Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Aralık '07

 
Kategori
İlişkiler
 

Tarafsızlık aklın namusudur

Tarafsızlık aklın namusudur
 

Tarafsızlık ve Taraf Tutmak..
Hayatı yaşarken tarafsız olabilmek gerekir.
Tarafsız olmak ne demektir?
Tarafsız olmak, belli bir konuda bir tercihinin olmaması demek değildir.
Bir konuda taraf olabilirsiniz.
Bir konuda taraf olduğunuz halde, o konuda tarafsız olmanız gerekir. (?)
Aslında burada kelimeleri tam yerinde kullanmamaktan kaynaklanan bir sorun var.
İkinci tarafsız kelimesini, nesnellik ile yer değiştirdiğimizde;
Bir konuda taraf olduğunuz halde, o konuda nesnel olmanız gerekir, olur.
Nesnellik, insanın aklını, vicdanını, sezgilerini kullanarak, ama temelde aklını kullanarak ulaştığı doğrulara uymasıdır. Bu doğrular, kendi tuttuğu taraf için ‘iyi’ sonuçlar vermese bile bunu yapmaktır. İyi’yi tırnak içine aldım çünkü, buradaki iyi, öznel bir değerlendirmenin iyisidir, yoksa, yine aklın buyurduğu bir iyi değildir.
Doğru ile, iyi ve deminden beri gerekir dediğim gereklilik birbirinden farklıdır. Doğru, örneğin, 2+2=4 şeklindeki bir işlem gibidir. Ama, 5’in iyi ya da gerekli olması başka bir konudur.
Sonuç: O zaman doğru dediğimiz şey, aklın bize yaptırdığı işlemlerden çıkan ‘iyi olup olmadığı’ önemli olmayan sonuçtur.
Burada doğruya iki açıdan bakmak gerekiyor. Sayısal doğru Sosyal doğru:
Sayısal doğru; doğasal varlığa ilişkin doğrular
Aklın zihnimizde yaptırdığı işlemler bir sayısal alanda bir de sosyal alanda iş görüyor.
Sosyal alanlarda doğru, matematikte olduğu gibi o kadar kolay ulaşılan bir şey değildir. Neden değildir? Çünkü, matematik, ya da sembolik mantık, ya da başka uzlaşıma dayalı sistemlerde, örneğin sayı sistemlerinde yine, her değer ve ilişki önceden tanımlanmıştır. Dolayısıyla, bu sistemdeki olanı biteni, sistemin kurallarına bakarak doğrulayabiliriz ya da yanlışlayabiliriz.

Peki Galilei matematik dünyanın dili demiş. Gerçekten sayı dünyası, sadece kendi kendini doğrulayan bir sistem midir?

Aslında, buna ha matematik demişiz, ha dünyanın sayısal dili. Adının ne olduğu önemli değil. Matematiğin ilerleyişine baktığımız zaman, ya da evren hakkındaki bilginin, hep bir tutarlılıklar bütünü kurularak ilerlemiştir, ama bu bütünler, bir yerde yırtılmış ve yeniden bütünlük oluşturmuş. Çünkü, bilim her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğunu göstermeye çalışır.

Bu küçük kısmı özetlersem, matematik, iç tutarlılığı olan bir sistemdir.

Kendi doğrusunu kendisi üretir. Ama matematik salt bir insan kurgusu değildir. Evrenin dilini oluşturur. Evrenin dili sürekli keşfedilmektedir. Sürekli keşfedilen bir şeyin tamamlanmışlığı olmaz, ama bilim adamları tamamlanmış bir yapı yapmaya çalışırlar. Bu bir yöntemdir, bunu yapmaya çalışırlarken, zamanla ortaya çıkan eksiklikler bulunur ve bilim bunların üzerine giderek yeni buluşlarla ilerler.

Buradaki ilginç olan şey şu: Evren hakkında eksik bir bilgin var, ama elindeki bilgiler bir bütünlük oluşturuyor ve o bütünlüğe göre belli bir doğruluk anlayışın var. Ama öyle bir gelişim oluyor ki, daha önce doğru olan bir işlem, yeni gelişim ile yanlış oluyor. Bu da yine bilimin ve aslında aklın yöntemi. Çünkü, geçmişe bakıp, hep her şey birbirini yanlışlayarak gelişiyor, bundan sonra uğraşmanın ne anlamı var denebilir. Haksız sayılmaz. Çünkü, örneğin, Batlamyus’un evren anlayışını Kopernikus, onunkini Newton onunkini, Einstein yerle bir etmiştir.

