Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Mart '07

 
Kategori
Yolculuk
 

Sümela

Sümela
 

Arkadaşım otelden aldı beni. Kendisi Trabzon'ludur. Yoğun ısrarlarına dayanamayıp soluğu orada aldım. Ve çıktık Sümela’ya doğru… Erzurum yolu üzerinden giderken meşhur Maçka’ya sapıyoruz. Çok şirin bir ilçe burası, tertemiz. Meslek Yüksek Okulu bulunduğundan oldukça kalabalık. Yol boyunca piknik alanları ve lokantalar var. Giriyoruz onlardan birine. Otantik, çam birleşimi, büyükçe değişik bir mekan. Yöresel yemekler var. Bakıyorum hemen mönüye, kara lahana çorbası, kara lahana sarması ve kuymak (mıhlama) istiyoruz. Çorbadan ilk kez tadacağım. Değişik bir tat, içinde mısır, fasulye ve değişik baharatlar var. Yerinde yemek acayip fazla keyif ve tat veriyor insana. Daha önce yemiş olmama rağmen (İstanbul’da) kuymak ve ekmeklerin tadına doyamıyorum. Karnımın doymasına karşın, patlayana kadar yiyorum. Üzerine de orta şekerli kahvelerimizi içip, yola koyuluyoruz.

Yol çok enteresan, dağların ve alabildiğine göğe uzanan ağaçların içinde yol alıyoruz. Yolun bir tarafında akarsu var, arabanın camını açınca gürültüsünden insan yanındakinin konuşmasını duymakta zorlanıyor. Ağaçlar yapraklarını dökmüş, gövdelerini saran sarmaşıklarla ağaçlar sanki üzerlerine elbise geçirilmiş gibi duruyor. Dağlar her an üzerimize devrilecekmiş gibi, kocaman kaya parçalarının altından geçerken ürküyorum, ilerledikçe sis bastırıyor. Yazın daha renkli, daha canlı oluyormuş buralar. Bence her mevsim görülmeğe değer ve her seferinde ayrı bir tat vereceğini düşündüğüm eşsiz güzellikler var burada. Sümela manastırına gidecek olduğumuz parkın içinden geçiyoruz. Cafeler var burada ama içleri boş. Manastır buradan 300 mt yukarıdaymış. Araba ile çıkacağız oraya, araba yolu yeni yapılmış buraya ve iyi ki de yapılmış, yoksa ben asla manastırı göremezdim. Çünkü araba ile çıkmamıza rağmen bir yerde park edip biraz tırmanıyoruz. Nefesi kesiliyor insanın. Burası oldukça soğuk, ama insanı dondurmuyor. Ağzın, burnun sızlamıyor, çok temiz ve güzel bir hava tenini ısırmıyor soğuk. Geliyoruz kapıya, oh diyorum nihayet ama o da ne tırmanış bitmemiş! Ha gayret diyorum kendi kendime ve buralarda yaşanmış olduğuna şaşıyorum doğrusu.

Düşünüyorum da kafama düşecek gibi duran taşların, kayaların altında hele ki 300 mt yukarılarda arabasız asla yaşayamazdım. Biraz daha merdiven çıkıyoruz. Büyük demir kapıdan içeriye giriyoruz. Minik minik kapılar ve pencereleri bulunan küçük odacıklar var burada. Ne için kullanılıyordu acaba bu odalar diyorum. Bazılarının içinde şömine var, duvarlardan oyularak yapılmış çerçeveli raflar ve bazılarında dua etmek, hac asmak, mum yakmak için kullanıldığını düşündüren değişik çıkıntılar var. Aşağıya indikçe odalar değişiyor. Bir odanın tavanında sanki yapıştırılmış gibi duran taşlar dikkatimi çekiyor, oyulmuş mu? Yoksa zamanla mı oluşmuş? Oldukça düzgün eğer el ile yapıldı ise büyük emek harcanmış. Bir başka biraz daha büyükçe odanın birindeyiz. Buradaki duvar ve tavanlarda Meryem ana ve İsa’nın resimleri bulunuyor. Renk renk yapılmış, daha çok kırmızı, lacivert ve sarı kullanılmış. Ama manastırın en güzel yerleri gibi görünen kısımları tadilatta olduğundan üzülerek geri dönüyoruz.

Burada manzara mükemmelmiş. Ama ne aşağıdan manastırın muhteşem ihtişamını, nede yukarıdan aşağıdaki yeşilliğin güzelliğini göremiyoruz. Yoğun sis bizi bu güzelliklerden mahrum ediyor.

Arabaya giderken daha da hoşuma gidiyor bu yol. Bu yolda salına salına yürümek yada spor yapmak nede güzel olurdu diye düşünerek arabaya biniyoruz. Aşağıya inerken minik bir şelale gibi dağların içinden akan suyun güzelliği karşısında fotoğraf çektirmemek olur mu ya? Hemen duruyoruz ve resmimizi çekiyoruz. Tekrar Trabzon’a doğru yola koyuluyoruz. Gece oldukça hoş ve ürkütücü, alaca karanlık kuşağı gibi diyorum burası. Dağlar ve ağaçların kapladığı yolda giderken her yanı kaplayan yoğun sis beni bu düşünceye salıyor.

Bir sürü şey gelip geçiyor insanın aklından…

Başım hep yukarılarda, tek tek tepelerde bulunan evlerde nasıl yaşıyorlar? Nasıl aşağı inip yukarı çıkıyorlar? Beklide spor oluyor, düşünüyorum Karadeniz insanın bu kadar sağlıklı olduğuna şaşmamak gerek diyorum.

Trabzon’a geliyoruz, buradan yine bir tepeye Boztepe’ye gidiyoruz. Bizim Çamlıca’ daki o ağacın altı gibi burası arabada oturup çay içiyorlar ve şehri izliyorlar. Şehri gündüz izlemek daha hoş olmalı buradan, deniz gözükmüyor, ışıkların bittiği yer deniz olmasına rağmen, simsiyah, sanki boşluk gibi yada bir paravanla ayrılmış gibi duruyor. Ve günümüz böylece sona eriyor.

 
Toplam blog
: 19
: 898
Kayıt tarihi
: 01.12.06
 
 

Sıcak bir Ağustos günü 16:15’de Gönen Devlet Hastanesinde şimdiki gibi tombiş yanaklarım, çekik güle..