Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Nisan '08

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Timsahın göz yaşları

Timsahın göz yaşları
 

resim:sevdimseni.com


Boğum boğum yarı açılmış gözlerle bana bakıyordu. Kendinden geçmiş, nağdan bir hali vardı. Sakalı yüzüne karışmış sanki yüzyıllardır gülmemiş haliyle, orada öylece bana bakıyordu, ben de ona. Daha doğrusu bakışıyorduk. Aynaya baktığımı anladığımda kendimden iğrendim, olmaz olası halime. Kaderim dalga geçiyordu, ben kaderime ağlarken. Bütün dünya ile maç yapmışım ve sanki hezimete uğramış, hasret kalmışım gülen gözlere. Silkelenmem gerekiyordu ama nasıl? Tıraş olmalıydım, oldum da. Yüzüm gözüm açıldı, kendime geldim soğuk suyla. Zamana yetişememek ürküttü beni, ama, ama galiba zaman orada durup duruyor da acaba ben mi içinden geçmeye çabalıyorum. Biraz korktum zamanın benimle bu kadar uğraşmasına. Kendimi dışarı atmalıydım. Basit bir kot pantolon ve bir T-shirt giymem çok kısa sürdü. Fiyakalı gözlüğüm biraz bana hava kattı. Ne de olsa gülmeyen gözlerimi örtmem gerekiyordu. Kendimi parkın toprak yollarına bıraktım. Beni aldı götürdü yol kendince, zamanın kaybolmuş dilimleri arasında. Bana gerekli olan şey sigaraydı. Nereye koydum ben bunu, acaba evde mi unuttum? Nedense sakin olamıyordum, panik vardı hareketlerimde gereksizce ve anlamsızca, mahmurluk tam bitmişken. Gözüme bir bank ilişti, sanki beni düşünüp de mi koymuşlardı onu oraya? Keyifle oturdum.

Güneşin kemiklerimi sızlatması, kuşların cıvıldaması ne kadar huzur vericiydi. Doğanın benim üzerimdeki etkisi haz vericiydi. Aslında kıskanmadım da değil yani. Doğanın huzur verici bu hali beni herhalde derinden yaralamıştı. Yoksa niye kıskanayım ki? Sigaramı derin derin çektim. Gören sigarayla seviştiğimi sanabilirdi, ama varsın sansınlar. Ben doğayla baş başa, sigaramla efkar dağıtırken mazimin hazin verici öykülerine dalıp gitmiştim. Yanıma usul usul sokulan tüylü yaratığı, bacağıma sürünüp o buz gibi burnunu elime değdirdiğinde fark ettim. Çok mu sinsice gelmişti yoksa ben mi çok derinlere dalmıştım bilmiyorum, ama irkildiğimi çok iyi biliyorum. Şirin bir yaratıktı hem de tasmalı. Gözüm sahibini aramak için arkaya doğru, içimden gelmeyerek zorla döndüm. Arkaya dönmek bana zul geldi, çünkü ben dönmeden daha mutluydum orada öylece.

Saçı başı karışmış bir kızın bana doğru koştuğunu gördüm. Elinde tasması yanıma oturdu. Nefesi konuşmalarına yetişemiyordu. Kıpkırmızı bir suratı ve darmadağın saçlarıyla çok komik görünüyordu. Ayıp olmasın diye için için gülüyordum ama dudaklarıma yansımaması olanaksızdı. Kısaca teşekkür edecek bana ama, teşekkür kelimesi bir türlü dökülemedi. Belli ki uzunca bir zamandır köpeği için koşuyordu. Biraz nefeslendikten sonra, köpeğin tasmasından kurtulduğunu, on beş dakikadır da aralıksız koştuğunu, ben olmasam kim bilir daha ne kadar koşacağını gülümseyerek anlattı. Bense gayet şahsiyetsiz bir şekilde sadece, ya öyle mi ? dedim. Ben aptal bir asosyal bir adamım galiba. O ne biçim bir cevaptı öyle. Benim gibi birine yakışır mıydı hiç? Hata mı telefi etmek için ise sorduğum soru daha irite ediciydi -Köpeğiniz ne marka?