Gelelim matematiğin dışındaki doğruluklara. Sosyal doğru: İnsani varoluşa ilişkin doğrular

Buradaki doğruluklar, matematikteki gibi değildir. Çünkü, sembolik bir uzlaşım bütünü yoktur. Örneğin normatif ahlak anlayışına bakalım. Her toplumun normatif ahlak anlayışı farklıdır, normları örtüşenler vardır, zıtlaşanlar vardır. Peki, her toplumun kendi iç ahlak anlayışları uzlaşıma dayalı mıdır? Hayır. Kendi toplumunuzu düşünün.. Sizin toplumda öyle midir?

Peki neden bir sistem yoktur, tercih mi edilememiştir, kurulamamış mıdır? Auguste Comte’un bir denemesi olmuş. Ki zaten kendisi, pozitivist bir sosyolojinin kurucusu sayılır, ki sosyoloji adını da o koymuştur.

Ama böyle bir sistem kurulmuş değil. Peki neden? Öyle görünüyor ki, insan varoluş ile doğasal varoluşun farklı varlık tarzlarından kaynaklanıyor. Bir kere, insan bilen, doğa ise bilinen; doğa, insandan önce var, insan doğadan sonra; doğa kurulmuş olmuş bitmiş döngüsel bir şey (gibi), oysa insanoğlunun yaşayışı döngüsel değil, yani, genel yaklaşıma göre, diyelim, ilkel toplum, ortaçağ modern toplum, diye dairesel bir şekilde dönüp durmuyoruz. Sürekli biriken bir şekilde bir değişim akışı içindeyiz. Doğa sürekli döngü içinde değil aslında, daha bilinmeyen çok şey var, tamam, güneş hep kendi ekseni etrafında ve dünya hem kendi hem de güneşin etrafında çok düzenli bir şekilde dönüyor, ama biliyoruz ki, güneş sistemi dediğimiz sistem, başka sistemlerin bir parçası, ve o başka sistemlerin ne halt karıştırdığını hiç bilmiyoruz. Ama insani kavrayışımızın şu anki boyutunda, doğa dediğimiz şey döngüsel bir durağanlık içinde ve zaten, amaç da bu küçük yapı içindeki doğruluk anlayışını araştırmak.

Bana kalırsa, insani varoluşun uzlaşıma dayalı bir doğruluk anlayışının oluşamamasının nedeni, insani varoluşun ileriye dönük döngüsel olmayan akışının yarattığı uzlaşımdılık.

Peki bu insansal dünyada doğru ya da yanlış diye yargılarımız yok mu? Örneğin, hırsızlık yanlıştır, dürüstlük doğrudur gibi. Bunlara aynı zamanda kötü iyi de diyoruz. Neden öyle deniyor, bunu geçelim.

İnsani varoluşta önceden konulmuş, kurulmuş bitmiş tek tip bir yapı olmadığı için, bunun somut ve mutlak kuralları yok ve ilişkileri sayısal dile aktarılamıyor. Neden bu gibi görünüyor. Ama bu bizim, doğru ve yanlış anlayışımızın olmaması anlamına gelmez. Eğer öyle olsaydı, her şey yapılabilir hale gelirdi. Gerçi yine yapılıyor. Yapılmıyor değil, ama ceza verilerek engellenmeye çalışılıyor. Neden engellenmeye çalışılıyor, çünkü, yanlış, neye göre yanlı, aklın zihnimize yaptırdığı işlemlerden dolayı yanlış. Akıl, matematikte belli kuralları ölçüt alarak bir işleme doğru diyebiliyor. Peki, insani alanda neyi ölçüt alıyor?

Tamam, çeşitli kanunlar var, onları ölçüt alıyor, ama bizim sorunumuz, bu kanunların neyi ölçüt almış olduğu. Bu sorunun cevabı önemli, ama başta sorduğumuz soruyla pek ilgili değil. Bir şekilde, insani alanda da doğru ve yanlış kavramımız var.

İnsanoğlu, aklının kendisine söylediği, ister doğasal alanda, isterse insani alanda olsun, doğrulara uygun davrandığı zaman nesnel olmuş oluyor. Yanlış olduğunu bildiği halde, kendi çıkarına olan şeyi yapmayı tercih ettiği zaman ise, taraflı davranmış oluyor.

Peki, nesnellik ve taraf tutma bu şekilde olsun. Ama, aklın doğrularına ulaşmayı, bizim belli bir tarafı tutuyor olmamız engelliyor olamaz mı?

Cevap. Hem de nasıl, hem de nasıl!

Peki bu aşılamaz mı, yüzde yüz aşılacağını sanmıyorum, ama aşılabilir ve önemli bir nokta, yaşarken, böyle bir bilgiyle hareket ediyor olabilmemiz.

 
Toplam blog
: 467
: 1012
Kayıt tarihi
: 21.10.07
 
 

Ankara'da yaşıyorum. Çeşitli güncel konularda, zaman zaman "Neden olaya böyle bakılmıyor?" diye düş..