camici), tırnakçı, yüksükçü denirdi. İnsanlık geriye değil, ileriye doğru gittiğinden bu tür dolandırıcılık türleri de değişime uğradı. Teknolojik gelişmeler paralelinde yeni buluşlar yapıldı.

Altmışlı yılların başında, Sirkeci Garı’ndan, ellerinde tahta bavullarla girizgâhını dilimize pelesenk ederek anlatmayı sevdiğimiz “gurbetçi tarihinde de” bazı filmler çevrilmiştir elbette. Yukarıda belirttiğimiz zanaatlara pek benzemese de zamana ve mekâna uygun bazı cambazlıklar çok canlar yakmıştır. Avrupa’daki Türk basınının görmemezlikten geldiği bu tufada, anavatanımıza akan döviz miktarında önemli artışlar kaydedildiği bilinir.

“Kendi fabrikanı kendin yap” tufası o zamanların işidir ve bir on sene sürmüştür rüyası. Tek bir gurbetçi fabrika sahibi olamamıştır ama trilyonlarla ifade edebileceğimiz marklar ve franklar anavatanımıza akmıştır! Türkiye’de “Anadolu kaplanları” diye anılan sanayicilerin doğuşları da bu zamana rastlar, tesadüfen tabi!

Allah’tan iş piyasası durgun değildi bugünkü gibi. Millet yılmadı, fabrikalarda kart basmaya devam ederek kendini toparlamaya çalıştı.

Ve geldik seksenli yıllara. 12 Eylül’le beraber iç huzuruna (!) kavuşan ülkemizi “ekonomik huzura da” kavuşturmak isteyen kimi “bankerler” harekete geçti. Daha bıyıkları bile terlememiş, yirmili yaşlardaki bir banker bile piyasadan milyonlarca doları topluyor, bu karşılığında da millete her ay bir milletvekili maaşı vaat ediyordu!

Tek kanallı TRT’de Ayhan Işık’lar, İzzet Günay’lar, Ekrem Bora’lar “Banker Tastelliiii” reklâmlarında milleti bu tufaya davet ediyorlardı. Evini, barkanı, arsasını, arabasını satan milletvekilleri, emekli paşalar, albaylar, futbolcular ve şarkıcılar başta olmak üzere millet tomar tomar dövizleri bankerlerin eline tutuşturuyorlardı.

Gurbetçi yatırımcıların başları kel değildi tabii. Onlar da harekete geçip bu şölene trilyonlarca mark katkıda bulundular. Olayın moku çıktı sonunda, yer yerinden oynadı Türkiye’de. Bankerler yurtdışı gezilerine çıktılar top yekûn ama “ikna” edilerek geri döndürüldüler. Kimi ağır ağabeyler, hatırlı ablalar paralarının bir kısmını kurtarabildiler. Üç beş sene hapis yatan bankerler eski yaşamlarına geri dönerek, saygın birer vatandaş olarak piyasadaki yerlerini aldılar.

“Sende mark var, sana koymaz” nasihati alan gurbetçiler, kaptırdıkları trilyonlarca markın matemini tutuyorlardı ama hayat da devam ediyordu ve ölenle ölünmüyordu.

Gurbetçi tarihine şöyle bir baktığımızda seksenli yılların ortalarından doksanlı yılların ortalarına kadar bir duraklama devri yaşandığını gözlemliyoruz. Şimdi faaliyette olmayan bir kamu bankasının gurbetçiler yaptığı bir “güzellik” var ama hasar fazla olmadığından üstünde durmaya değmez! Bu on yıllık dönemde birkaç “Titanlama” olayı var. Matematiğe dayalı bir söğüşleme sistemi olduğundan pek fazla rağbet görmemiş. Genellikle uyanık geçinen gurbetçi kesimini biraz sallamış!

Ve gelmişiz doksanlı yılların ikinci yarısına. Biz bu tarihten günümüze kadar olan devreyi “Yeşillikler devri” diye adlandırıyoruz. “Cennetmekâncıların” başlattığı bu devirde “holding” hissedarı olan gurbetçilerin sayıları yüz binlere, anavatana akan mark ve euroların miktarı ise trilyonlarla ifade ediliyor.

Sonuç?

Paralarını kaptıran “dini bütün” gurbetçilerden çoğu, son birikimlerini “Holding hukuku” alanında uzmanlaşmış avukatlara yediriyorlar şimdi. Pek çoğu da akıl hastanesine düştü. Esas çoğunluk ise devlet yardımı alarak yaşama savaşı veriyor.

Bu işlere aracılık (hayrına) eden kimi cami hocalarının dediğine göre “Cennet garanti” ve holding zedelere parsel parsel bölüştürülmüş durumda. Artık kaptıracak paraları yok ve cennetteki arsalarına kavuşacakları günü bekliyorlar, dernek ve kahve köşelerinde.

Sülün Osman ile ilgili bir anekdot:

Sülün Osman cezasını çektikten sonra da anılarını yazmak üzere onu dinleyen bir şaire, bir gün Fransa’da yapılacak olan en büyük dolandırıcılar yarışmasına davet geldiğini söylemiş. Hatta onunla Fransa’ya kadar eşlik etmesi için bir tercüman da göndermişler. Ancak bizim Sülün kabul etmemiş. Yanındaki şair “Neden kabul etmedinki, garanti birinci olurdun?” diye sormuş. Sülün Osman’ın cevabı “Tercümana güvenemedim. Adam dolandırıcıya benziyordu”olmuş!

Anekdot ile ilgili yazarın notu: Tercümanlar alınmasın tabii, her meslek dalından çıkabiliyor böyleleri!

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..