Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Mayıs '10

 
Kategori
Öykü
 

Tavan arası

Tavan arası
 

resim alıntıdır. "Hasret, elle tutulurmu hiç!"


Yavaş ve sessiz adımlarla nihayet ulaştım tavan arasına. Annem ve babaannem bahçedeler. Karşı komşumuz Feriha Nine bize gelince iki yaşlı geveze buluştu yine. Artık hiç bitmez konuşacakları. Annem zaten bahçedeki çiçeklerle meşgul. Benim yokluğumu fark etmezler bile. Ne yapayım, çok merak ediyorum. Tavan arasının kapısı hep kilitli. Babaannem girmeme izin vermiyor. Orada birçok hatırası, eskiden kalma yadigârları varmış. Ne var, ne yok görmek istiyorum. Söyledim kaç defa ama duymazlıktan geldi beni.

Odasından aldığım anahtarla kapıyı açıp yavaşça elimle itiyorum. Biraz karanlık ama çatının küçücük penceresinden aydınlık vuruyor. Gözlerim karanlığa alışınca etrafa göz atıyorum önce. Ne var sanki bunca sene saklayacak? Etraf sandık, karton kutular, tablolar, kitaplar ve daha birçok işe yaramaz şeyle dolu. Babaannem neden bunları görmemi istemedi ki?

Hangisine bakacağımı karar veremeden dolaşıyorum aralarında. Üstü işlemeli, önünde aynalar bulunan yeşil bir sandığın önünde duruyorum. Aynaların etrafı çiçeklerle, kuşlarla süslenmiş. Yavaşça kapağını kaldırıyorum. Beyaz bir örtü çıkıyor karşıma. İçindekiler itina ile sarılmış. Örtüyü aralayıp içine bakıyorum. Ne kadar eski varsa buraya tıkmış herhalde babaannem. Çarşaflar ve örtüler onun çeyizimidir nedir? Desenleri solmuş iyice. Bir hamam takımı var hele, tası yamulmuş, sedef kakmalı takunyaların altları iyice aşınmış. Bunları ne diye tutmuş ki burada?

Sandıkta umduğumu bulamayınca içimdeki heves sönüp gidiyor sanki. Başka bir şey var mı diye bakınırken kutuların üstünde uzun tüylerle bezenmiş bir şapka görüyorum. Başıma takıp karşı duvarda duran, artık sırları iyice dökülmüş aynaya dönüyorum. Çok komik geliyor görüntü. Çizmeli kedi geliyor aklıma. Kendi halime gülüyorum. Neşeyle eteklerimi tutarak dönmeye başlıyorum. Aynı anda adımın söylenmesi ile donup kalıyorum:

_ Suna… ne arıyorsun sen burada?

Babaannem o yaşlı haliyle nasıl gelmiş buraya? Nasıl duymamışım ben onu? Ne cevap vereceğim şimdi? Kıpkırmızı olan suratımla, gözlerim yerde ellerimi çimdikleyip duruyorum. O sanki daha da sertleşen bir ifade ile yanıma geliyor:

_ Ne meraklı şeysin sen? Ne bulacağını sanıyordun burada?

_Şeyyyy, babaannecim… valla bir şey yapmadım ben… özür dilerim:

_ Hadi ordan… özür dilermiş… ne biçim çocuksun sen? Tavan araların da fare olacağına, dışarıda çocuklarla oynasana sen…

Yüzüm alev alev yanıyor, titreyen dudaklarım iyice aşağıya kıvrılıyor. Zorla hapsettiğim gözyaşlarımdan birisi kabına sığamayıp düşüyor yanaklarıma doğru. Babaannemin eli bana doğru uzanınca korkuyla sıçrıyorum. Gözlerimi sımsıkı kapayarak gelecek tokadı bekliyorum. Ama o da ne? Şefkatli bir el yanaklarımı okşamaya başlıyor. Beni kendine çekip sıkıca sarılıyor ardından.

_ Kızanım benim… Yavrumun yavrusu. Kuzuuuuum….

O böyle sevgiyle yaklaşınca bendeki ipler tamamen kopuyor. Babaannem beni tozlu, renkleri iyice kaybolmuş koltuğa yavaşça oturtuyor. Kolunu omzumdan çekmeden başını başıma dayıyor.

_ Aslında hata bende yavrum…belki çok daha önce anlatsaydım… gösterseydim sana…böyle gizli kapaklı işlere girmezdin değil mi?