En iyisi ben susayım, çünkü gittikçe batıyorum. Daha aptalca hatta gerzekçe bir soru olabilir mi? Köpek ne markaymış. Kızcağız BMW dese ben ne diyeceğim ki?

Şey, yani kusura bakmayın, galiba başıma güneş geçti, bende uzun zamandır burada oturuyorum diyerek durumu kurtarmak istedim, sanki yeterliymiş gibi.

-Köpeğim Terrier cinsi, ismi Rex, lütfen kusuruma bakmayın, elimde değildi, bir anda kaçıverdi, köpeklerden kormuyorsunuzdur inşallah.

Köpeğine sahip olsaydın diyebilirdim bu patavatsızlıkla ama sadece yooo, çok severim ben köpekleri dedim. Aslında hoş bir kızdı, esmer, kömür karası uzun saçları vardı. Ama gözleri çok etkiliyiciydi. Lacivert bir tondaydı ve baktığımda rahatsızlık hissedip gözlerimi kaçırmaya zorluyordu. Yuvarlak bir yüzü vardı ve çok sevimliydi.

-Hadi gidip soğuk bir şeyler içelim

-Olur, nereye gidelim?

-İlk önce tasmayı sıkı bağla yollarda elinden kaçmasın. Fenerbahçe’ye sahile inelim mi?

-İyi fikir hadi gidelim, uzak da sayılmaz, yürüyebiliriz. Ama senin başına güneş geçmişti, yollarda bir de seninle uğraşmayalım şimdi.

Bak, müptezele bak, bir de kafa yapıyor benle. Ben dalga geçilecek adam mıyım? Ben cevap vermesini bilirim ama olmaz. Yalnızlığımı delmiş biri için bu yapılacak son hata olduğunu düşünerek sadece gülümsedim ama intikam beni kemirmeye başlamıştı bile. Bu sıcakta yürümekte pek hoş değildi aslında ama bir kere ağzımızdan çıktı işte. Şimdi kuru kuruya da yürünülmez, muhabbet etmek lazım.

Hoş beş konuşmalarla Fenerbahçe’ye geldik. Sahilde oturup soğuk colanın keyfini çıkarttık. Ben yine kendimi güneşe vermiş kemik sızlatıyordum. Belki ayıp ediyordum ama nedense güneşin acayip bir çekiciliği vardı. Güneşle olan samimiyetimi bozarak vakit ilerliyor hadi gidelim demez mi? Mecburen ve isteksizce kalktım. Yürürken elimi tutmaz mı? Hadi bakalım, iş aldık başımıza, hop ne işsin sen bakim demek geldi içimden ama, hem boğazıma düğümlendiler hem de hoşuma da gitmişti. Elimin, eliyle birleşmesi bana heyecan vermedi değil ama ya bir de tasmayı vermeye kalkarsa ne yaparım?

Sahilden yürüyerek caddeye kadar geldik ve tabi ki el ele. Bu iş hoşuma gitmeye başlamıştı. Konuşmalar, gülüşmeler biraz da yürüyüş bana iyi gelmişti. Kızdan da hoşlanmaya başlamıştım.

-Ben buradan ayrılıyorum, akşam saat sekiz gibi şu ileride ki ışıklardan al beni, tamam mı?

-Hı? Şey olur tabii de..

-Ne?

-Yok, yok bir şey.

Ben çok mu geriyim, nedir bu acele anlamış değilim. Bir yamuk çıkar mı acaba diye düşünerek eve geldim. Girip bir güzel banyo yaptım hatta pudralandım. Özen mi gösteriyorum nedir? Hatta yarım saat gömlek beğenemedim. Utanmasam bir de flar takacağım ama olacak iş değil, kız müptezel, gecenin komiği olmanın anlamı yok. Kızla biraz derin muhabbet yapmak isterdim. Romantik olmam gerekir ama ben olsam olsam ancak ormantik olabilirim. Öyle güneş, doğa, balık, dağ, bulut gibi hoş kelimeleri de birbirlerine birleştirerek konuşamam da, ne yapacağım ben şimdi akşam?

