Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Ocak '09

 
Kategori
Siyaset
 

TRT Şeş: Bir yalanın tekzibi

TRT Şeş: Bir yalanın tekzibi
 

TRT’in Kürtçe kanalı TRT Şeş (TRT6) yayına başladı. Böyle bir şey çok değil, bundan daha yirmi yıl önce bile kimsenin aklına gelmezdi. Devletin Kürtçe televizyon yayını yapması bir yana, birinin bir yerde “Kürt” sözünü kullanması bile büyük bir olaydı. Mesela, 12 Eylül öncesi CHP hükümetinin Bayındırlık Bakanı Kürt asıllı Şerafettin Elçi, “Türkiye’de Kürtler var, ben de Kürdüm” açıklaması yüzünden hapis cezasına çarptırılmıştı. 1920’li ve ‘30’lu yıllarda sokakta Kürtçe konuşmak yasaklanmıştı. Yasağa uymayanlara para cezası veriliyordu.

Sonraları yasak Kürtçeyle sınırlı kalmadı, “Kürt olmak” da yasaklandı. “Kürt olmak nasıl yasaklanabilir, etnik köken bir davranış değildir ki?” diye bir soru akla gelebilir ama devletimiz bu soruyu kendine hiç sormadı. “Kürtçe yasaktır” emri sonraları “Kürt yoktur” tezine dönüştü. Yanılmıyorsam asker kökenli bir tarihçi 1940’lı yıllarda “Kürtler dağ Türkleridir, genellikle dağlık bölgelerde yaşarlar. O bölgelere çok kar yağar ve kar yerde donar, Dağlı Türkler o donmuş karların üzerinde yürürken ‘kart’ ‘kurt’ diye sesler çıkar. İşte bu yüzden onlara Kürt denmiştir” diye akıllara durgunluk veren şahane bir teori geliştirdi ve devletimiz de buna sahip çıkıp herkesin inanmasını istedi. Dolayısıyla Dağlı Türklere “Kürt” denmesine gerek yoktu.

Kürtleri tanımayan halk arasında da buna benzer yaklaşımlar yaygındı. Biri Kürt kökenli, öteki Batı Anadolu’da bir şehirde doğmuş iki arkadaşım birbirini sevdi ve evlenmeye karar verdiler. Kızın ailesi evliliğe karşı çıktı. İtirazın nedenini çok sonraları, evlilik her şeye rağmen gerçekleşip çift çoluk çocuğa karıştığında öğrenebildik. Meğer kızın annesi ciddi ciddi Kürtlerin kuyruklu olduğuna inanıyor ve bu nedenle kızının öyle bir adamla evlenmesini istemiyormuş!

Alevilere karşı da benzer ve çok daha vahim önyargıların bulunduğunu biliyoruz. En basit örneği Alevilerin mum söndü ayini yaptıkları iftirasıdır ki, Sünni kökenli halk arasında bu önyargı hâlâ yaygındır. Ülkemizde,Tunceli, Muş, Erzincan, Sivas, Malatya, Maraş gibi illerde ve büyük şehirlerde çok sayıda Alevi Kürt yaşamaktadır. Onlardan biri olduğunuzu düşünün. Devletinizin ve aynı yurdu paylaştığınız bir grup vatandaşın gözünde hem kuyruklu hem de “mum söndü” ayini yapan birisiniz ve işin komiği aynı zamanda yoksunuz ve aynı zamanda da Dağlı Türksünüz!!!

Yazıktır, günahtır, ayıptır; bir vatandaş grubu bu kadar alaya alınamaz, aşağılanamaz ve yok sayılamaz! Eğer Kürtler ve özellikle de Alevi kökenli Kürtler bu aşağılamalara ciddi ciddi kafa yoracak olsalardı tümü aklını yitirirdi. Yine iyi dayanmışlar vallahi.

Kürtler elbette bu inkâr ve yok saymaya itiraz ettiler ve çeşitli biçimlerde tepki gösterdiler. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde zaman zaman silahlı isyan biçiminde tezahür eden bu tepkiler 1938’de Dersim isyanın şiddetle bastırılmasından sonra bir süre dindi. Ancak devlet buna rağmen Kürtlüğünü unutmayan Kürtlerin peşini bırakmadı. 1938’den de sonra polisin “Kürtçülük” operasyonları devam etti. 1950’li ve ‘60’lı yıllarda devletin üst kademelerinde Kürt sorunun kökünden çözümü için birkaç yüz ya da birkaç bin Kürt liderinin idam edilmesi gerektiği tartışılır. Tartışma böyle bir girişimin saçmalığı üzerinde değil de kaç Kürt liderin asılması gerektiği üzerindedir. Neyse ki Türkiye’yi bir kez daha utanca boğacak tasarı hayata geçmez. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra 2 bin civarında Kürt önde geleni toplanıp Sivas’ta bir kampta bir süre tutulur.

1990’lara kadar hem devletin politikası hem de Sünni-Türk kökenli halkın Kürtlere karşı yaklaşımı bu minvalde devam etti. PKK eylemleriyle birlikte Kürt sorunu hem de olabilecek en kötü biçimde tekrar yüzünü gösterdi. Burada PKK’nin şiddet ve terör eylemlerini mazur göstermek gibi bir yanlışa düşmeyelim. Ama sürekli üstü örtülen, yok sayılan bir sorun günün birinde bir şekilde su yüzüne çıkacaktı ve çıktı. PKK olmaz Rızgari olurdu, o olmaz başka bir şey olurdu, terörle olmaz sivil itaatsizlikle olurdu ama mutlaka olurdu.

Dönemin Cumhurbaşkanı Demirel’in “Kürt realitesini tanıyoruz” açıklaması bir dönüm noktasıydı. Devlet nihayet “Kürt yoktur, Dağlı Türk vardır” yaklaşımını tevil yoluyla da olsa terk etmiş ve Kürtlerin varlığını kabul etmişti. Sonraları “realite”yi Mesut Yılmaz, Tayyip Erdoğan ve kuvvet komutanlığı yapmış Aytaç Yalman gibi emekli birçok general de kabul etti.

İşte TRT Şeş, Devletin bu seksen yıllık inkâr ve yalanının bizzat Devletin kendisi tarafından en somut biçimde tekzip edilmesidir. Bence önemli bir ilerlemedir. TRT Şeş’e PKK ve DTP de karşı çıkıp protesto ediyormuş. Onlar da Kürt sorununda inisiyatifin ellerinden kayıp gitmesinden korkuyorlar tabii… Bu da Devletin attığı bu adımın ne kadar önemli ve gerekli olduğunu gösteriyor.

Evet, ülkemizde kendilerini “Kürt” diye bilen vatandaşlarımız var, “Kürtçe” diye bir dil var. Çok lehçeli, çok dağınık ve bir yüksek kültür dili olarak zayıf bir dil olabilir ama milyonlarca insanımızın ana dili bu; ağıtları, türküleri, destanları olan bir dil…

Onu yasaklanması gereken bir kötülük kaynağı olarak görmek yerine bir zenginlik imkânı olarak algılamayı tercih etseydik büyük ihtimalle bu kadar acıyı yaşatmaz ve yaşamazdık.

…………

Sırf şu linkteki müzik parçası için bile sevilebilir Kürtçe (Aynur Doğan-"Roni"):


http://www.youtube.com/watch?v=5j8g2hq20fw

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..