Hayır, anlamında sallıyorum başımı. Omuzlarımı daha bir sıkıyor anladım dercesine:

_ Dinle beni o zaman. Burada gördüğün her şey bana dedenden yadigâr. Her birini kendi elleriyle aldı. Bir çöpümüz bile yokken kendimizi var ettik biz… Bir kısmı da benim genç kızlık emeklerim. Göz nurum, el emeğim. Hepsinde ayrı bir anım var. Hele dedenden kalanlar paha biçilmez değerde benim için. Onun dokunduğu her şey hazinem benim. Biz birbirimize sevdalıydık. Çok zor kavuştuk ama çabuk ayrıldık. Daha doyamadan kara topraklara verdim küheylanımı. Ailelerimiz bizim evlenmemizi istemedi. Ayırmak için her şeyi yaptılar. Kendi istedikleri insanlarla yuva kurmamız için çok direttiler ve sonunda aynı gün iki evde düğün kuruldu. Deden başkasıyla, ben başkasıyla…Ama biz düğün gecesinde kaçtık. Önceden sözleşmemiştik te… Yüreklerimiz birdi…yabancı ellere yad olamazdık… Tam dört sene şehir şehir dolaştık… Peşimizde adamlar vardı ama biz hep kurtulmayı başardık. Bu dört sene içinde baban ve halan dünyaya geldi. Kaçaktık, kıt kanaat geçiniyorduk ama çok mutluyduk… Sonra…bir gün…kışın ortasında…

Başımı merakla babaannemin yüzüne kaldırıp onun da ağladığını görünce kuruyan yaşlarım tekrar isyan ediyor. Sessizce devam etmesini bekliyorum.

_ Kızanım… sen bakma bana…ben aklıma geldikçe ağlarım böyle…neyse…o sene kış çok sert geçti. Küçük bir kasabada kalıyorduk. Her taraf kar içindeydi. Evlerin damları kar yığınlarından yıkılıyordu. Deden de kasaba dışında ki tuğla fabrikasında iş bulmuştu…sonra…eve gelirken…kasabanın girişinde açlıktan köye inen kurtları görmüş. Onlardan saklanmak için orda ki harabe eve girmiş…saatlerce beklemiş o evde…soğukta, karnı aç…gece…her taraf zifiri karanlık… Ben yandaki komşuya gittim, dedenin gelmediğini söyleyince kocası hemen muhtara koştu. Köylüler aramaya çıktılar. Sabaha karşı…o eve bakmak gelmiş akıllarına…Bulduklarında…

Babaannem titremeye başlamıştı. Kollarımın uzandığı kadar sarıldım vücuduna. O daha da sarsılmaya başladı. Hala aynı acıyı yaşıyordu sanki. Bana saatler gibi gelen zamandan sonra konuşmaya başladı tekrar:

_ Duvarın köşesinde otururken uykuya dalmış… Öylece donmuş orada…elinde benim oyalayıp verdiğim mendil vardı, sımsıkı tutmuştu… Bak işte burada…

Elini göğsüne sokup, solgun, artık iyice lekelenmiş, kenarları oyalı bir mendil çıkardı. Parmaklarını okşayarak dolaştırdı üstünde. Sonra gülümseyerek bana döndü:

_ Suna’m… işte bu en kıymetlisi… hiç yıkamadım, kokusu hiç gitmesin, dokunduğu yerler kaybolmasın diye…

_ sonra ne oldu babaanne?

_ Sonra…çocuklarımla birlikte yalnız kaldım…Dedeni orada toprağa verdik. Epey bir süre kopamadım kasabadan…Sevdamı orada yalnız bırakmak istemedim… sakla samanı, gelir zamanı diye biriktirdiğim ufak tepek paralarla idare ettim biraz. Elişi yapıp sattım, yeri geldi evdeki eşyalarla yiyecek aldım…Olanları ailem duyunca gelip aldılar beni. Onlara çok kırgındım, öfkeliydim ama başka çarem yoktu. Çocuklarım için ayrıldım kocamın yuvasından… O dört yıllık saadet yetmişti, dedeni toprağa verdim ama onu sevmekten hiç vazgeçmedim… Hiç kimseyle de evlenmedim bir daha…

_ Dedemin mezarı çok uzak değil mi?

_ Mezarı uzak…çok uzak…ama kendisi bende…ruhu hep benimle…bunu hissetmesem bunca sene ayakta kalabilir miydim hiç?

_ Babaannecim… özür dilerim…bir daha senden izinsiz girmem buraya…

Feri solmuş gözbebekleri pamuk gibiydi bana bakarken. Saçlarımı okşayarak uzanıp alnımdan öptü beni:

_ Bal torunum benim…sen istediğin zaman söyle, beraber geliriz buraya… Hadi bakalım inelim şimdi…senin alerjin var, bu havasız yerde fazla kalma… sonra bakarsın annen darılır bize…

Kapıya geldiğimizde dönüp odaya baktı tekrar. Hasret elle tutulur mu hiç? Gözlerindeki hasret o kadar belliydi ki, uzansam belki de elimle tutabilecektim.

 
Toplam blog
: 71
: 569
Kayıt tarihi
: 25.11.08
 
 

1969 doğumluyum. evliyim, iki çocuğum var. Kitap okumayı ve şiiri severim. ..