-Alo, Kamil naaber?

-İyi, senden?

-Oğlum akşam bir yavruyla takılacağım ama...

-Hadi yahu, sen?

-Ciddi söylüyorum oğlum, ne konuşacağım ben, ne yapacağım bilmiyorum biraz fikir ver.

-At oğlum havadan sudan, kızlar bayılır.

-Ne atıyım oğlum, konuşma özürlüyüm ben.

-İstersen ben çıkayım?

-Saçmalama, biraz tüyo ver, hadi.

-Kitap defter konuş işte ne bilim?

-Ben de adam sandım konuşuyorum senle, hadi eyvallah.

Aldı mı beni bir dert şimdi. Yapacak bir şey yok, kuzu kuzu gideceğiz de kurt nasıl olacağız bilmiyorum.

-Selam.

-Selam, çok güzelsin bu akşam.

-Bırak tatavayı da nereye gidelim?

Yahu bu kız iş midir, sipariş midir nedir, aldık başımıza bir bela yani. Tersleyeceğim eninde sonunda o olacak. Kibar olalım dedik zıvanadan çıkartıyor bizi. Mor koyun gibisin diyeceğim akşam olmadan eve gideceğiz, ya sabır.

-Sen nereye gitmek istersin?

-Fark etmez.

Fark etmezse yürü eve gidelim de pul koleksiyonumu göstereyim diyeceğim ama hadi bunu da içimize atalım.

-Çok hoş kokuyorsun biliyor musun?

-İyi, iyi, sağol.

-Fesupanallah

-Ne dedin?

-Hiiç.

-Sen bir şey dedin?

-Evet dedim. Kibar olmaya çalışıp, sana kompliman yapmaya çalışıyorum ama her seferinde beni rencide ediyorsun.

-Bırak kibarlığı da şarap alıp sana gidelim.

-Gulp! Olur. Ne şarabı seversin?

-Fark etmez evladım sen çok toysun galiba?

Ben mi konuşurken adabı kaçırıyorum, yoksa bir yüzyıl uykuya mı daldım. Kız resmen beni istiyor. Hoş ben de istiyorum ama bu kadar da kolay mı olur bu işler. Hiç naz yok bir şey yok. Yekten sonuca gidiyor da ben fücceten gideceğim galiba.

-Yok ondan değil, niyet belli de niyeti güzelleştirmek istedim. Bak biraz hazır patates alalım, evde köfte de var, biraz salata yapalım yanına da beyaz kavaklıdere alalım, ne dersin?

-İyi, iyi hadi gidelim.

-Benim bildiğim erkekler kaba olur ama senin kabaya özentin var galiba?

Sonunda tutamadım kendimi ama bunu da istedi yani. Ters bir bakış attı, naletçe ve kızgınca:

-Dikkati ol istersen?

-İyi de aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık. Ne desem tezek çuvalı gibi atıyorsun beni. Bak çok hoş bir akşam geçireceğimizi umuyorum ama ..

-Ama ne?

-Yok bir şey.

-Haklısın galiba, elimde değil böyle büyüdüm. Beni erkek bekliyorlarmış, kız olunca da hüsrana uğramışlar ama beni de erkek çocuk gibi büyüttüler. Babam karpuzcudur, ara sıra onunla pazara çıkmışlığım var.

-Baban beni keser mi?

-Saçmalamada gidip salata yapalım hadi.

-Niye gelirken karpuz getirmedin?

-Bak şimdi sen bulaşıyorsun dikkat ol.

Salata yapmak haricinde tüm yemekleri o yaptı. Hamarat biriydi. Beraber sofrayı hazırladık. Konuşmalarımız daha bir hararetlendi. Gülüşmeler arttı ve agresif ortam şarapla birlikte yok oldu gitti. Mehtap bizi kutlarcasına gülümsüyor, yıldızlar vals halinde. İlerleyen saatler sohbetimizi arttırmış, açılmadık sır kalmamıştı.

