Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ocak '11

 
Kategori
Felsefe
 

To Be or Not To Be

To Be or Not To Be
 


Derler ki, “Yeryüzünde söylenmemiş söz yoktur, ” Acaba? Hepimiz bir şeyler söylüyoruz da, anladığımız aynı mıdır? Yoksa, düşünceler aynı da söyleyiş biçimi mi çok farklı? Ama bazı sözlerin tekrar tekrar ele alındığı üzerinde durulduğu doğrudur. 

Bunlardan en çok tekrarlanan, bilerek yada bilmeden, ağızdan kaçırılan derin sözlerden biri de, ünlü William Shakespeare’in ( 1564- 1616) “To be or not to be, that is the question…” diye bilinen dizesidir . Can Yücel onu Türkçeleştirmiş ve “Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin? “ diye çevirmiş. 

“To Be or Not To Be” Prens Hamlet in delirmeden önceki son sözleri olarak bilinir ve dünyaya bir hayat sorunsalı olarak konmuştur. Sanki hayatın gizemi bu sorunsalda gizlidir. Kimi der ki, bu söz bir insanın hayatta mücadele etmeli mi, yoksa kendini olayların akışına bırakıp yaşarken ölmeli mi, durumunun açıklamasına götürür. Evet, niceleri vardır ki , yaşarken ölmüşlerdir. Dünyanın hiçbir sorunu artık onların sorunu değildir. Tamamen teslim olmuşlardır. Fakat yaşamaya da devam ederler. Çünkü ölecek güçleri yoktur; ölmeye cesaretleri yoktur… Bir bakıma zaten ölmüşlerdir. 

Shakespeare , Hamlet’te , “To be or not be, that’s the question…”, dedikten sonra tiradına devam eder ve hayattan ne anladığını ve insanların ölüm sonrasının korkusundan dolayı ölemediklerini kendi diliyle anlatır. Burada o tiradı vermenin gereği yok. 

Fakat bu söz olduğu yerde kalmamış daha sonra bir çok filozof tarafından kendi anlayışları çerçevesinde yorumlamışlardır. Ve hatta bir çokları bu sözü Existansiyalist (Varoluşçu) felsefenin çıkış noktası olarak alırlar.. 

“Olmak ya da olmamak” sözünde belli bir kötümserlik hakimdir… Yolun sonu işaret edilmektedir. 

Walter A. Kaufmann’ nın ‘Shakespeare’den Varoluşçuluğa” adlı kitabında Albert Camus, Jean- Paul Sartre, Kierkegaard; Nietzsche’ye göndermeler yaparak, ilişkiler kurarak Shekespeare’le Varoluşçuluk arasındaki benzer noktaları göstermeye çalışmaktadır. 

Rosencrantz: "there is nothing either good or bad, but thinking makes it so..” (Tam bir kötü veya iyi yoktur, onu öyle yapan bizim düşüncemizdir) derken ; bu kötümserliğe işaret etmektedir.
“There is no absolute truth, only relative truth...” ( Tam bir gerçeklik yoktur, sadece görece gerçeklik vardır.) Bu söz de bir bakıma durumun kişiden kişiye değişebileceğini göstermektedir. 

Jean Paul Sartre’a göre Varoluşçuluk kötümserlik değildir. Ona göre Varoluşçuluk umutsuzluğa saplanıp kalmak da değildir. 

Varoluşçuluk’ta yaşamak sorumluluk almayı gerektirir bu hem insanın kendi sorumluluğudur hem de diğer insanlara karşı taşıdığı sorumluluktur. 

Bir bakıma “Olmak yanda Olmamak” sözünü şöyle açımlamak mümkündür. 

İnsan doğduğunda, ana karnına olan bağı koptuktan sonra artık bu dünyada yalnızdır. Onun için bütün dünyaya gelen yavrular ağlarlar. “Doğarken ağlayıp doğduk…”! Ondan sonra dünya artık zor bir yerdir. Çoğunluk için bu böyledir. Aslında belki insanlar ikiye ayrılırlar. Tuzu kurular ve işi yaş olanlar. Tuzu kuru olanlar için mesele yoktur. Onların yedikleri önünde yemedikleri ardındadır… Yaşayıp giderler.. Kötümser olmalarına da gerekçe yoktur…Paraysa, para, işse iş, çevreyse çevre... Allah vermiştir. Ötekilerine de hiçbir şey vermemiştir. İşte kötümser olacak grup ikincilerdir. Bu noktada Teoman’ın Paramparça şarkısını anabilirsiniz.. 

“…Kelimeler büyüyor ağzımda
Bildiğim tüm hayatlar
Paramparça, paramparça…” 

Fakat hayat her iki durumda da önümüzdeki içilmesi bir bardak su gibi durmaktadır. Eninde sonunda içilecektir. Bu hayat yaşanmalıdır. Ya katlanarak, acı çekerek yaşarsınız. Veya yaşamınıza bir anlam katarsınız. Bu anlam daha önceden yüklenmemiştir. Bize bu anlamı yükleyenler ya başkalarıdır. Veya dünyayı biz kendimiz anlamlandırırız. Ya bize şöyle yaşayacaksın, çünkü dünya böyledir, derler. Ya da biz, ona kendimiz bir anlam biçeriz. Biçtiğimiz anlama göre yola devam ederiz. Ya çok ızdırap çekeriz, çünkü hayatın bizce hiçbir anlamı yoktur. Ve dertlerimiz çoktur... Veya her şeyi iyimser bir gözle algılayarak... Yola devam ederiz. 

Belki de Aşık Veysel gibi “Bir yola revan...” olmuşuzdur… Gece gündüz gideriz, gideriz de nereye gittiğimizi bilmeyiz. Çünkü aslında nereye gittiğimizin bir anlamı yoktur. Niye geldiğimizi, bize söyleyen yoktur. Rivayetler vardır da. Söyleyen ortada gözükmez. Ondan sonra , “…Gidiyorum gündüz gece…” misali yolu yürürüz. Belki yolu yürürken kendimiz oluruz, bir şeyler keşfeder gibi oluruz.. Belki buluruz… Ama bulduğumuz çoğu kez kendimizin verdiği anlamla yüklüdür... Gerçek değildir, ama gerçek sandığımız şeydir. 

“Olmak ya da olmamak” bir Varolmak sorunudur. İnsanın kendisini öldürebilmesi için çok fazla maddi ve manevi acılar çekmesi gerekir. Bu dünyanın hiçbir anlamı kalmaması gerekir… O raddeye gelmiş insanlar yok mu... Çok. Ama cesaret eden az. Çünkü büyük çoğunluk, bir avunma içinde yoluna devam ediyor, oluyor ve yaşıyor. Ve yaşadığından zevk aldığını düşünerek, yürüyüp gidiyor. 

Aslında belki de “Olmak ya da olmamak” durumunun bir ileri derecesi “Ölmek ya da ölmemek” tir. İnsan o duruma gelirse ne olur.! İşte belki “Sınırda yaşamak” (Borderline) denen olay bu mudur? 

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..