-Kahven var mı?

-Olmaz mı?

-Hadi yapalım.

Beraber mutfağa gittik. Ben dolabın alt çekmecesinden cezveyi alıp kalkerken yüz yüze geldik. Elektriklenme ancak bu kadar olurdu ve dudaklarımız birleştiğinde cezve elimden kayıp düştü. Cezve kimin umurunda, gözlerim ışıl ışıl olmuş atmaca gibiyim. Yatak odası reverans yaparak bizi karşıladı.

Hava aydınlanmaya başladığında evden dışarı çıkıyorduk. Evine kadar götürdüm. Yolda belki de hiç konuşmadık, ama ikimizde gecenin çok güzel geçtiğini biliyorduk.

-Seni yarın ararım, iyi uykular.

-Sana da.

İçki, aşk, mutluluk ve rehavet beni derin bir uykunun içine atmıştı. Telefonun sesine uyandığımda içimde hoş bir ürperti vardı.

-Alo, oğlum benim, Kamil.

-Bu saate aranır be oğlum, kargalar daha kahvaltı etmedi.

-Kafayı mı yedin, saat iki buçuk.

-Yapma ya, o kadar olmuş mu?

-Ne yaptın akşam.

-Olmadı be, suskunluğumu atıp da bir şey konuşamadım. Yedik içtik sonra onu eve bıraktım.

-Yemezler koçum, bu saatte uyandığına göre, akşam iyi geçmiştir.

-He valla, eve atmışım ablayı...

-O kadar da değil yemezler.

-Ne dememi bekliyorsun peki, ya biri ya öbürü.

-Sen bir halt çeviriyorsun ama ne?

-Beraber sahilde karpuz yedik.

-Beraberdiniz anladım da karpuz nerden çıktı?

-Cikletten, ne alakası var be abi, babası karpuzcuymuş, gelirken karpuz getirdi.

-Sizin evde miydiniz yani?

-Of be sonunda kaptın işi.

-Anlatsana ne yaptınız?

-Sana ne yahu, karpuz yedik işte.

-Bırak ukalalığı da anlat hadi.

-Bak sıkıldım, uykum da var, sonra anlatırım tamam mı?

-İyi be, ne yaparsan yap.

......

-Alo, Esma, günaydın güzelim nasılsın, iyi uyudun mu.

-Evet.

-Sadece evet mi.

-Ne dememi bekliyorsun.

-Ne bilim, yani, bu gün ne yapıyoruz.

-Hiçbir şey.

-Niye, yanlış bir şey mi yaptım?

-Bak, senin güzel bir akşam geçirdik. Sana aşık falan da değilim. Sex ihtiyacım vardı, biraz da konuşmaya.O kadar. Şimdi bitti, beni arama artık tamam mı?

-Ama...

-Aması falan yok, sana iyi günler.

Aynayla karşılaşmam hiç iyi olmamıştı yine. Surat surat değil, boyası dökülmüş duvar gibiyim, gözümde de iki damla yaş. Kendimi tecavüze uğramış gibi hissetim. Kullanılmış bir tuvalet kağıdı gibi. Yağdanlıktan kayan yağ gibi etrafa serpilirken parkta oturup güneşle alışverişte bulunmanın iyi bir fikir olacağına kanaat getirip evden çıktım. Aynı bankta oturup sigaramı içerken, Esmayı, geceyi ve kendimi düşündüm. Düşünceler uzadıkça uzadı. Ayağıma bir top çarpmasıyla uyandım.

-Kusura bakmayın beyefendi, top yanlışlıkla geldi.

-Önemli değil hanımefendi, beyaz şarap sever misiniz?

 
Toplam blog
: 51
: 628
Kayıt tarihi
: 12.04.07
 
 

Hayatı farklı gözle bakmayı seven, haksızlığa tahammül edemeyen, olaylara sessiz kalıp yerinde mü..